2 Mayıs 2011 Pazartesi

HİZMET

            Her konuda olduğu gibi hizmet konusunda da, olması gerekenlerin başında ihlas gelir. İhlassız her amel batıldır, değeri yoktur. İhlassız amel, adeta ruhsuz ceset gibidir. Onun içindir ki hizmet, pekçok ayette amel-i salih olarak beyan olunur.  Hizmet, Allah-ü Teala'nın ve Resulullah(sav)'ın en ziyade değer verdiği bir ibadettir. Böyle değerli bir amelin kabul olması için, ihlaslı olmaya ve ihlası zedeleyecek şeylerden korunmaya azami dikkat etmek gerekir. İhlası zedeleyen şeylerin başında riya, ucb, sum'a, kibir gibi pekçok manevi hastalıklar gelir. Bu hususta şöyle bir menkıbe anlatılır;
            Hz.Ali(ra)'nin torunu, Hz.Hüseyin'in oğlu Hz.Zeynel Abidin(ra)  ihtiyaç sahibi insanların kapılarının önüne geceleri yiyecek kordu. Bu hizmeti insanların görmemesi için gece yapardı ve bunu uzun yıllar sürdürdü. Halk bu yardımları kimin yaptığını ancak, Hz.Zeynel Abidin(ra)'in vefatından sonra anladı. Çünkü O'nun vefatıyla erzak dağıtımı da son bulmuştu. O muhterem, insanlara hizmet için yaşıyordu adeta. Ömrü boyunca insanlara hizmet etti. Erzak taşımaktan sırtı nasır tutmuştu.
            Efendimiz(sav)' şöyle buyurmuştur; ''Üç şey vardır, onu her yönüyle himayesi altına alır ve onu cennete koyar,
1. Zayıflara merhamet(maddi-manevi zayıflara),
2.Ana-babaya şefkat,
3.Emri altında olanlara iyilik''.
             Yine Efendimiz(sav) bir başka hadislerinde şöyle buyurur; ''Size bir kısım kimselerden haber vereyim mi? Onlar ne şehit, ne de resul; onlar Allah'ın kullarını Allah'a sevdirenler. İnsanlara Allah'ın sevdiği şeyleri sevdirirler, sevmediği şeylerden de uzaklaştırırlar. Allah da bunları sever.''
            Bizler de söyleyeceklerimizi önce kendi nefsimizde uygulayıp; insanlara halimizle, Allah(cc)'ı, İslam'ı, Resulullah(sav)'ı sevdirmeliyiz. Yaşanmadan söylenenler tesir etmez. Onun içindir ki, önce hal sonra kal demiş büyüklerimiz. Bu hususta; dokuz kepçe kal vermektense, bir kepçe hal ver diyerek , konunun ciddiyetini vurgulamışlardır. 
            Efendimiz(sav) şöyle buyurmuşlardır; ''Bugün nasıl ki münafıklar kendini saklıyor; birgün gelecek mü'minler de kafir ve münafıklardan kendilerini saklayacaklar. Yani; namazlarını gizli kılacaklar, dini vecibelerini icra ederken utanacaklar, kadın örtüsünden hicab edecek, aşağılık duygusuna kapılacak ve kafirlerden gizlenme ihtiyacı duyacak veyahut bu hususta utancından İslami kurallara riayetten çekimser kalacaktır. Bunun sebebi, Allah(cc)'ı tanımama, dinin yüceliğini kavrayamamadır. İnsan, dininden ötürü onurlu ve izzetli olmalıdır.
            Allah(cc) bir ayeti kerimede şöyle buyuruyor; ''Allah size ne verdiyse onlarla ahiret yurdunu arayın''. İnsanlara verilen nimetler, maddi-manevi yönleriyle sayılara gelmeyecek kadar çoktur. İnsan gafletinden ötürü çoğu zaman bu nimetlerin farkında olmaz. Halbuki bunca nimet-i ilahiyeye nail olan kulun sorumlulukları çok olmakla beraber, bunlar vasıtasıyla kazanç yolları da pekçoktur(Rabbinin rızası,cennet ve cemalullaha vasıl olma,lütf-u ilahiyeye nailiyet...). Ayette beyan olduğu üzere bu, bir emr-i ilahidir. 
            Kur'an-ı Kerim'de Yüce Allah(cc) şöyle buyuruyor; ''Kim Allah ve Resulüne itaat ederse, işte onlar, Allah'ın nimetlerine mazhar ettiği nebiler, sıddıklar, şehidler, sadık kişilerle beraber olacaklardır.Bunlar ne güzel arkadaştırlar. Bu Allah'tan bir lütuftur. Buna layık olanların kadrini Allah'ın bilmesi yeter de artar'', Nisa Suresi(69-70)
            ''Kim Resulullah'a itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur. Kim itaattan yüz çevirirse,zaten Seni üzerlerine bekçi göndermedik.'' Nisa Suresi(80)
            '' Her kim, güzel bir şefaatte bulunursa, o iyilikten kendisine de bir nasip vardır. Kim de kötü bir hususta şefaat ederse, ondan da kendisine bir pay düşer. Allah herşey üzerine kadirdir.'' Nisa Suresi(85)
             ''Şayet size selam verilirse, siz de ondan daha güzel bir tarzda selamı alın. En azından aynı ile karşılık verin. Şüphesiz ki, Allah herşeyin hesabını hakkıyla arar.'' Nisa Suresi(86)
             Ayetlerde de beyan olduğu üzere peşinen verilen bunca  nimet, şükrü ; şükür de Allah(cc) ve Resulüne(sav) itaati gerektirir. Her bir nimet beraberinde sorumluluk getirir. İnsan bu sorumluluğun şuurunda olduğu nispette fani nimetleri, ebedi nimetlere nail olmada vesile kılmaya çabalar. Efendimiz(sav) bir ömür boyu Allah(cc)'ın kullarına hizmet etmiştir. Bu uğurda pekçok çile, cefa, sıkıntılara maruz kalmış, fakat yılmamış, davasına devam etmiş, insanlığı zulmetten nura çıkarma , içine düştükleri felaketten kurtarma adına akıllara durgunluk verecek zorluklara katlanmış ve bu uğurda herşeyi göze almıştır. O(sav)'na yakın olanlar ve onları takip eden Hakk dostları mücahitler de, imkanları dairesinde bu kudsi vazifeye gönül vermiş, halka hizmeti Hakk'a hizmet kabul ederek, mal-can neleri varsa fisebilillah harcamışlardır.
            Dünya hayatı kah sevinç, kah hüzün binbir med cezirler içinde devam edip gider. Gönül öyle bir misafirhanedir ki; orada yaşanan elem ve ızdıraplar da , sevinç ve mutluluklar da birer misafir hükmündedir. Hiçbiri kalıcı değildir. Bu yüzden mü'minin hadiseler karşısında aşırı sevinç veya aşırı hüzne kapılmadan, fani hayatının huzur ve itidalini bozmaması gerekir. Üsve-i hasene Efendimiz(sav)'in hayatının çileler ve ızdıraplarla geçtiği malumdur. Nitekim kendisi bu halini şöyle beyan eder; ''Allah yolunda hiç kimsenin görmediği eziyetlere maruz kaldım.'' Ancak çektiği çilelerin hiçbiri Allah Resulü'nün metanetini ve muvazenesini bozmamıştır. O(sav) bütün bunları olgunlukla, rıza haliyle karşılamış, gönlü nice ızdıraplar içindeyken , o nur yüzünden tebessüm hiç eksik olmamıştır. O(sav) ne halde olursa olsun hiçbir zaman asık yüzlü, abus çehreli görülmemiştir. Mü'mine yaraşan odur ki, gönül mahzun ve gamlı iken, yüzün tatlı bir tebessümle aydınlanması gerekir. Hz.Ali(ra); '' Mü'minin tebessümü yüzünde, hüznü ise kalbindedir'', demiştir. 
            Bu yolda asıl olan istikamettir. Ölçü keramet değil, istikamet, sünnet-i seniyyeye bağlılık ve teslimiyettir. Allah(cc)'ın verdiği bazı meziyetlere güvenmemek gerekir. Bu yolda en korkunç tehlike; ben demek, nefsinde bir varlık görmek, benlik davasında bulunmaktır. Onun içindir ki, büyükler müridlerini bu hususta hep uyarmışlar, eneden geçmedikçe hüveye ulaşamazsın, ene duvarını yıkmadan Hakk'a yol bulamazsın gibi nasihatlarda bulunmuşlardır. Hakk dostları, zahirini ve batınını ikmal etmiş, kalbi hayatı inkişaf etmiş, Allah(cc)'ın cemali sıfatları tecelli etmiş zatlardır. 
            Bu yolun evliyalarının birinci vasfı edeptir. Onlar kendilerini hep ilahi huzurda bilirler, hiçbir zaman münakaşa ve cedel yoluna girmezler.Bazen Hakk dostlarının nazarı insan üzerinde ciddi tesir eder. Bunun şartı alıcı ve vericinin samimi ve muhabbetli olmasıdır. Böylesi bir nazar, kalbdeki pekçok menfiliklerin yok olmasına sebep olabilir. Nazarın, yani bakışın insan üzerinde etkili olduğu bir gerçektir. Bu bakış menfi yada müsbet olabilir, durum ve kişiye göre önem arzeder. Nazar etkisi hayvanlarda da vardır; su kaplumbağalarının,bakışlarıyla yumurtayı çatlattığı söylenmektedir.
            Rabbini seven, Resulünü seven, üstadını seven kişi onların sevdiğini sever. İlmin fevkinde firaset vardır ki; firaset, olayların perde arkasını görebilmek yani idrak edebilmektir. Onun içindir ki, firaset ehli kul, her olayı değerlendirendir. Canlı bir Kur'an olun ve Kur'an'ın izzetini koruyun. İlimle samimiyet birleşirse faydalı olur, muamelata dönüşür. Samimiyetsizlik ilimden fayda sağlamayı engeller. Kıymet bilinmediği için vebal alınır. Kur'an böylelerini 'sırtında kitap taşıyan merkebe' benzetmiştir. Efendimiz(sav) de ''Allah'ım! Fayda vermeyen ilimden Sana sığınırım'', diye dua etmiştir. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder