23 Eylül 2011 Cuma

TASAVVUF

                  Tasavvuf; bir ölçüde beşeri sıfatlardan sıyrılarak, meleki vasıflar ve ilahi ahlaka bürünme ve marifet, muhabbet, zevk-i ruhani yörüngeli yaşamaktır. Tasavvufun esası; şeriat adabına riayet olup, batınen de o adaba vukuftur ki, zahirinde olan ahkamı batınında duyup, hisseder, hislenir. Batında hissettiği ahkamı da zahirde fiiliyata döker. Böylece iç ve dış ayineleşir. Öz, söz, amel aynı hedefte birleşir. Böyle müşahede ve duyuş sayesinde, o hep edeple yürür, hedefi kollar. 
                 Tasavvuf; marifet-i Rabbaniye'ye açık bir yol ve ciddiyet mesleğidir. Onda laubalilik yoktur. O mesleğin esası, çiçekle kovan arası gelip giden arılar gibi sürekli marifet nakşetmeye, ağyardan kalbi temizlemeye, tabiatı temayüllerinden alıkoymaya, bedeni ve cismani arzulara karşı alabildiğine kapanıp uzaklaşmaya, her zaman ruhaniyete açık bulunmaya ve ömrünü Resul-i Zişan'ın çizdiği istikamette sürdürmeye, Hakk'ın istekleri karşısında kendi isteklerinden vazgeçmeye ve Hakk'a tam bir teslimiyetle teslim olmaya gayret etmektir. 
               Tasavvufun temeli; dinin esaslarına sımsıkı sarılıp, emir ve yasaklarına da hassasiyetle riayet ederek, açlığa,uyanıklığa ihtimam gösterip, elden geldiğince nefsin haz duyduğu şeylerden uzaklaşmaya gayret etmektir. 
                 Tasavvufun faydası; insanın meleki yanlarını inkişaf ettirip, nefsani tarafların zayıflaması ve nefsin tezkiyesi, kalbin tasfiyesi ile insanın kemal doruğuna ulaşmasını sağlamasıdır.
  KAİDE; terk-i dünya, terk-i ukba, terk-i terk.
               Tasavvufun faydası, insanın meleki yanlarını inkişaf ettirip, geliştirmesi ile meleklerden üstün olabilmesini sağlamasıdır, denmiştir.
                 Tasavvufun esası; ibadet-i taate devamla, sathi olan kulluk şuurunda derinleşerek, insan tabiatının önemli bir yanı haline getirilmesi ve insan için ikinci bir yanı sayılan ruhaniliğin elde edilmesiyle, dünyanın kendisine ve bizim hevesimize bakan fani yüzüne karşı, bütün bütün kapanarak ukbaya ve esma-i ilahiyeye bakan çehresine uyanmaktır.
                   Tasavvuf, nihayeti olmayan bir ummandır. Bütün kainatı içine alan ilm-i ilahidir, marifetullahtır. Bu tarif edilmez, ancak herkes anlayışına, nasibine göre söz eder. Tasavvuf; hududu, sınırı olmayan bir ilahi ilimdir. Bu nihayetsiz alemde herkes nasibine göre bilgiler elde eder. Elde ettiği bu bilgi, deryada bir katre mesabesinde bile olmadığına göre, tasavvuf aleminde Allah-ü Azimüşşan'ı kulları, Cenab-ı Hakk'ın kendisine bahşettiği ilim miktarında görüp anlayabilir.
                 Bazı kullar bu geniş marifetullah sahasında aczini anlar, Hakk'ın ilmi, ihtişamı, kudreti karşısında kendinden geçer, gözyaşı döker. Kimisi bu azamet-i ilahi karşısında şaşkına döner, hayrete dalar. Kimisinin, aşk-ı ilahi her tarafını sarar. Mal, mülk, evlad, iyal, dünya herşey nazarından, gönlünden adeta silinir, gider de tek olan Allah'ı(cc) ister. Marifetullah ilminde terakki de; kalb, gönül aleminin parlaklığına, temizliğine bağlıdır. Hak yolcusunda şu dört haslet olursa sünuhat-ı Rabbani gönül alemine bütün bereketi ile, rahmeti ile nüzul eder. O dört esas şunlardır;
1. Kuvvetli ihlas sahibi olmak
2. Samimi istikamet ehli olmak
3. Gayretli sebatkar olmak
4. Tam teslim olmak
                   Tasavvuf ehli; güzel ahlak, sehavet, merhamet, nezaket, tevazu gibi güzel sıfatlarla muttasıfdırlar. Herkesle geçimli olup, basiret ve teenni ile ileriyi görürler. Her hatt-u hareketleri Kur'an-ı Kerim ahkamına, Resulullah'ın(sav) sünnet-i seniyyelerine, adab, ahlak ve ef'aline uygundur. Bunlar Allah-ü Azimüşşan'ı(cc) ve Habib-i Zişan'ı(sav) canlarından, mallarından, evlad-ı iyallerinden daha çok severler.
Tasavvuf hakkında gönül sultanlarının bazı sözleri;
Mahmud Sami (ks) buyuruyor,
Tasavvuf, menşe-i adab-ı erkan-ı şeriattır,
Tasavvuf, Allah'a(cc) farz-ı muhabbet ve terk-i davadır,
Tasavvuf, kimyayı feyz-i iksir-i hakikattır,
Tasavvuf, zikr-i daimi huruc-u masivallahtır,
Tasavvuf; şems-i bedri kamer, nur-u hikmet, cezbe-i ismet, makam-ı hayret, kemal-i rüiyettir. Hülasa; tasavvuf, terk-i dünya, terk-i ukba, terk-i terkdir. Hasılı, terk-i niyettir ve teslimiyettir.
                         Tasavvuf; ciddi, rahmani, ulvi arifler yoludur. Hülasa; Allah-ü Teala ve Tekaddes Hazretleri'nin kendisine cezbettiği ihlaslı aşıklar yoludur. Dürüst, müstakim, saf, her kötülükten müberra gönül ehillerinin yoludur. Hak Teala'yı ve O'nun(cc) sevdiklerini sevenlerin yoludur. Nefisleri ölenlerin, Hak'la var olanların yoludur. Bağrı yanık, gözü yaşlı erenlerin yoludur. Narında hoş, nurunda hoş deyip, teslimiyet sergileyenlerin yoludur.
                    Marifetullah talipleri, aradıkları gönül hoşluğunu ancak tasavvuf ile elde edebilirler. İstifade edilmesi için, niyetlerin halis ve gayretlerin de Allah(cc) rızası için olması şarttır. Ancak seyr-ü süluk yolu ile insan kemale erer, ihlası, gayreti ölçüsünde yararlanır ve Kur'an ahkamını layık-ı vechile yerine getirebilir. Çünkü, nefsi ölmüştür, Hakk'la var olmuştur, dini bilgisi, görgüsü tamdır, edeb ve haya sahibidir, içinde şüphe, vesvese, kuruntu birşey kalmamıştır. Her an Rabbini anar olduğu için gafil değildir. İstikameti kuvvet bulmuştur. Namazı, niyazı, ibadet-i taatı, istiğfarı boldur. Her güzel meziyeti üzerinde topladığı için, Allah'ın(cc) dostu olmuştur. Tasavvuf, manevi bir mekteptir. İstidatlı olup da kabul olunan talipleri, Hak erlerini yetiştirme okuludur. Tasavvuf, nefsi öldürüp ruhta dirilme işi, kitap ve sünnette daha çok derinleşme, insan-ı kamil ufkuna ulaşma yolunda ihsan şuuruna(Allah'ı(cc) görüyormuşcasına ibadet ve kulluk yapma) ermedir.
               Tasavvuf, neticesi itibarıyla insanın kendi aczini, fakrını, hiçliğini kavrayarak, varlığının esasını teşkil eden Hakk'ın vücudunun şuaları karşısında bütünüyle eriyip, yok olmanın ünvanıdır.
               Tasavvuf, insan ruhunun saflaşıp kendi özüyle bütünleşmesi, bütün zaman ve mekanları aşarak bir bilinmez buuda ulaşması keyfiyetidir. Ve ancak bu yolladır ki, her ferdi, mirac-ı nebevi ile açılan kapıdan geçerek, gidip Rabbine ulaşır ve bir nevi miraca mazhar olur. Tabi kendi istidatı ve kabiliyetine göre bir miraca.
            Tasavvuf, İslam hakikatinin insan vicdanında duyulup, hissedilmesi mesleğidir. Bu itibarla da onu, yaşadığı hayatın şuurunda olmayanlar idrak edemeyecekleri gibi, başkalarına ait menkıbelerle teselli olanlar da katiyen anlayamazlar. Tasavvuf, benlik merkezini aşma, her baktığında Cenab-ı Hakk'ın eserini müşahede etme işidir.
             Tasavvuf, Muhammedi bir ifade ile, İslam'ın ihsan derecesinde yaşanması, insandaki nisyan ve ünsiyet gibi zaaf ve illetlerin giderilerek, insan ile ihsan arasındaki engellerin kaldırılması, imandan İslam'a İslam'dan ihsana doğru yükselen manevi terakki seyrinin yakalanması ve insanın ihsana buluşturulması için yapılan her türlü eylem şeklinde tanımlanabilir. Hz.Peygamber'in(sav) ihsan hakkında beyanlarından bazıları şöyledir;
İHSAN; Allah'ı(cc) görüyormuşcasına ibadet etmek, O'nun(cc) gözü önünde yaşanan bir hayatı gerçekleştirmek şeklinde bahsetmektedir. 'Her türlü hareketinizi ihsan üzere yapın, çünkü Allah muhsinleri sever'Bakara Suresi (195)
              ''Allah, yaptığı işi sağlam ve güzel yapanları sever.''Hz.Muhammed(sav)
İHSAN; Birşeyi tam ve mükemmel yapmak, ihlas, murakabe ve itaat içinde olmak, insanlara ve bütün mahlukata bir beklenti içinde olmadan iyilikte bulunmak, kötülük edenlere karşı iyilikle mukabele etmek gibi anlamda da kullanılabilir.
            Tasavvuf, insan fıtratınta mevcud olan ulviliklere ait temayülleri, sohbet, zikir, riyazat ve ihlas ile geliştirerek, ham insandan, insan-ı kamil hüviyetini ortaya çıkarmaktır.
           Tasavvufun bir gayesi de; insanı, elest bezminde Rabbiyle beraber olduğu vuslat iklimine dönme hususundaki arzu, arayış temayül ve istidatını; zikirle temayül ettirerek, şuur altından şuur üstüne yükseltmektir. Bu, kullukta kemale ermektir ki, ayet-i kerimede ''Bilesiniz ki, kalbler ancak Allah'ın zikri ile mutmain olur ,huzur bulup doyum noktasına erişir'' Rad Suresi (28) buyurulmuştur.
            Ve, ''Şüphe yok k,i o kimseler Rabbimiz Allah'tır der, sonra da müstakim olurlar. Onların üzerine melaike nüzul eder, onlar için ne korku ne hüzün vardır. Ey habibim! Sen onları vadedilmiş cennetle müjdele.''  fussilet suresi 30 buyurulmuştur.
             İşte bu müjdeyle müjdelenenler, Allah'ın(cc) veli kullarıdır. Tasavvuf, kendine itimat edilmiş kimselerin tezkiye ettiği bir mürşid-i kavle bağlanmaktır. Mürşidi görmek şart değildir. Onun hayatına, sistemine olanlar mühimdir. Onun şahsına değil, davasına, güzel ahlakına, tavsiyelerine bağlanmak esastır. Nitekim, Hz.Peygamberi(sav) de göremedik. Fakat görmeyişimiz O'na(sav) olan sevgimize, bağlılığımıza asla mani değildir. Ashab-ı Kiramı da görmedik. Fakat sever ve yollarında olmaya çalışırız. Bu açıdan bakarak, Hakk'ı seven ve Hakk'ı tanıtan Hak dostlarını da sevip, saygı duymak gerekir ki, tasavvufun ve şeriatın temel taşları sayılır. Tasavvufta; intisab eden kimseye lazım ve layık olan, sistemin temel esaslarında da, teferruatında da, intisab ettiği veliye benzemektir. Daha sonra intisabın inceliklerine doğru seyir başlar. İntisab ettiği mürşidin kapısının, Allah(cc) kapısı olduğunu kabul eder. O kapıda, sonuna kadar beklemeye kararlıdır. Allah(cc) dostu olan veli, aynı zamanda Resulullah'ın(cc) vekilidir. Salik bu görüşle, saygı ve hürmetini buna istinaden yapar, saygıda ve edepte kusur etmemeye çalışır.
              Ayet-i kerimedeki ''Ey Resulüm! Allah'ı seviyorsanız Bana tabi olun de!'' Al-i İmran Suresi(31) hükmünce salik bilir ki, Allah'ı(cc) sevmenin ve allah(cc) tarafından sevilmenin yolu, Resulullah'a(sav) tabi olmaktan gaçiyor. İşte bu inançla, salik mürşidine tabi olur ve ve sever ki, bu bağlılık, zincirleme bir bağ olup, Resulullah'a(sav) ve esas maksat olan Allah'a(sav) bağlılığa ve muhabbetullaha vasıl eder. Evet, Allah'ı(cc) ve rızasını, muhabbetini arayanlar, O'nu(cc) bulan, rızasına eren Hak erlerini bulurlar. Bu Hak erlerini bulanlar da O'nun(cc) hazinesinin zenginliğine ererler. Bilinmelidir ki, onlara benzemek, dindarlıkta, ahlakta ve amelde olur. Salik, intisab ettiği mürşidine saygısı, muhabbeti, sadakati,  prensiplerine ciddiyeti, cehd ve gayreti, nezaket ve edebi nispetinde istifade eder, kemale erer.
                Tasavvufta eşyaya bakış ise şöyledir ki, eşya bir amaç değil, bir araçtır. Yani, eşyayı Hakk'ın rızasını kazanmaya bir araç olarak görmeli ve değerlendirmelidir. Tasavvuf; nefis terbiyesi, hal işi, kitap ve sünnet içinde kalb ile aklını yoğunlaştırma, ''kalb varlığın merkezi'' o merkezi yoluna erdirme işidir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder