25 Kasım 2011 Cuma

İSLAMIN ŞAHİTLERİ

            Edep, insanın bütün muamelatını içine alır. Yani, her muamelatımız edebe muhtaçtır. Edeple ameller taçlanır, değer üstü değer kazanır ve güzel ahlakın da zirveleşmesini sağlar. Güzel ahlak ve edep örneği bir kölenin kıssası;
            Yiyeceği bir parça ekmeği, aç olan bir köpekle paylaşan kölenin durumu bir sahabinin dikkatini çekiyor. Ve böylesine merhametli, cömert, edepli bu köleyi sahibinden satın alıp, ona bir bahçe hediye ediyor ve köleyi hürriyetine kavuşturuyor. İşte biz bu kölenin ilmine, irfanına, merhametine, edebine muhtacız.  'Ticareten lentebur' denilen ticarete muhtacız. Ticareten lentebur(kesintisiz ticaret) nedir? Kur'an'ı okurlar ve yaşarlar, okuturlar ve yaşatırlar, ticaret böylece kesintisiz devam eder. Hizmet, Peygamberini(sav) ne kadar sevdiğinin bir ölçüsüdür. Hizmet, peygamber mesleğidir ve peygamberler mirasıdır. Bu meslekte ne nispette tecrübe sahibiyiz. Önce nefsimize, sonra Allah'ın(cc) kullarına ne nispette yararlı olabildik? Her meslek sahibinin kalitesi icraatından belli olur. Ehil olmayan; sağlam olmayan ve kalitesiz şeyler üretir, onu satar, alıcısı da ona göre olur. Hatta zamanla iflasına sebep olur. Alan da zarar görür, satan da. Aynen böyle, bilgide ehil olmayan kişinin de, hem kendisine hem de başkalarına zararı dokunur. Onun içindir ki, sağlam bilgi edineceğiz, sağlam mümin olacağız ki, sağlam insanlar yetiştirelim.
            İlim, takva derecesine göre yararlı hale gelir. Bu ilim ferasete dönüşür. Bir yönüyle takva, Allah'ın(cc) rızasını kaybetme korkusudur. İnsan hep endişe içerisinde olacak. Meçhul bir hayatımız var. Başımıza ne gelecek, ne ile karşılaşacağız hiçbir hususta garantimiz yok. Onun içindir ki, daima havf ve reca halini muhafazaya gayret edeceğiz. İmanı zayıf olan ekseriye dünya endişesi içinde, ahiret endişesini arkaya atmış adeta. Halbuki asıl endişe son nefes endişesi, ahiret endişesi olmalıdır. Tefekkür bir iman anahtarıdır. Cenab-ı Hak tefekkür istiyor. Tefekkürden yoksun olanlar için, ''hayvanlar gibi, belki ondan da beter'' diyerek insanlık vasfını kaybettiklerini vurguluyor. Pekçok yerde nimetlerini hatırlatıyor, 'ne kadar nankör, ne kadar az şükrediyorlar' diyerek, tefekkürden mahrum zavallıların durumunu beyan ediyor. 
            İnsanın enerji aldığı şeylerin başında, yediği helal lokma ve salihlerle ülfet etme gelir. Bunun zıddı ise haram gıda ve kötü arkadaştır. İlim öğrenme insanın fıtratında vardır, çocuklukta başlar. Çocuk hep sorar, bu istidadı kabre kadar devam ettirmek ve ilmi sağlam kaynaktan öğrenmek lazım. Kafese mahpus olan bir kuş uzun süre kafeste kalırsa, uçma yeteneğini kaybeder. İlim konusu da bunun gibidir. Fıtratta olan ilim öğrenme istidadı da ihmal edilirse, kaybolur ve insan bir ihsan-ı ilahi olan öğrenme istidadını körelttiği için mes'ul olur. 

1.İrşad edenin ilk vasfı itimat telkin etmek olmalıdır. Bu vasıf peygamberlerin müşterek vasfıdır. Efendimiz'e(sav) peygamberlik vazifesi verilmeden önce, müşrikler onu Muhammed'ül Emin diye vasıflandırmışlardır. Emin insan, güvenilir, itimat edilir, doğru, sıddık gibi manalar içerir. İrşad eden şahıstan da böyle olması beklenir. 
2.Muhabbetin karşılıklı olması gerekir. Şu bir gerçektir ki, insan sevdiği, muhabbet beslediği şahsın haline de muhabbet eder ve ona benzemeye çalışır. Ve yine, sevilen kimsenin sözleri tesirli ve kabullenmesi kolay olur. Muhabbet etmediği bir şahıs her ne kadar doğruyu, hakkı tebliğ etse de karşı tarafa fazla etkili olamaz. Bu sebeple muhabbet şarttır. 
            Bu konuda da en güzel örneğimiz olan Peygamber Efendimiz(sav) önce güven verdi, peşinden de sevgisini, şefkatini hal ve davranışlarıyla ortaya koydu. Örneğin; onlar aç ise O(sav) da aç kalmayı tercih etti. Rahat bir hayat yaşama imkanına sahipken, O(sav) bu hakkını asla kullanmadı. Dertlerine ortak oldu, acılarını paylaştı. Yapılan onca zulüm karşısında nefsi adına öç almaya kalkışmadı. Hep af, müsamaha ve hilimle karşıladı. Kendisine kötülük yapanlara, O(sav) iyilikle karşılık verdi. Velhasıl O(sav), güzel ahlakıyla sevildi. Böyle olunca sahabi ile arasında bir inikas, yansıma husule geldi. Efendimiz'in(sav) hali muhabbet neticesinde sahabiye yansıdı ve bir iç-dış alışverişi tezahür etti. Bir tarafta zahiri nakli ilim, bir yanda da kalbi alışveriş. Kalbler cereyan hattı gibidir. Karşılıklı muhabbetli kalblerden bir akım husule gelir ki, kalbden kalbe yol vardır denilmiştir. 
            Eğitimci, Efendimiz'in(sav) metodunu uygulamaya çalışacak. Eğiteceği kişilerin muhabbetini kazanmak için gereken şartlara tutunacak. Önce kalbine girecek. Bu da fedakarlık ister. Asla gazablı, öfkeli karakter sergilemeyecek, hilim ehli olacak. Kırmayacak, kırılmayacak. Kırılsa bile belli etmeyecek, şikayetçi olmayacak, sabırla problemleri çözmeye gayret edecek. 
            Kainatta herşey insan için var olmuş. Hikmetle kainatı, içindekileri okumaya çalışacağız. Örneğin bir karınca duvara tırmanıyor, düşüyor, tekrar tekrar tırmanıp düşüyor. Hedefine ulaşmak için nasıl mücadele veriyor. Ya biz? Bizler de bıkmadan usanmadan, karamsarlığa kapılmadan hizmete devam edeceğiz. Bizim hedefimiz karıncanınkinden çok daha ehemmiyetli şüphesiz. 
            Herşeyden alınacak bir ders vardır. Sohbet ve sahabi aynı kökten gelir. Sohbette ilahi bir feyz, bir enerji vardır. Eğitimcinin, talebenin sorunlarıyla yakından ilgilenmesi ve çözüm yoluna gitmesi gerekir. Efendimiz(sav) büyük küçük herkesin sorunlarıyla yakından ilgilenir ve onları rahatlatırdı. İstişare çok mühimdir. Eğitimci istişareye açık olmalıdır. Bu bir sünnet-i Resulullah'tır. İrşad eden, kamil şahsiyet sahibi olacak. Yüce Allah(cc) ''Siz Allah'ın ve İslam'ın şahitleri olun, Resul de sizin şahidiniz olsun,'' diyor. İslamın istediği, ekmel, ecmel ve ahsen olmamızdır. 
            Eğitimde takva hayatı şarttır. Ölçü takva derecesine göredir. Sertliğin aşırısı kin doğurur. Çok yumuşaklığın sonu da otorite kaybıdır. Ortayı bulmak gerekir. Peygamberler İslam kimliğinin mirasını bıraktı. Bu mirasa mirasçı olacağız ve bu mirastan Allah'ın(cc) kullarına dağıtacağız inşallah. Bu yolda yorgunluk, bezginlik varsa manen zayıfız demektir. Sahabi yorgunluk göstermedi. Onlar en zor şartlarda hizmeti sürdürdüler. Hantal kalp hizmet edemez. Eğitimcilik gayret ister, azim ister, bu kutsi vazifenin değerini idrak ister, nefisten feragat ister. Sabırlı, nezaketli, edepli olmayı ister. Velhasıl Resulullah'ın(sav) yüce ahlakına bürünme ister. Eğitimcinin gönlü bir dergah haline gelecek. Kusuru kendinde arayacak. Tamirci işinin ehli, becerikli ise bozuk eşyayı tamir eder. Tamir edemiyorsa, mesleğinin ehli değil demektir. 
            İnsanlar güzelliklere, bereketlere hayrandır. Bereketli, hayırlı olan, bal arısı gibidir. 45 günlük ömründe peteğini balla doldurur ve olduğu gibi Allah'ın(cc) kullarına ikram eder. Eğitimci talebesinin damarına girmeyi bilecektir. Hem sevecek, hem de kendisini sevdirecektir. Cerahatlı bir yaranın üzerine merhem sürmek yararlı olmaz. Öncelikle o yarayı temizlemek gerekir. Eğitimci de önce yarayı tahlil edecek, sonra tedaviye geçecek. Eğitimci elindeki şahısların birer emanet olduğunu bilmelidir. Güler yüzlü, tatlı sözlü, kibirden uzak, merhametli, affedici olmalıdır. Cenab-ı Hak mümin olmamızı istiyor. Mümin, insanlara eman veren, güven veren, gönülleri aydınlatan, ruhları rahatlatan demektir. Bizler de Efendimiz(sav) gibi insanların güzel amellerini görüp, duyunca sevinelim, kötülüklerini görüp duyunca da onların hidayeti için dua edelim. Ve Efendimiz'i(sav) üzecek davranışlardan titizlikle uzak olmaya gayret edelim. Hep yar olalım, bar değil. Dostluğun devamını istiyorsak çekişmeye girmeyelim. Rabbimiz ''Onlar kendilerine kötü söz edenlere selam der geçerler,'' buyuruyor. Bu ölçüyü iyi değerlendirmemiz lazım. 
            Hz.Ebu Bekir'e(ra) bir defasında kendini bilmezin biri, ileri geri hakaretvari sözler söylüyor. Hz.Ebu Bekir(ra) sükût ediyor. Sonunda o da karşılık vermeye başlayınca, orada bulunan Efendimiz(sav) bırakıp, gidiyor. Hz.Ebu Bekir(ra) Efendimiz'in(sav) arkasından koşup, ''Ne oldu ya Resulallah?'' diye soruyor. Efendimiz(sav) cevaben; ''Ya Ebu Bekir! Sen sükût ettiğin sürece seni bir melek müdafaa ediyordu. Sen cevap vermeye başlayınca melek gitti, şeytan geldi. Ben şeytanın olduğu yerde duramam,'' buyuruyor. 
            Beş kişiyle ülfet etmemeye gayret etmeli, dikkatli olmalıdır; yalancı, ahmak, cimri, kötü kalpli, fâsık kimseler. Efendimiz(sav) şöyle buyurdu; ''Size birtakım kimseler gıpta ederler. Onlar Allah'ı kullarına sevdirirler, kulları da Allah'a sevdirirler.'' ''Bu nasıl olur?'' diye sorulunca cevaben; ''Allah'ın sevdiği şeyleri kullara bildirirler, sevmediği şeylerden de sakındırırlar. Böylece Allah(cc) da kullarını sever.''
            Ağaç topraktan çıkar. Fakat zorda kalır, toprak bulamazsa taşların arasından, duvardan da çıkar. Bizler de bütün şartları zorlayarak ağaç olup, meyve vermeye çalışacağız. Gençlik bir bahar mevsimidir. Dünyada pek çok baharlar gelip, geçer. Fakat insanın gençlik baharı bir defa yaşanır. Bu fırsat insana bir defa verilir. Kıymetini iyi bilip değerlendirmek gerekir. Hak dostları şöyle nasihat eder; ''4 şeyi 4 yere ertele. Uykuyu kabre, rahatı mahşere, övünmeyi mizana, nefsin arzularını cennete.''
            Denizde onca yiyecek nimetler varken, balık gider oltadaki yiyeceğe tamah eder ve oltaya düşüp hayatından olur. İnsan da zaman zaman benzeri durumlara düşer. Helal daire geniş olmasına rağmen, harama özenir. Ya da bunca maddi manevi nimetin içinde bunları görmezden gelircesine hep şikayetçi olur, bu ise nankörlüktür. Parmağını gözüne koy, bir şey göremezsin. Nefis de kalbin önüne geçerse, insan hakikatleri göremez hale gelir. İstidatlı şahıslara ehemmiyet vermek elzemdir. Ehemmiyet verilmezse, o kişi erir, istidatı zaafa uğrar. Terbiyede alaka, muhabbet mühimdir. Nasıl ki, bir çiçeğe suyu verilmez, gereken alâka  gösterilmezse o çiçek sararıp, solar. Aynen öyle, insan da ilgi görmezse zaafa uğrar. Anne ümmül medrese olmalıdır. Annenin sorumluluğu büyüktür. Evlat öncelikle anneye emanettir. Mühim olan satırlardakini sadırlara, kalbe aktarmaktır. Akıldan kalbe inmeyen ilim faydasızdır. 
            Hz.Musa(as) Hz.Şuayb'a(as) 10 sene hizmet etti. Olgunlaşması için zorluklardan sıkıntılardan geçmesi gerekiyordu. Hz.Yusuf'un(as) kıssası malum. Hz.Eyüb(as) büyük bir imtihana tabi tutuldu. Efendimiz(sav) dünyaya gözlerini açmadan başlayan çileli bir hayat yaşadı. Bu çilelerle olgunlaştı. Diğer peygamberler de hep çilelerle yoğrula yoğrula kemale erdiler. Cenab-ı Hak peygamberliğe hazırladığı kullarını, imtihan içinde imtihanlarla olgunlaştırdı. Çünkü onlar diğer insanlara her açıdan birer örnek şahsiyettirler. Eğitimciler bilhassa peygamberleri örnek almalıdırlar. Talebeden istediğimizi kendimizde aramalıyız. 
            Tövbe etmek pişmanlıktır. Alameti, salih amellerdir. Mükafat bedel karşılığıdır. Bedelsiz mükafat beklemek, ekmediğin tarladan mahsul beklemeye benzer. Hz.Asiye imanını koruma, imanla can verme adına ne çilelere katlandı. Çarmıhlara gerdiler, el ve ayaklarından çivilediler, kırbaçladılar, aç susuz bıraktılar. İmanı uğruna akıl almaz belalara sabretti ve ödül olarak, ölmeden dünya gözüyle cennetteki mevkiini, cennetteki köşkünü gördü. Kıyamete kadar insanlık, İslamlık ve kadınlık alemine en güzel model oldu. Kur'an bu kıssayı açık ifadelerle anlatır. Hz.Meryem'in çektiği sıkıntılar ve iffetinden bahislerle yine Kur'an kadınlık alemine ders vermektedir. Hz.Aişe(ra), Hz.Hatice(ra), Hz.Fatıma(ra) ve pekçok ehl-i beyt ve sahabe hanımlarında alınacak en güzel dersler ve örnekler vardır. Güzel ahlak, dürüstlük imanın, İslam'ın şiarıdır. Güzel ahlak kafirin İslam'la, imanla şereflenmesine dahi sebep olur. Efendimiz(sav) en güzel örnektir ve O'nun(sav) haliyle hallenen hakiki müslümanlar da  güzel ahlakları sayesinde, çoklarının imanla şereflenmelerine vesile olmuşlardır. 
             Ticaretle iştigal eden bir tüccar hesap yaparken, olması gerekenden fazla para çıktığını fark ediyor. Bunu çalışanlarına sorunca şu cevabı alıyor; ''Mal az, ama müşteri çoktu. Biz de 5 liralık malı 10 liradan verdik.'' Takva ehli dürüst tüccar ''O müşterileri tanıyor musunuz?'' der. İşçileri ''Tanıyoruz'' deyince, onları bulup getirmelerini ister. Gelen müşterilerinden özür dileyerek, sizden fazla para alınmış deyip, paraların fazlasını iade eder. Sonra da onlarla helalleşir. O kişiler bu hal karşısında şaşkına dönerler. Bu olay zamanın kralının kulağına gider. Kral tüccarı çağırıp, olayı ondan dinler ve neden böyle davrandığını sorar. Tüccar, '' Ben müslümanım, dinimin hükmü böyledir,'' diye cevap verir. Hiçbir dine mensup olmayan hükümdar, birçok soru sorup mantıklı cevaplar alınca, müslüman olur. Arkasından da halkının çoğunluğu imanla şereflenir. İşte, bugün 250 milyonluk nüfusa sahip Endonezya'nın temelinde beş akçelik kumaş yatmaktadır. 
            İşte İslam'ın şahitleri böyle olur. Her ahvali İslami prensiplere uygun olursa, diğer insanlar İslam'ın güzelliğini kolayca görmüş olur ki, Cenab-ı Hakkın bizden istediği 'Allah'ın(cc) ve İslamın şahitleri olun' emr-i ilahisi tahakkuk etmiş olur. Öndekilerin durumu çok mühimdir ki, arkadakiler öndekilere göre şekilleneceklerdir. Takva, dikenli tarlada yürümeye benzer. Esas diken, günah dikenidir. Batmaması için çok dikkat gerekir. 
Tasavvuf, kalbin sefaya ermesidir.
Tasavvuf, takvadır, zühttür. Kalb-i münip, kalb-i selime nailiyattır.
Tasavvuf, imanı aşkla yaşamaktır. 
Tasavvuf, layıkına muhabbet, müstehakına nefret duymaktır. 
Tasavvuf, varlıkta şımarmamak, yoklukta daralmamaktır. 
            Malı kullanmayı bilmek, kulu Allah'a(cc) yaklaştırır. Yoklukta sabretmek de Allah'a(cc) yaklaştırır. Her iki durum da bir imtihandır. 
''Müminin durumu gıpta ve hayranlığa değer. Sevinecek olsa şükreder, bu onun için bir hayır olur. Üzülecek olsa sabreder, bu da onun için bir hayır vesilesi olur. Böylesi özellik yalnızca müminde vardır.''Hadis-i şerif
            Mümin benlikten geçecek, 'ben'in olduğu yerde hayır yoktur. Ben yok, yani benlik yasak. 'Ben'in gittiği yerde rahmet, fazilet vardır. Her güzelliği, kemalâtı birer ihsan-ı ilahi olarak değerlendireceğiz. İnsanı bir ağaca benzetecek olursak, ağacın kökünde hastalık varsa kökü çürütür. Dolayısıyla dallar, yapraklar da sararıp solar. Meyveler de çürük olur. Çünkü kökteki hastalık ağacın diğer yanlarında kendini göstermektedir. Önlem alınmazsa kurur, kuru ağaç ise ancak yakılır, ateş olur. İnsanın durumu da buna benzer. Kalp, ağacın kökü misalidir. Kök yani kalp ne nispette sağlam, muzırattan salim olursa, dal, budak, meyve misali zahir amellerde sağlam güzel, sağlıklı, rıza-i ilahiyeye muvafık olur.
            Kur'an-ı Kerim ''Ey iman edenler!'' diyor. Bu ayetler karşısında kendimizi test edeceğiz. Bu ayetler doğrudan doğruya imanlılara hitap etmekte. Kendimizi sık sık sorgulamamız lazım, ihlasımızın, imanımızın zindeliği için bu şart. Hafızlık, Kur'an'ı kalbe indirmek mucibince amel etmek, yani canlı bir Kur'an olabilmektir. 
''Nice Kur'an okuyanlar var, onların okudukları Kur'an gırtlaklarından aşağı inmez.''Hadis-i şerif
            Kalbin kıblesi Cenab-ı Haktır. Hep O'na(cc), o kıbleye yöneleceğiz her ahvalimizde. Tek kıble Allah'a(cc) yöneliş olacak. 
           Cenab-ı Hak, gönlümüzün gözümüzün nuru, yüzümüzün akı ve tebessümü olacak, dinine, vatanına, bayrağına sahip çıkacak bir nesil yetiştirmeyi nasip eylesin. Bu istikamette feyizli, bereketli ve rıza-i ilahiyeye muvafık bir hizmet ömrü içinde yaşamaya muvaffak kılsın. Amin.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder