30 Eylül 2011 Cuma

TESLİMİYET

                  Ashab-ı kiramla Hz.Peygamber(sav) arasındaki sevgi ve saygıya dayalı teslimiyet ve eğitim anlayışı, tasavvufta şeyh-mürid ilişkilerinde gündeme gelmektedir. Müridden, şeyhine kayıtsız şartsız itaat ve teslimiyet istenmektedir. Manevi yükselişin, terakkinin, ancak bu muhabbet ve teslimiyetle olacağı vurgulanmaktadır.
        Teslimiyet; boyun eğmek ve inkıyat etmek, itirazsız kabul etmek ve teslim olmak anlamında kullanılan bir kavramdır. 
       Teslimiyet; kader tecellisini rıza ile karşılamak, mukadderatı kabullenmek, başa geleni içe ve dışa bir değişkenlik gelmeden kabullenmektir. 
                 Kur'an-ı Kerim'de bunun en güzel örneğini Hz.İbrahim(as) ve Hz.İsmail(as) dolayısıyla, Hacer validemiz ile ilgili kıssada görüyoruz. Hz.İbrahim(as), bir Allah(cc) emri olarak, kendisini kurban etme işini oğlu Hz.İsmail'e(as) haber verince, O(as), bu teklifi itirazsız kabul etmiş ve baba oğul her ikisi de Hakk'ın emrine teslim olmuşlar. Bu olay çok yüksek seviyede bir teslimiyet boyutudur. Çünkü Hz.İbrahim(as) ciğerpare evladını, Hz.İsmail(as) de canını vermeyi Hakk emri diye itirazsız kabul etmişler. 
                  Teslimiyet; yüksek seviyede bir iman ve sevgi işi olduğundan, sofilerin bir kısmı tasavvufun tanımını bile bu noktadan yapmışlardır. Bu anlamdaki tanımlar şöyledir;
1. Tasavvuf, Hakk'a boyun eğmektir
2. Tasavvuf, nefsi murad-ı ilahiyeye teslim etmektir.
3. Tasavvuf, kovulsa bile, kişinin sevgilinin kapısında diz çöküp, beklemesidir. 
          Tasavvuf, takdir-i ilahiyeye sabır, Allah'tan(cc) gelene rıza ile manen çöller aşmaktır. Kulluk, teslimiyettir. Çünkü Allah(cc), kulunun Kendisinden başkasına kul olmasına asla razı olmaz. Nefsini ilah etmemesi için, hevasının ve duygularının pençesinden kurtulmasını ister. Bütün bunlar teslimiyetle gerçekleşecek şeylerdir. Tasavvufun sermayesi, muhabbet ve teslimiyettir. Manevi terakki teslimiyete, kemal muhabbete bağlıdır. Gerçek muhabbet olmadan, teslimiyet olmaz. Teslimiyet olmadan, terakki olmaz. Terakki olmadan, kemal olmaz. 
              Teslimiyet, sevgiye dayalı bir itaat işidir. Kayıtsız, şartsız teslimiyet denince, mürşidinin uyarılarına tenkitçi bir nazarla bakmadan ve acaba bunların benim hayatımda ne derece faydası olur gibi evhama ve vesveselere düşmeden uymak olarak anlaşılmalıdır. Doktora giden bir hasta, doktoruna ne kadar itimat eder, inanır, onun hastalığını tedavi edeceğine ne kadar güvenirse, o kadar çabuk iyileşir. Müspet anlamda bir önyargının faydası vardır. 
             Şeyhe teslimiyet, ashab-ı kiramın Allah Resulü'ne teslimiyet ve güveni gibi, müridin mürşidinin söylediklerine inanıp güvenmesidir. İnsanın inanıp, güvenmediği kişinin sözünü tutması mümkün değildir. Nisa suresinde. ''Allah'a ve resulüne ve sizden olan ulül emre itaat edin'', buyurulur. Nisa Suresi(59) Mürşid, müridi için manevi ve uhrevi konularda ulül emirdir. Böyle olunca, müridin mürşidine bu anlamda teslimiyetle bağlanmasının şeriatla çatışır bir yanı yoktur. Burada önemli olan, mürşidin kamil olup, olmadığıdır. Kamil bir mürşid zaten insanı Allah'a(cc) kulluk yolunda terbiye eden bir yol gösterici, bir rehber,  irşad eden, insanı kamil ufkuna doğru ilerleten bir Hak dostudur ki, varis-i enbiya denir. İbadet-i taatla marifeti artırmak gerekir. Marifet insan kalbini bütünüyle kaplayınca, muhabbetin doğmasını sağlar. Bunun yolu farz, vaciblere devam, günahları hatta şüphelileri terkle beraber, nafile ibadet ve taatlarla ruhu güçlendirmektir. Bu yolda elde edilen muhabbet, toprağı temizledikten sonra tohum ekmeye benzer. Hadis-i kudside Mevla şöyle buyurur; ''Kulum Bana nafilelerle yaklaşmaya devam eder. Ben onu severim'' , burada anlaşılan odur ki, sevgi kulun gayret ve himmetine göre vehbi hale gelmektedir . 
                    Teslim ve tevekkül birbiriyle orantılı terimlerdir. İnsanın iman etmesi ve İslam dinine mensub bir şahsiyet sahibi olması, Allah-ü Zül Celal'in en büyük ikramlarının başında gelir. Adem(as)den günümüze kadar bu ilahi nimet ile perverde olan ehl-i iman, İslam bereketiyle yaradılışlarındaki öz cevheri koruyarak, kalblerini cümle güzelliklerin, hayırların menbaı ve merkezi haline getirmişlerdir. Daha ileri seviye kazanan salih ve sadıklar da, meleklerden öte ulvi derece ve mevkilere nail olmuşlardır. Böylece hakiki müminler, fıtri ihtiyacı tatmin eden en güzel saadet, selamet ve huzur neşelerine ulaşmışlardır. Şu bir gerçektir ki, her hususta olduğu gibi bu hususta da yani, iman ve İslam, İslam'ın teferruatına dair konularda teslimiyet şarttır. Mümin, teslimiyeti ve ihlası ölçüsünde kemale erer, meleki kabiliyetleri inkişaf eder. Gerçekten de İslam tevhid ile şu fani gurbet alemine öyle bir likaullah(Allah'a(cc) kavuşabilme) neşvesi getirmiştir ki, beşer için bundan daha büyük bir lezzeti manevi yoktur. Onun gönlü ölümün ötesindeki haz ve esrarla doludur. Onun içindir ki, ashab-ı kiram ve onların izinde yürüyen bahtiyarlar İslam'a hep bu neşve yani likaullah aşkı ile sarılarak, canlarını ve mallarını bezletmişler ve beşer takatinin üzerinde bir sebatla, Allah(cc) ve O'nun Resulü'nün yolunda müstakim olmuşlar, böylece teslimiyetin zirvelerine ulaşmışlardır.
               Samimi bir kul haysiyetiyle yaşamak emelinde olanlar, hayatta dini şuura ermek ve ilahi hükümler ışığında bulunmak mecburiyetindeler.Müjdeler olsun o müminlere ki, kalblerine imanı, gönüllerine Kur'an'ı, vicdanlarına güzel ahlakı yerleştirip, ebedi saadetin zevk ve safası içinde yaşamaktadırlar. Zira dünyevi ve uhrevi saadet bundadır. Yani Allah'ın(cc) dinine bağlılık, itaat ve teslimiyettedir. Buna muvaffak olan bahtiyarlar, salihler defterine kaydedilmiş ve Cenab-ı Hakk'ın muhabbet tekrimine mazhar olmuşlardır. İmanın hedefi (la ilahe illallah) tevhidini yaşayarak, yüreği yalnız Allah'a(cc) tahsis edebilmektir. Bu bakımdan iman ve tevhidin idraki, ilmi, ahlaki ve manevi değerlere sahip olmakla mümkündür. İmanın müminde zirveleşmesi, amel-i salih dediğimiz, Allah(cc) rızasını gaye edinen niyet ve işlere bağlıdır. Evet, gönül aleminde buudlaşan iman ve İslam inancı, neşvesi müminin dış dünyasına yansımak suretiyle tezahür eder. Yani mümin, bu iman ve İslam inancını, teslimiyetini ve neşvesini fiiliyata dökerek, amel-i saliha dediğimiz güzel davranışları, ibadet ve taatı, kazaya rızası gibi davranışları ile ortaya koyar. Asr-ı saadetten günümüze kadar teslimiyetini izhar eden Hak erleri, ehl-i vefa kulların örnekleri çoktur. Bunlardan birkaç örnek verecek olursak, başta peygamberler kervanı ki, onlar istisna bir teslimiyet sergilemiş ve en güzel örnek olmuşlardır. Sonra peygamberlerine yakınlıkları, teslimiyetlerinin kuvveti ve imanlarının gücü nispetinde de müminleri görüyoruz. Örneğin zalim firavun tarafından imanları sebebiyle kolları ve ayakları çapraz kesilerek hurma dallarına asılan sihirbazlar, bu büyük zulüm karşısında beşeri bir acziyet gösterip, zaafa düşme endişesi ve korkusuyla ellerini semaya kaldırıp 'Ya Rabbi! Üzerimize sabır yağdır, canımızı müslüman olarak al' diyerek Cenab-ı Hakk'a dua etmişler, şehadetin hazzı, neşvesi içinde şehadet şerbetini içip, Rablerine kavuşmuşlar. Birer samimi müslüman olan ilk İseviler de sirklerde aslanlara yem edilmiş, onlar aslanların dişleri arasında  parçalanma pahasına da olsa tevhidde sebat ile, imanlarını muhafaza etmişler ve tattıkları ulvi lezzetlerin bağrında onlar da şehadet şerbetini aşk ile içmişlerdir. İslam'ın ilk şehidesi Sümeyye hatun(ra) ise vücudunu dağlayan kızgın demirlere bu ulvi hazzın yardımı ile tahammül göstermiş, İslam'ın ilk şehidesi rütbesine nail olmuştur. Kocası Yasir(ra) ise yaşlı, güçsüz bir kimse olmasına rağmen en ağır işkenceye maruz bırakılmış, bir bacağını bir deveye diğer bacağını başka bir deveye bağlayarak adeta kağıt yırtar gibi vücudu parçalanırken o, bu ızdıraba yenik düşmeyerek, iman ve teslimiyetin tezahürünü bütün çıplaklığı ile ortaya koyup, Allah Allah  nidalarıyla şehadet şerbetini içmiştir.
           Bilal Habeşi'nin(ra) durumu malumdur. O da en ağır işkence ve zulüm karşısında Allah nidalarıyla iman ve teslimiyetini izhar etmiştir. Firavunun karısı Asiye Hatun ve kızının dadısı Maişe Hatun, kocası ve çocuklarının da nasıl bir iman, itaat, teslimiyet, sabır kahramanları olduğu tarihlere geçmiş ve müminlere en güzel örneklerden olmuşlardır. Başta Efendimiz(sav) olmak üzere, cümle enbiya ve resuller hayatlarında görülen en ağır çileleri, en acı olayları, imanın, irfanın, kulluğun neşvesi içinde şerbet gibi içmişler maddi manevi hiçbir değişikliğe uğramadan yudumlayıp, sineye çekmişler, duydukları manevi haz tüm acıları özünde eritmiş, adeta acyı hissettirmemiştir. Hz. İbrahim (as), Hz. İsmail(as), Hz.Hacer(ra), Hz. Yusuf (as), Hz.Eyüb(as)'ın kıssaları malum. Hz. Zekeriya (as)'ın ise kavmi tarafından testere ile biçilerek öldürüldüğü rivayetleri mevcut ki, hepsi de imanın neşvesi, İslam'ın coşkusu ve dolayısıyla Rabb'in hoşnutluğuna ve rızasına nailiyet arzusu, Rabb'e kavuşma, aşk-ı ilahinin cezbesi ki herşeyin fevkinde olup, ızdıraplara seve seve katlanmayı ihsan ediyor, imanın, İslam'ın, itaat ve teslimiyetin insana neler kazandırdığının ve asli vatanında felaha sebebiyet vereceğinin en bariz örnekleridirler. Binbir imtihan tecellileri içinde yaşadığımız şu ahir zamanda, ashab-ı kiramdaki likaullah, aşk ve vecd neşvesine ulaştırıcı bir vesile olarak İslam'ın azamet ve büyüklüğünü en doğru şekilde ve layıkıyla anlamaya, idrake ve bu idrakle yaşamaya ne kadar muhtacız. İslam'ın o yıkılmaz ruhaniyet kalesinin kapılarını kasten veya affedilmez bir gafletle düşmana aralamak isteyen alim kisveli hidayet mahrumlarının cirit attığı günümüzde, bu ihtiyacın asr-ı saadet aşk ve vecdi ile yeniden ihyası daha da bir ehemmiyet arzetmektedir. Zira İslam'ın ruhaniyet ve hakikatinden mahrumiyet, sırat-ı müstakim çizgisini zedelemekte ve beşeri gaflet ve dalalet yollarında binbir tuzakla helak etmektedir. Böylece ebedi bir saadet, ebedi bir felakete dönüşmektedir. Peygamber(sav) ve ashabının gönül aleminden nasip alarak, imanın heyecanını aşk ve vecd içinde yaşayabilmek her mümin için en elzem bir gayedir. Takva, gönüllerin bir nazargah-ı ilahi haline gelmesidir. Güzel ahlak, ibadet ve hayr-ı hasenat hep takva tezahürleridir. Velhasıl, iman ve İslam teslimiyet ve tevekkülü, teslimiyet ve tevekkül  ibadet ve taatı, güzel ahlakı, ahkam-ı ilahiyeye riayeti, sünnet-i Resulullah'a ittibayı ve dolayısıyla aşk-ı ilahiyeye, muhabetullah ve mehafetullahın tezahürüne sebebiyet verir ki, bunun en bariz örneği başta peygamberler, ashab-ı güzin ve varis-i enbiya mürşid-i kamillerdir. Dileriz Rabbimiz bizleri de bu kutsiler kervanına ilhak eyleye. Amin.                   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder