5 Mayıs 2011 Perşembe

ŞÜKÜR

            Bahşedilen nimet-i ilahinin sınırı olmadığı gibi, şükrün de sınırı yoktur. Sınırsız nimet, sınırsız şükrü gerektirir. Hatta şükür de şükre muhtaçtır. Şükredebilme istidadını ihsan eden ve Şekür esmasıyla tecelli eden Cenab-ı Hakk'tır. Bu hakikatı gözönünde bulundurarak daima hamd ve şükür halinde olmamız gerekir. Bu durum da tevazuyu, mahviyatı, merhameti beraberinde getirir. Şükür, yalnız dille ikrar demek değildir.  Kısaca şükür; kalbde nimet-i ilahiyeyi idrakle, kalben tasdiki ve o nimetleri Cenab-ı Mevla'nın rızası doğrultusunda kullanmayı gerektirir. Her konuda olduğu gibi,şükür de isbat ister. Şükrün zıddı nankörlüktür, isyandır, Hakk'ı halka şikayettir.
            Bir köpeğin dahi sadakati var. Kendisine verilen bir parça kemik karşılığında eve, cana, mala bekçilik yapıyor. Böylece kendisine verilen ikramın bedelini ödüyor. İnsan, manen ve maddeten ihsan edilen her nimetten sorumludur. Hizmet etmekte sınır yoktur. Her mü'min imkanları ölçüsünde hizmet edecek, malından, canından, rahatından feragat edecek. Hizmeti ibadet heyecanıyla sürdürmeliyiz. Hizmet bizi asla yormamalıdır. Eğer yoruluyorsan, bir eksiklik var demektir. Böyle bir durumda 'yoruldum, dinleneyim' demek yerine belki, hizmet değiştirilir.
            İslam; inceliktir, zerafettir, fedakarlıktır, gönül almadır, şefkat ve merhamettir, isar ve ihsan ehli olmaktır. Teveccüh, karşısındakine sevgi ve şefkatle bakmaktır. Bu durum, mü'min bir yana diğer mahlukatta dahi etkisini gösterir. Sevginin, şefkatin, merhametin olmadığı yerde ne hizmet, ne de hizmetten fayda beklemek muhaldir. 
            Mü'minin kalbi daima dua halinde olmalıdır. Cenab-ı Hakk buyuruyor; ''Duanız olmasa ne kıymetiniz var''. Dua, şartlarına uygun yapılmalıdır. İnsan, kalbinde hissettiği acziyetini dua ile izhar, diliyle ikrar eder. Dua aynı zamanda başlı başına bir ibadettir. Her hayırlı duaya bir karşılık vardır. Fakat her duanın karşılığı bizim istediğimiz gibi tecelli etmez. Cenab-ı Hakk'ın dilediği olur. Bazı duaların karşılığının ahirette, çeşitli ecirler olarak verileceğine dair hadisler mevcuttur.
            Bazı hadiseler , yapılan yanlışlıkların bedeli olarak gelir ki, böyle zuhur etmesi de bir ihsan sayılır. Cenab-ı Hakk ahirete bırakmayıp, yapılan yanlışlıkların bedelini burada ödetir. Bazıları da imtihan olarak gelir.
            Yusuf(as)'ı kardeşleri hırsızlıkla suçladılar. Burada ciddi bir sır var. Hz.Aişe(ra) anamıza iftira attılar. Bu hadiselerden ibret alarak, en ufak töhmet altına girmemeye dikkat etmeliyiz. İnsan itibarını kaybederse tekrar itibar kazanmak çok zordur. O çatlak hep göze çarpar. Onun için mü'min daima teyakkuz halinde olmalıdır. Kalblerde güven zedelenirse onu izale etmek çok zordur.
            Yusuf(as)'ın metodu en doğru olanıdır. O(as), kardeşlerinin yaptığı kötülüğe karşı iyilikle davranıyor. Onları tövbeye yönlendiriyor. Kendisi de onların affı için dua ediyor. Çünkü üzerinde Allah(cc)'ın hakkı var, babanın hakkı var. Onun için kardeşlerine Allah(cc)'ın rahmetini hatırlatıyor. Yakub(as)'ın 'sizin için dua edeceğim' deyip, hemen dua etmemesinin sebebi hakkında ise iki görüş var. Bir görüşe göre; duasını seher vaktine bırakması, diğerine göre de önce günahkarların tövbe etmesi gerektiğidir.Bu kıssalardan alacağımız pekçok ibretler vardır. Ebu Talib'in iman etmemesi sırf enaniyet, kibir yüzündendir. 'Kadınlar ayıplarlar' demiş. Kadınlar hayra da, şerre de sebebiyet vermede daha etkilidirler. Cennet, saliha kadınların ayakları altındadır. Kadının hususiyeti hayra da, şerre de meyyaldir. Onun için kadının eğitilmesi zaruridir. İki alemin refahında saliha hanımın rolü büyüktür.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder