4 Mayıs 2011 Çarşamba

ALLAH(CC)'A DOST OLMAK

            Cenab-ı Hakk'a kulluk görevimizi yerine getirme hususunda iki düşman, iki engelle karşı karşıya kalıyoruz. Bu düşmanları  bertaraf  edip, engelleri aşabilmemiz nasıl mümkün olacak? Hz.Mevlana 'firavun da melek de senin kalbinde' buyuruyor. İnsan iki uçlu bıçak gibi, hayra da şerre de istidatlıdır. Bu durum hemen her hadisede, her olayda, her yaratıkta mevcuttur. Bir ilahi kanundur. Hayrihi ve şerrihi min Allah-ü Teala derken bunu anlıyoruz. Hayrı da şerri de yaratan Alemlerin Rabbi'dir. Böyle olmasında pekçok hikmetler vardır. Şu dünyamız hem cennetlere , izzete ve şerefe nailiyata vesile olur. Hem de cehenneme, zillete, kahr-ı ilahiyeye müstehaka sebep olur. İnsanın iradesi sahibine izzet de kazandırır, zillete de düçar eder.
            İnsanın başına bir bela, sıkıntı geldiğinde kul; tevbe-istiğfarla, sabırla, rızayla karşılarsa, bu ibtila onun için belayı hasene olur. Aynı durum karşısında insan; isyan, tuğyan ederse onun için de belayı seyyie olur. Kişi, hayırla şerrin içiçe olduğu bir hayatta yaşam mücadelesi vermek mecburiyetindedir. Bu nedenle mü'min çok uyanık, ferasetli olmalıdır ki, şerlerden korunsun, hayırlı bir hayat yaşasın. Bilhassa nefs-i mülhimede ilhamlar artar, insanın kalbine melek de ilham verir, şeytan da. Bu ilhamlar karşısında kul ne nispette ferasetli,ciddi, samimi olursa ilhamların kimden geldiğini anlar ve ona göre değerlendirir. Bu durum nebatat için de geçerlidir.
            İnsan; ünsiyet eden, isyan eden ve unutan manalarına gelir. Mü'mine düşen salihlerle beraber olup, hayırlı işlere sarılmaktır. İlklerde zorlanılsa bile, zamanla ünsiyet peyda eder ve kolaylaşır. Şer için de aynı şey sözkonusudur. Nefis şerre daha meyyal olduğu için, daha çabuk ünsiyet eder ve kolayca tatbik eder. 
           // Cenab-ı Hakk kulundan kendisine dost olmasını istiyor. Ayette 'Allah onları sever, onlar da Allah'ı sever', buyuruyor. Tevhidde önce 'la ilahe' diyerek menfileri yani masivayı yok etmek, sonra 'illallah' diyerek o arınmış mekana Tek olan ilahı oturtmak gerekir ki, hakiki tevhide ulaşılmış olsun. Suyu kaba koymak için, öncelikle o kabı temizlemek gerekir. Kap temiz değilse, o su temiz de olsa içilmez, faydalanılmaz. Kalbdeki masiva, kaplardaki pislik gibidir. Onun içindir ki, tasavvufta temel kaide kalb tasfiyesi, nefis tezkiyesidir. Şehadetin mekanı da kalbdir. Temizlenmesi elzemdir. Dostunu kirli, karmakarışık, dağınık bir mekana davet edemezsin. Mevlamız kalblere nazar ediyor. İmanın mekanı kalbdir. O mekan ki, nazargah-ı ilahidir.
            Kalbi kirleten necis şeylerin başında, şirk gelir. Efendimiz(sav)'in şirk-i sağir dediği tehlike sözkonusudur. Bu da amelde şirktir; buna riya denildiği gibi, ihlassız tüm amellerde şirk-i sağir tehlikesi mevcuttur. İnsanların meth-ü senasını kazanmak ve insanların gözünden düşme endişesi gibi niyetlerle yapılan ameller ve menfi niyetler, riya, dünya sevgisi, baş olma sevdası, kibir, ucb, sum'a, hased, gaflet uykusu, merhametsizlik, nefisperestlik, vs pekçok kötü vasıflar kalbin en zor hastalıklarındandır ve bunlar devam ettikçe adeta kanayan bir yara gibi, maneviyat sürekli kan kaybeder ve yaralar büyür. Efendimiz(sav) bir hadislerinde, 'Ümmetim için en çok korktuğum şey, gizli şirktir', buyurmuştur.
            Kul  günah işleyince, kalbde bir kara nokta oluşur. Kul günaha devam ederse, bu noktalar çoğalır, nihayetinde kalbi kaplar da Allah(cc) nurunun tecellisine hicab olur, yani nur-u ilahiden mahrum olur.Nurdan mahrumiyet mazallah, rahmet-i ilahiden mahrumiyettir ve pekçok mahrumiyetleri beraberinde getirir. İşaret edilen bu kalbi marazlara mübtela mıyız veya  hastalığımız ne nispette? Muhasebesini yapmamız gerekir ki bir an evvel telafi çarelerine başvuralım. Çünkü, hasta ve kirli kalble Allah(cc)'a dost olunmaz.
           // Rabbimiz 'Errahman, allemel Kur'an' diye devam eden surede nasıl bir Rahman olduğunu beyanla, Rabbinin bunca nimetlerini nasıl inkar edersin ikazında bulunuyor. Kur'an ,Cenab-ı Mevla'nın Rahmaniyetinin bir tecellisidir. O Kur'an'a muhatap olma, algılayabilme, öğrenebilme yalnız insana ihsan edilmiş bir lütf-u ilahidir. Bu lütuf karşısında ne nisbette duyarlıyız? Hem kendimize hem diğer varlıklara merhametimiz ne boyutta, muhasebesini yapıyor muyuz? Ayet-i kerimede 'Kendi ellerinizle, kendinizi ateşe atmayın' buyuruyor Cenab-ı Hakk. Bu hususta muhasebe yapabiliyor muyuz?
            Yunus(as) üç gün daha beklemesi gerekirken beklemediği için, balığın karnına atılarak cezalandırılıyor. Adem(as) yasaklanan meyveyi yediği için cennetten çıkarılıyor ve pekçok zorluklar, mahrumiyetler yaşamaya mecbur oluyor. Bu kıssalardan ne nispette ibret aldık? Sonra, duaları kabul oluyor, affa mazhar olunuyor. Dua da kabule muhtaç. Bu da rahmetin tecellisi ile netleşecektir. Yani duanın kabul olması, Cenab-ı Hakk'ın Rahmaniyetiyle orantılıdır. Maddi-manevi nimetler, rızıklar, cennetler, affolmalar, izzet-ikram, dostluk, huzur, iki cihan saadeti rahmet tecellileri olduğu gibi insan olma, İslamla buluşma, iman, Kur'an, ahirzaman peygamberine ümmet olma, bu nimetlere vasıl olma gibi sayılara gelmeyen ihsan-ı ilahiler birer Rahmaniyet tecellisidir.
            Bu Rahmaniyet karşısında durumumuzun, duyarlılığımızın, ferasetimizin, şükrümüzün, merhametimizin muhasebesini yapıyor muyuz? Herbir nimet kendine has keyfiyetiyle şükür ister. Mevla buyurur; 'Nimetlerime şükrederseniz, nimetimi artırırım. Nankörlük ederseniz, azabım çetindir'. Bu ikazlar karşısında sorumluluklarımızın idrakinde miyiz?
            //Mümin güvenilir ve eman veren kimsedir. Bu hususta insanlara ne kadar güven verebiliyoruz? Bize sığınana, yardım talep edene ne kadar yardım ediyoruz? Buna en güzel örnek muhacir ve ensarın emanıdır.
            //Cenab-ı Hakk'ın cemali sıfatlarının tecellisi Peygamberimiz(sav)'le, ne kadar ünsiyet edebildik? Allah(cc) yarattıkları içinde en çok Peygamberimiz(sav)'i seviyor. Habibullah vasfıyla vasıflandırıyor. Böyle bir peygamberin ümmeti olma şerefinin ne nispette idrakindeyiz? Muhasebesini yapıyor muyuz? O Efendimiz(sav)'e ünsiyetimiz ve muhabbetimiz, sünnetine bağlılığımız ne ölçüde? Bu sualleri nefsimize, vicdanımıza sormalı ve sık sık muhasebe yapmalıyız. Kendimizi yenilemeliyiz. Üsve-i hasene olan Efendimiz(sav)'e ne kadar uyma arzusu ve gayreti içindeyiz? O(sav) ki tarlada yakılan otları görünce, orada yanan sineğe böceğe olan merhametini izhar ediyor. Çünkü O(sav) alemlere rahmet olarak gönderilmiştir. Peki bizler O(sav)'nun merhametinden ne nispette hisse alabildik, vasıflarıyla, sıfatlarıyla ne nispette tezyin olabildik? Bunun muhasebesini yapıp, daimi uyanık olmaya çalışmamız zaruridir.
            // Yaradılmışlarla ne kadar ünsiyet içindeyiz? Mahlukatın insan için yaratıldığının farkında mıyız? Rivayet edilir ki, evinde barındırdığı bir kediyi, kızgınlığından aç bırakan bir kadın, kedinin ölümüne sebep olduğu için cehennemlik olur. Yine kötü yolda olan bir başka kadın ise, kuyudan ayakkabısıyla su alarak bir köpeğin susuzluğunu giderir ve Mevla ona hidayet yollarını açar, salihler kervanına katar, cennet ehli bir kul olur. Bunları bize Efendimiz(sav) bildirmiştir. Zarar veren haşeratı usulünce öldürme izni vardır. Zararsız mahlukata zarar vermek, vebaldir. Elimiz altındaki mahlukatın haklarına riayet etmek şarttır. Yoksa sorumluluğu büyüktür. İmtihan dünyasında insan kedi-köpekle de imtihan olabilir.
             İnsan, kendisine yapılan kötülükleri unutacak ve kötülükleri de terk edecek.Üns-ü billah yani Allah(cc)'la ünsiyet içinde olacak. Allah(cc)'ı unutup nefsine zulmetmeyecek. Şeytanın maskarası olmayacak. Bu dünya gezme, eğlenme yeri değil. Zorluklar dünyada, rahat öbür alemde. Dünya çalışma, çabalama yeri. Cennet diplomasını, rıza-i ilahiye diplomasını burada alacağız inşallah. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder