22 Haziran 2011 Çarşamba

SAYGILI OLMAK

            Başta Alemlerin Rabbi'ne saygılı olmaktır ki; bu da imanla başlayıp, itaat, teslimiyet, emirlerine riayet, yasaklardan ictinabla tezahür eder. İslam prensiplerini kendine düstur edinen öyle mü'minler vardır ki, her emr-i ilahiyeye son derece saygılı ve edeplidirler. İşlenen amel ne kadar değerli olursa olsun, o ameli işleyen şahıs saygıdan, edepten uzaksa amel makbul sayılmaz. 

            Bir insan bir taraftan sadaka veriyor, infak ediyor, bir taraftan da o kişileri kırıyor, üzüyor, kaba davranıyor, gereken saygıyı göstermiyorsa, yaptığı yardımın hiçbir anlamı kalmadığı gibi, günah işlemiş olur. Her peygamber saygı, edep sembolü olduğu gibi ümmetleri de saygılı şahsiyetlerdir. Hakk dostları ihsan şuuruna ermiş olduklarından, her an Rabbimizin müşahedesi altında olma bilinciyle yaşamışlar, oturup kalkma, yeme içme ve her tutum ve davranışlarında daima saygılı olmuşlar, ayaklarını uzatmaktan dahi imtina etmişlerdir.
            Kur'an-ı Kerim'e karşı da son derece saygı gerekir. O'nun Rabbimizin kelamı olduğunun, bizi muhatab alarak adeta bizlerle konuştuğunun bilinciyle; ciddi, duyarlı, tane tane, doğru, düzgün okumaya gayret edilmelidir. Hasseten okuduğu Kur'an mesajlarını,  hakiki mürşid-i kamillerin ve alimlerin eserlerinden ve imkan ölçüsünde kendilerinden öğrenmeye çalışmalıdır. Bu, Kur'an'a saygının nişanıdır. 
            Osman Gazi  bir dostunun evine misafir olmuş. Gece için kendisine tahsis edilen odanın duvarında Kur'an asılı imiş. O muhterem, o gece yatmayıp, oturduğu yerde sabahlamış. Sebebini soranlara, 'Kur'an olan bir mekanda nasıl ayaklarımı uzatabilirim?', demiş. Allah(cc)'a ve O(cc)'nun kelamı Kur'an'a saygılı mü'minler,  zahiri amellerde ittika ehli oldukları gibi, kalblerine, kafalarına ilişen masiva türü şeyler karşısında dahi istiğfar etmişler, böylesi şeyleri Rabbimize karşı saygısızlık saymışlardır. Onlar kalblerin nazargah-i ilahi olduğunun bilincindeydiler. Allah(cc)'ın nazar ettiği bir mekanda havatırın bulunmasını saygısızlık olarak değerlendirmişlerdir. 
            Saygılı insan, asla kaba davranışlar sergilemez. Edepli, nezafet ve nezaketli, olgun ve hikmet ehlidir. Dinine saygılı olan ona sahip çıkar; dinini, Kur'an'ı, İslam'ı, İslam'ın getirdiği prensipleri herşeyin üstünde tutar. Resulullah(sav)'a saygılı olan mü'min de o yüce Resul(sav)'e saygıda kusur etmemeye azmeder. O(sav)'nu tanımada, sünnetine ittibada, hadislerini öğrenip tatbikte gayet ciddi, uygularken de saygılı olur. Çünkü hadis-i şerifler sıradan bir insan sözü olmayıp,  Yüceler Yücesi(sav)'nin mübarek beyanlarıdır. Her biri mü'minin hayatına ışık tutan nurlardır. Paha biçilmez manevi mücevherlerdir. Sünnetine ve nurlu beyanlarına saygı, şahsına saygı demektir. O(sav)'nun bulunduğu beldeye giden bir şahıs, orada bulunduğu müddetçe daha da saygılı davranmalıdır. İnsan, yaratılmış en şerefli mahluktur. Topyekun insanlara saygılı olmak gerekir. Ancak bu insanlar içinde takvada ileri, Hakk'a yakın, Hakk dostlarına karşı saygının yeri ayrıdır. Onlara karşı itaat ve muhabbette saygılı olunmalıdır. Ana babaya karşı saygı da ciddiyet arzeder. Ana babasına saygılı olan, onlara iyilik eder, dini açıdan yasak olmayan arzu ve isteklerine imkanları ölçüsünde itaat eder. Kur'an 'onlara öf bile demeyin' buyuruyor. Bu ifadeyle onlara saygılı olmak gerektiğine dikkat çekiyor. 
            Velhasıl mü'min herkese, bilhassa üzerinde hakkı olanlara, aile efradına, büyüklere saygılı olmalıdır. Saygısızlık pekçok güzel işleri, amelleri yararsız kılar. Mü'mine yaraşan, Rabbinin değer verdiği herşeye değer verip, saygılı olmaktır. Rabbini seven, O(cc)'nun sevdiklerini sever, sayar. Tazim(saygı) bir varlığı kalbde büyük görmek, onun şan ve şerefini yüceltmek, emrini bütün emirlerin üstünde tutmaktır. Bu tür saygı başta Efendimiz(sav) olmakla beraber, varisleri Hakk dostları mürşid-i kamiller, alim billah olan hakiki alimlere gösterilmesi gereken saygıdır ki, kişi saygısını teslimiyeti, edebi, terbiyesi, nasihatları dinleyip, emirlerine itaatıyla izhar etmiş olur. Allah(cc)'a tazim ise, O'na bu duygu ve hissiyatın en zirvede olanını tahsis etmektir. 
            Beşeriyete saadet reçetesi olarak takdim edilen İslam dininin özü, tazim-i emrillah(Allah-ü Teala'ya ve O'nun bütün emirlerine tazim yani gönülden gelerek boyun eğmek), şefkat-i halkillah(Allah-ü Teala'nın mahlukatına gönülden gelerek hizmet etmek)'tır. Efendimiz(sav)'in Allah(cc)'a tazimi o dereceydi ki, O'nun rızasını herşeyin üzerinde tutardı. En büyük korkusu O'nun gazabına yolaçacak, muhabbetine halel getirecek bir harekette bulunmaktı. Bunun en çarpıcı örneği Taif'ten kanlar içerisinde çıkarken yaptığı şu yakarışta sergilenmiştir; ''İlahi! Eğer bana karşı gazablı değilsen, çektiğim minnetlere aldırmam. Senin lütuf ve ihsanın benim için daha geniştir. İlahi, gazaba uğramaktan, rızasızlığına düçar olmaktan Senin nur-u vechine sığınırım. İlahi! Sen razı ol, o bana yeter. Sen razı olasıya kadar affını diliyorum. Bütün kuvvet, her kudret sendendir Ya Rabb.''
            ''Her kim Allah'ın şeairine tazim gösterirse, şüphesiz bu kalblerin takvasındandır.'' Hacc Suresi(32) İslam, Allah(cc)'ın şeairine saygı ve onlarla Allah(cc)'a yaklaşma esası üzerine kurulmuştur. Şeair; Kur'an, Kabe, ezan, namaz, kurban gibi Allah(cc)'a yakınlık hissi uyandıran, ibadette kullanılan, hislerimizle kavranabilen şeylerdir. Bunlar sadece Allah(cc)'a has kılınmıştır. Onlara gösterilen saygı, ilgi Allah(cc)'a saygı olarak karşılık görecektir. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder