26 Mayıs 2011 Perşembe

TEVAZU EHLİ OLMAK

            Tevazu, alçak gönüllü olmaktır. Kibrin zıddıdır. Mü'min, tevazu ehlidir veya olması gerekir. Tevazu ehli olan insan aynı zamanda şefkatli, merhametlidir de. Herkesle iyi geçinir, kolay kolay kırmaz ve kırılmaz. Kendini başkalarından üstün görmez. Kusur araştırmaz, insanları daima müsbet yönleriyle değerlendirir. Her konuda olduğu gibi, bu konuda da Efendimiz(sav) en güzel örnektir.
            O(sav), tevazu içerisinde bir hayat yaşamıştır. Birgün Kendisine karşı çekimser  davranan bir şahsa, ''Benden niye çekiniyorsun? Ben kuru et yiyen, fakir bir kadının oğluyum'', buyurarak, tevazuda doruk noktada olduğunu sergilemiştir. Tevazu ehli aynı zamanda, rıfk ve mülayemet sahibidir. Bu vasıflar birbiriyle irtibatlıdır ve mü'mine has sıfatlardır. Bu hususta Efendimiz(sav) buyurur; ''Ya Aişe! Kim ki mülayemet, rıfk ve itidalden nasibini almışsa dünyanın da, ahiretin de en hayırlı metaına nail olmuş demektir. Rıfk, mülayemet, tevazu güzel ahlaktan bir şubedir.''
            Tevazu ehli olmanın yolu; Allah(cc)'a imandan sonra, benlikten geçmek, eneyi yenebilmekledir. Benlikten geçmeyen gururlu insan, tevazu sahibi olamaz. Dünyevi makam ve mansıplar insanı şımartmamalı, kendini unutturmamalıdır. İnsan kral da olabilir, kır bekçisi de. Bunlar, insan olmakta müşterektir. İnsanın içinde bulunduğu konum, onu bir başka varlık haline getirmemelidir. Dolayısıyla insan her zaman ve zeminde, kendisini insanlardan bir insan olarak kabul etmelidir. Her davranışıyla üsve-i hasene olan Efendimiz(sav)'in Mekke'yi fethedip, şehre girerken büründüğü tevazu hali dillere destan olmuştur. O(sav), biniti üzerinde öylesine iki büklüm olmuştu ki, neredeyse başı bindiği hayvanın eğerine değecekti. İşte O Şanlı Nebi, O Şanlı Belde'ye böyle tevazu içinde girmişti. Efendimiz(sav), ''Kim tevazu gösterirse, Allah onu yüceltir'', buyurmuştur. 
            Bir defasında Hz.Ömer(ra)'e '' Kardeşim! Duana bizi de ortak et'', buyurarak tevazusunu ortaya koymuştur Efendimiz(sav). Melek O'na gelerek, ''Ya Resulallah! Allah'ın selamı var. Melik peygamber mi olmak istersin, yoksa kul peygamber mi olmak istersin?''. Allah Resulü, Allah(cc)'tan gelen bu teklife 'Kul peygamber olmak isterim', cevabını verdi ve bir melik değil, kul-köle olmayı tercih etti. Evet O(sav), peygamberliğinden evvel hep aynı mahviyet, tevazu içinde Rabbine kul-köle olmaktaydı. Resulullah evvel-ahir hep Allah(cc)'ın kulu, kölesi olmuştur. Ubudiyet O'nun asli vasıflarındandır. O(sav) kulluğu tercih edince, Allah(cc) da O'nun kulluğunu, O'na baş tacı yaptı. O(sav), Allah(cc)'ın kulu ve Resulü'dür. Önce kul oldu, sonra Resul oldu. Kulluk; peygamberlik, Resullük ve risaletinden önce gelir. 
            Karşısında tevazu ve mahviyatla kulluk şuurunda olup, teslim olan kullar hakkında Allah(cc) buyurur; ''Sana tabi olanlara tevazu kanadını indir''. Şuara Suresi(215)
             Bu husus; kalbi bir ameldir veya kalbte duyulup, hissedilen, sonra çeşitli sebeplerle meydana çıkan bir vasıftır. ''Rahman'ın has kulları yeryüzünde alçak gönüllü olmanın örneğidirler. Cahiller kendilerine takılırsa 'selametle' derler'' Furkan Suresi(63).  Allah(cc), kulun kendisine gönderilene gönülden boyun eğmesini istemektedir. Böyle davrananlar methedilmiş ve ahiret yurdunu haketmişlerdir.
            Efendimiz(sav) bu hususta şöyle buyurmuştur;
            ''Kul tevazu edinse, Allah onu yedi kat göklere yükseltir.''
            ''Kerem takvadır, şeref tevazudur. Yakin ve sağlam iman ise istiğnadır.''
            ''Tevazu, insana ancak yücelik getirir. Tevazu ediniz ki, Allah-ü Teala da size rahmet etsin.''
        ''Ümmetimden alçakgönüllü olanları gördüğünüzde, sizde onlara tevazu gösterin. Fakat kibirlerini gördüğünüz zaman, siz de onlara karşı kibirlenin. Zira kibirliye karşı kibriniz, onları hakir ve küçük düşürmektir.''
            ''Allah için affedenin ancak izzeti ve şerefi arttığı gibi, tevazu göstereni de Allah yüceltir.''
        ''Zillete düşmeyecek şekilde tevazu gösteren, meşru kazancını meşru yola sarfeden, düşkünlere acıyan, fakir ve hikmet ehliyle düşüp kalkan kimseye müjdeler olsun.''
            ''Allah için tevazu edeni Allah yüceltir, kibirleneni ise alçaltır, iktisat edeni zenginleştirir, israf edeni fakirleştirir, Kendisini çok ananı(zikir ehli) da sever.''
            Kulun gönlünde tevazu varsa bu amelinde tezahür eder, davranışlarında kendini gösterir. İblis; bilgili, imanlı, ibadet ehli olmasına rağmen, kibri yüzünden lanete müstehak olmuştur. Tevazunun zıddı kibirdir. Kendinde varlık gören, başkalarına tepeden bakan bir kalbte tevazu aramak muhaldir. Tevazu üç ana kaynakta mütalaa edilir; hal, kal, fiil. Tevazu başta Yüce Yaradana karşı olandır ki, azamet-i ilahi karşısında insanın, acziyetini idrak etmesi ve haddini bilmesidir. Bunun en bariz örneği iblisle Adem(as)'ın imtihanlarındaki durumlarıdır. Her ikisi de bir şekilde bu imtihanı kaybetti. Ancak iblis kibrinde diretti, tevbe etmedi, lanete müstehak oldu. Adem(as) ise hemen hatasını anladı, binbir pişmanlıkla Rabbine yalvardı, gözyaşlarıyla iki büklüm oldu, özür diledi ki bu haliyle insanlara kulluk ve tevazu örneği oldu. İşte Adem(as)'in bu hali affına sebep olurken, iblisin kibri lanete sebep oldu.
            Tevazu; cümle enbiya, resul ve evliya-i kiramın ortak vasfıdır. Tevazu, mü'minde en mümtaz vasıf olmalıdır. Hal-i tevazu, insanın gönül dünyasıyla ilgilidir. Diğer vasıflarda olduğu gibi bu da ağacın kökü misalidir. Kök ne kadar sağlam ve güçlüyse o nispette zahirde de kendini gösterir ki, kalinde yani konuşmasında, beyanında ; fiili denilen davranışlarında tezahür eder. Tevazu ehli Rabbi karşısında engin bir tevazu içinde olup, hiçbir hayırlı fiili nefsine mal etmez, Rabbinin ihsanı olarak değerlendirir. Kendini hep sıfırlar, eneden geçer. Velhasıl 'ene kalkarsa aradan, kalır seni yaradan' şuuruna ulaşır.
            

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder