3 Kasım 2011 Perşembe

NEFİS İLE İLGİLİ MALUMATLAR

            ''Nefsini tanıyan Rabbini tanır!'' İnsan nefsini nasıl tanıyacak, nefis ne demektir? Bu dünyaya ne için geldin? Nereden geldin? Nereye gidiyorsun? Mevla seni ne için yarattı, saadetin ve şekavetin nedir? İnsan bu sorularla başbaşadır. Bu sorulara cevap verme mesuliyetindedir. Her akl-ı selim kişi bu soruları nefsine sorup, cevabını arama mecburiyetindedir. 
            Nefsin kısaca tarifi; beden ve bedeni hisler, arzu ve istekler, dünya meftunu olma gibi hususlardır. ''Kim Rabbinin azametinden korkup, nefsini heveslerin sevkettiği kötülükten alıkoymuşsa, varacağı yer elbette cennettir.''
''Heva ve hevesini kendine ilah edineni gördün mü? Yoksa çoklarının söz dinlediklerini veya aklettiklerini mi sanıyorsun? Onlar gerçekten davarlar gibidirler, belki de daha sapık yolludurlar.'' 
''Nefsini düşman bil, zira o, bana düşmanlığı sebebiyle karşıma dikildi.'' Hadis-i kudsi
            Hak katında nefis ile cihad ve ona muhalefet cihad-ı ekber olur. Zararlı, tehlikeli olan, cihad edilmesi gereken nefsin hevasıdır. Dini bir terim olarak heva, nefsin şer-i şerifin muktezası hilafına meyletmesidir. Yani emirlere riayet, nehiylerden içtinapta boyun eğmemesidir diyebileceğimiz gibi, dünyaya, fani şeylere gereğinden fazla meyletmesi de denilebilir. En büyük zararı, ''Hevaya uyma, seni Allah yolundan saptırır'' ayetinde beyan edilmiştir. ''Nefsin hevasını terk edenin, nehyedenin gideceği yer cennetin ta kendisidir.''
            Heva nedir? Nasıl tanıyacağız? ''Kim de, Rabbinin huzurunda duracağından korkar ve nefsini arzularından alıkoyarsa, şüphesiz, cennet onun sığınağıdır.'' Naziat Suresi(40-41) Heva, kuru kuru bir meyil demek değildir. Hakkın hilafına istek ve sevgiyle meyletmektir. İşte esas heva kısaca budur. Heva denilen hisler ve hevesler başıboş, serbest, kayıtlardan uzak ve duygusal hareketleri ön görürler. Bağlılık, düzen, disiplin, murakabe ve muhasebeden hoşlanmazlar. Oysa insan başıboş bir hayatın değil, her yönüyle hesabı verilecek ömrün ve hayatın sahibidir. Bu sebeple kayıtsız, başıboş isteklerin, en esaslı kayda, vahye bağlı kılınması dünyada huzuru sağlayacağı gibi, ahireti kazanmanın da tek çaresidir.
''Arzularınız benim getirdiğim İslam gerçeğine uymadıkça, hiçbiriniz olgun mümin olamazsınız.'' Bu hadis-i şeriften anlaşılıyor ki, Hz.Peygamber'in(sav) tebligatı içinde yer alan emirlere ve nehiylere uymayı his ve heveslerine kabul ettirmemiş olanlar, olgun mümin olamazlar.
            Allah(cc) saygısı ve sevgisi Peygamber'e(sav) uymakla ispat edilirken, his ve heveslerin peşine takılmak, sonu gelmez hatalara, bid'at ve hurafelere, telafisi mümkün olmayan dini ve dünyevi zararlara düşmek olur. Hadis-i şerifte pek beliğ ve net bir şekilde ifade edildiği gibi, Hz.Peygamber'in(sav) getirdiklerine uymayı his ve heveslere kabul ettirmek, O'nun(sav) hükmüne rıza göstermeyi, sünnetini yaşamayı, davasına sahip çıkmayı, her yönden O'na(sav) teslimiyeti ve böylece nefsin esaretinden kurtulup iman hürriyetine kavuşmayı gerektirir. Bu da aynı zamanda arzuların hürriyeti ve mutluluğu demektir. Hadis-i şerifte ''Nefsin haklarına değil, helal olmayan hazlarına mani olmak'' şeklinde tanımlanan mücahadedir.
            İnsan, yalnız nefis dediğimiz beden ve bu bedene ait his ve arzulardan ibaret değildir. Bilindiği gibi bir de ruha sahiptir ki, bedeni canlı tutan ruhtur. Ruh bedenden ayrıldığı an, ölüm dediğimiz hadise meydana geliyor. Ruh ölümsüzdür. Eğer bir ölü varsa, o da cesettir. Nefis denen bu ceset ve cesede ait hisler arzularda yok olmaya mahkumdur, fanidir. İşte fani olan bu beden ve bedeni hisler başta da belirtildiği gibi başıboşluktan hoşlanır. Hiçbir bağlılık, disiplin, emir altına girmekten hoşlanmaz. Oysa bir de insanın ruhu var dedik. Ruh da ruhlar aleminden gelip, geçici olarak bu bedenle birleşmiş, nefis nasıl dünya ve bedeni arzu isteklere meyyalse, ruh da kendine has arzu ve hislerle ukbasına, asli vatanına tertemiz gitmeye hatta ukbasına ait kazançlar sağlamaya meyyaldir. Evet, onun arzusu da yaratan Rabbine karşı ruhlar aleminde verdiği kulluk ve teslimiyet sözünü yerine getirmektir. Arzu ve istekler böylece iki kanala ayrılıyor. Biri nefsin bedenin arzu ve istekleri, ikincisi ruhun arzu ve istekleri. Ekseri bedeni hisler galip durumdadır. Sebebi ise bedenin hisleri ve arzuları, içinde bulunduğu şu dünya hayatında bulunup, tatmin ediliyor. Nefis tezkiye edilmez, Rabbi tanıtılmaz, disipline tabi tutulmazsa, iç içe yaşadığı ruhun durumu, hakları konusunda uyarılmazsa, adeta bir hükümdar gibi tahta oturur, arzu ve isteklerinin yerine gelmesini talep eder. Ve öyle hale gelir ki, hisler aklın önüne geçer. Adeta hisler kalın bir sis tabakası gibi aklın, mantığın arasını kapatır. Ve bu nefis sahibi kişi zaman zaman behami hislerinin esareti altında, sanki akıldan, mantıktan yoksunmuş gibi davranışlar sergiler. Artık hisler nefs-i emmare denilen, ardı arkası bitmeyen arzu ve şehvetinin kurbanı olur. Bu tür nefis sahibi, er geç dünyada rezil, ukbada da kahr-u perişan olma tehlikesi ile başbaşa kalır. Kur'an-ı Kerim'de 'nefislerini ilah edinenler' diye nitelenenler bu ve benzeri insanlardır.
            Ruha gelince, şu bedenin içinde adeta bir konuk durumunda. Onun vatanı burası yani, dünya olmadığından o bu dünyanın cazibesiyle ilgisi olmayan, dünyaya ait hiçbirşey ona huzur sağlamayan, bu yabancı alemde esir düşmüş, hürriyetini kaybetmiş bir zavallı durumundadır. Evet ruh, nefse esir düşmüş. Bu esaretten nasıl kurtulacak ve ruh nefsi tahttan indirip, kendisi hükümdar olabilir mi? Muhakkak ki olabilir. Başta imanla, ondan sonra nefse haddini bildirme, yaradanını tanıtıp, başıboş olmadığını, her istediğini istediği şekilde yapma selahiyetinde olmadığını ikaz edip, ıslahına çalışmakla. Evet, Yüce Yaratıcı'nın yaratıp düzenlediği bu bedeni, hisleri, duygu ve düşünceleri, yine O'nun(cc) bildirdiği kanun ve kurallar çerçevesinde kullanıp, taşkınlık etmeme, yasaklardan uzak olma mecburiyetinde olduğunu hatırlatmayla. Bunların birer emanet olduğunu, bu emanetlerin sahibinin bildirip, tarif ettiği şekilde kullanılması gerektiğini bildirmeyle. Nefsi disiplin altına alma ise, Rabbül Alemin'e ait mesajları tanıtarak yani, Kur'an-ı, dini, Resul-ü Zişan'ı, sünnet-i seniyyelerini tanıtıp, kurtuluş ve saadetin, felaket ve rezaletin neler olduğunu öğrenip, öğreterek ikazlar, uyarılarla nefsin ıslahına çalışmakla, uyarıları dinlemediği, serkeşliğe devam ettiği takdirde onu cezalandırmakla, zaruri ihtiyaçlarının dışında isteklerine muhalefet etmekle nefis ıslah edilirse, biiznillah ruhta canlanır, harekete geçer. Derken o da kendine has ulvi arzu ve isteklerini, ihtiyaçlarını, gıdalarını dile getirir. Kısmen de olsa nefsin esaretinden kurtulmuş olan ruh rahatlar. O da yavaş yavaş arzularını yerine getirmeye koyulur. Ruhun arzu ve istekleri nelerdir dersen, onun arzusu Rabbine arızasız kulluk, Rabbinin ona emrettiği ve ondan talep ettiği taat ve ibadetlerle beraber, marifetullahta derinleşme gibi manevi gıdalarla gıdalanma. Rabbinin bildirdiği ukbasına ait bütün güzellikleri özünde toplama. Bu iki zıt varlık, yani nefis ile ruh bir arada cem olmuş. Mevla öyle takdir etmiş. İnsan denen yaratığı imtihan etmeyi murad eden Mevla, işte biri dünyaya meyyal diğeri ukbaya meyyal birbirine zıt, hatta görünüşte birbirine düşman gibi olan iki şeyi biraraya getirmiş. Fakat ne yaparsanız yapın dercesine her ikisini de kendi hissiyatları ile başbaşa bırakmayıp, başta Kendini tanıtıp, sonra yaratılış hikmetlerini, vazifelerini, dünyayı, ukbayı, kar ve zararları, cennet ve cehennemi, bunların yaratılış sebeplerini, kazanmanın ve kaybetmenin neler olduğunu, faninin bakinin neler olduğunu, bu fani dünyada fani beden ve fani nefis, fani hislerle neler kazanılacağını hatta bakiye ait herşeyde bu fanilikle neler kazanılacağını, ruhun ve nefsin haklarının neler olduğunu, bu iki varlığın nasıl bir uzlaşma içinde birbirinin haklarına riayet ederek zararlardan korunabilecek ve beraberce birbirine zarar vermeden yaşayabileceklerinin yollarını bildirmekle kullarına doğru yolu göstermiştir.  Kısmen teslim olursa ruh biiznillah tahta çıkar. Ve artık hükümdar mesabesindedir. Kendine has vakarı ile yönetimi ele alır. Ve ruh, beden ülkesini Rabbinin arzu ve istekleri doğrultusunda yönetmeye başlar. Artık nefis hakimiyetini kaybetmiş, güçsüz düşmüş hatta ruhun karşısında zaferi kaybetmiş, esir düşmüş duruma geçer. Fakat şunu unutmayalım ki, nefis her ne kadar yenik düşse de, köle durumuna düşse de yine tabiatı itibarıyla, o beden ülkesinde yer yer fesad çıkarıp, isyana tuğyana sebebiyet verir. Onun için çok dikkatli ve tedbirli olunmalı ki, nefsin tuzağına düşülmesin. Fırsatını buldukça hisleri doğrultusunda hataya düşürüp, günaha sebebiyet verecektir. Fakat ruh kuvvetlenir, manevi askerler dört bir yandan ruhu ve tahtını koruma altına alır, düşmanın sızacağı yollarda nöbet tutarlarsa, düşmanın o saraya girmesine engel olurlarsa nefsin aldatmaları, hileleri çok aza iner. Onu da Kainatın Padişahı Yüce Mevla affedeceğini vaad ediyor. Mühim olan ruh tahta çıksın. Vücud ülkesine hakim olup, nefsi esaret altına alsın. Evet tüm bunlar Mevla'nın bildirdiği ilimden, Kur'an'dan elde edilip, öğrenilen bilgilerle hislerin, idrakin, istidatların güçlenip kuvvetlenmesidir ki, böylece nefsini, ruhunu tanıyıp haklarını gözetir. Rabbinin istediği gibi yönlendirir güce sahip olur. Bu askerleri şöyle tanıyabiliriz, Hakka teslimiyet, havf, reca, marifetullah, muhabbetullah, haşyetullah, takva, itaat, mesuliyet duygusu, başta Rabbül Alemin'e saygı, edep, Kur'an'a, İslam'a, Resulullah'a, sünnet-i seniyyelerine saygı, sevgi ve herşeyi içine alan ilim, esma-i ilahilerin tecellileri, evet daha pekçok ruhla ve maneviyatla ilgili şeyler birer asker durumunda nefse karşı cephe olurlarsa, biiznillah bu ruhun sahibi, nefsin emmaresinin pençesine düşüp, süfliyatta sürünmez, bunca askere hatta orduya sahip bir ruha şeytan da kolay kolay sokulamaz. Çünkü askerler o ülkeyi koruma altına almış durumdalar. Nefis ülkenin içinde, dışarı çıkarma imkanı olmasa da o da esir düşmüş, o da biiznillah fazla tahrip edecek gücü bulamadığından tehlikesinden korunulur. Zaten o da ıslah olmuş, çok meseleye boyun eğmiş, bir yerde hürriyetini kaybetmiştir.
            Fakat şunu unutmayalım ki düşman düşmandır. Şeytanın yardımı ile yine tuzak kurup, aldatabilir. Bir taraftan daima temkinli olmak, diğer taraftan maneviyatı kuvvetlendirmek, bir diğer taraftan amansız iki düşman nefis ve şeytan karşısında yenilgiye düşmemek için Allah'(cc)a iltica edip, O'ndan(cc) yardım isteyip, O'nun(cc) himayesine girmekle selamette kalmaya çalışmak zaruridir. Bu durumun ne kadar zor ve önemli olduğunu Efendimiz(sav) beyan etmiştir, ''Cihad-ı sağirden cihad-ı ekbere dönüyoruz'' diyerek nefisle cihadın, küffarla cihaddan şedid olduğunu beyan etmiştir. Kur'an'ı Kerim'de nefsin derece ve sıfatlarının 7 olduğu bildirilmiştir. İnsana cüz-i irade verilmiştir. Bu iradenin hakkını verene Allah(cc) bu hususta da başarı ihsan eder, emmareden mutmainneye geçirir.
Nefsi emmare; Hiçbir kayda bağlı olmayan, imandan, Kur'an'dan bihaber, hislerinin esiri, Yaradanını yaşatanını tanımayan nefis.
Nefsi levvame; Birinciden biraz daha ileri, nefsini levm eden, kısmen yaptığı yanlışları idrak edip, kendi kendini kınayan, yine de günah işlemekte ısrarlı olan nefis.
Nefsi mülhime; ibadet ve taatı artmış, kısmen günahları terk etmiş, noksan ve kusurları karşısında vicdanının rahatsız olduğunu sezmiş, fakat eksiği kusuru çok olan nefis.
Nefsi mutmainne; (velayeti suğra) makamı oturaklaşmış, mutmainne olmuş, kemale doğru ilerleyen nefis.
Radiye, mardiyye, kamile; Bunlar peygamber ve veli kulların makamıdır.
            Nefsin başlıca sıfatları şunlardır; Enaniyet, kibir, ucb, riya, hased, kin, inat, buhl, böbürlenmek, meth edilme arzusu, sum'a, iyi bildiği halleriyle kendini sena etmek, merhametsizlik, gammazlık, gıybet, hümeze, lümeze, su-izan, sahtekarlık, sabırsızlık, hırs, nankörlük, tul-i emel, dünya sevgisi, nefisperestlik, adaletsizlik, gaflet, miskinlik, ibadet-i taate karşı lakayt kalmak, ilm-i ilahiye ilgisizlik, oyun eğlenceye düşkünlük, tefekkürden uzak kalış, Allah'ın(cc) değer verdiği değerli vasıflardan bihaber kalış. Velhasıl Yüce Mevla'nın Kur'an'da bildirdiği, haram diye hükmettiği sıfatlar nefse ait vasıflardır. Tarikatlar nefsi terbiye, kalbi tasfiye mektebleridir. Tabi kurallarına riayet edilir, gereği gibi değerlendirilirse. Mürşitler veraset-i enbiyalardır. Nefis terbiye ve tezkiye edilmez, takva yuları ile bağlanmazsa Allah'ın(cc) Mudil ismini üzerine çekerek, bu ism-i şerifin tecellisi ile dalalete düşer ki, onda küfür, idlal, inkar, hased, kin, kibir, ucb ve tasallut gibi kötü sıfatlar tezahür eder de, hayvanlardan da aşağı bir dereceye düşer. ''Andolsun cehennem için de birçok cin ve insan yarattık ki, kalbleri var, fakat onlarla anlamazlar, gözleri var onlarla görmezler, kulakları var fakat onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidirler, hatta daha da sapık. İşte gafiller onlardır.'' Araf Suresi(179) Burada ruh dünyasına ait hakikatlere kapalı olan insanların, Hak yanında hayvanlar kadar değeri olmadığına işaret edilmiştir. Hidayette, dalalette Allah'tandır. Hadi ism-i şerifi ile hidayete erdirirken, Mudil ismi ile delalete düşürendir. Ancak bu esmaların tecellisi için pekçok sebep vardır. İnsanoğlu iradesini hangi yolda kullanırsa, o tecellilere mazhar olur. ''Nefsini bilen Rabbini bilir'' fetvasınca, nefsin emmaresini terk ile kötü yönlerini ıslah eden, ulviyete yönelen kul Allah'ın(cc) izniyle hidayete nail olur. İnsan, iradesi ile aşılmaz dağları aşar, dereleri geçer, pekçok şeyin üstesinden gelir. İnsan Mevla'nın ihsan ettiği akıl, göz, kulak yoluyla azmedip, gayret sarfederse imkanları, istidatı, kabiliyeti nispetinde arzu ettiği herhangi birşeye vasıl olur(ilim, sanat, meslek). İradesinin hakkını veremeyen insanlar, azaları yerli yerinde olmasına karşın hiçbirşey becerememiş, sefil bir hayat yaşamaya mahkum olmuşlardır. Midesinin hakkını unutmayıp veren kişi, iradesinin de hakkını vermekle mükelleftir. Nefisle cihatta da iradenin rolü çok büyüktür. Bu gayrette olan kulu Rabbimiz külli iradesiyle destekleyecektir. Kul, cüz-i iradesiyle üzerine düşen vazifeleri yerine getirmekle mükelleftir. Cüz-i iradesi ile hem maddi, hem manevi sorumlulukları için çabalayan kulunu Rabbi tabii ki destekleyecektir. Adil-i Mutlak olan Allah(cc), çalışan kim olursa olsun gayretinin karşılığını verir. Kur'an'da Rabbimiz ''Sizi hayır ve şer yapabilecek cihazlarla donattık, yolu gösterdik, akıl verdik, sonra da ihtiyarınızla başbaşa bıraktık''diyerek, cüz-i iradenin önemini bildirir. İnsan önce araştıracak, sonra iradesini kullanarak tercihini yapacaktır. Çünkü Rabbimiz insana seçme hakkını vermiştir. Akl-ı selim olan insana yaraşan, akıllıca seçim yapıp, Hak'ta karar kılmak ve iradesinin hakkını vermektir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder