28 Kasım 2011 Pazartesi

TASAVVUF SANATI

            Mümin; ''Cenab-ı Hak ve Peygamber Efendimiz(sav)  benden ne istiyor, nasıl olmamı istiyor?'' diye çok düşünmelidir. Onların istediği; kamil insan, olgun insan, güzel insan. Mahlukatın en şereflisine yakışır vasıflara sahip bir insan modeli. Kur'an-ı Kerim bize kamil insan vasıflarını bildiriyor. Kur'an'ı yakından tanımamız lazım. Efendimiz(sav) Kur'an'ı tatbikatta zirve. Kur'an'ı yaşamak ve kamil insan olmak istiyorsak, hayatımızın her safhasını O'nun(sav) haliyle mizan etmek durumundayız. Cenab-ı Hak Nisa suresinde(80) ''Resulullah'a itaat edin'' buyuruyor. Allah Resulü'ne(sav) itaat, Allah'a(cc) itaat olmuş oluyor. 
            Dünya ilahi bir dershane. Bu dershanede şu an bizler varız. Bizden evvel dedeler, nineler, babalar, amcalar vardı. Onlar geçip gittiler. Şimdi kabirde kıyameti bekliyorlar. Dünyadaki durumlarına göre mezardaki durumları farklı farklı, kıyamette durumlar yine farklı. Kıyamet ayrı bir merhale. Peygamberlerin bile terlediği çok zor bir geçit. Ondan sonra da ebedi bir hayat başlıyor. İnsan dünyaya nasıl bir anne karnında geldi ise, ölümle de ayrı bir aleme geçecek. Cennet cehennem yine ayrı bir alem. Mezarda cenneti kazanma veya kaybetme yok. Kazanmak da kaybetmek de sadece bu alemde mümkün.
            En büyük zulmü insan kendi kendine yapar. En büyük zalim de insanın kendi nefsidir. Kişiyi kendi nefsi cehenneme yolcu eder. Onun içindir ki, insana nefis tezkiyesi, ruh tasfiyesi elzemdir. Nefis tezkiye, terbiye yoluyla ıslah olursa, tehlike asgariye iner. Nefis, Kur'an-ı Azimüşşan'ın ve Efendimiz'in(sav) sünnet-i seniyyelerinin nuruyla terbiye edilirse, kalpte kötü vasıflar zaafa uğrar. Yerini cemali tecellilere, güzel vasıflara bırakır ve nefis pek çok safhalardan geçerek mutmainneye vasıl olur. Bu mertebedeki nefis sahibi Hakka dost olmuştur. Böylesi nefis Cenab-ı Hak nazarında değerlidir. Kur'an'da ''Ey mutmainneye ermiş nefis! Rabbin senden razı, sen de Rabbinden razı olarak cennetime gir,'' buyurulacağı beyan edilmektedir. Asıl olan nefsi terbiye, tezkiye etmektir. 
            İnsana iki engel verildi. Aşabilirse karşılığında cennet var. Birincisi iblis engeli. İblis ne yapacak? Sırat-ı müstakim üzerine oturacak, nefsaniyet verecek, gurur, kibir, ucb, hased, riya, dedikodu ettirecek vs. İkinci engel nefis. Yani iki ateş ortasındayız. Bu iki ateşi bertaraf etmek zaruridir. Kur'an ve Efendimiz(sav) bu iki engeli nasıl aşabileceğimizi ve Cenab-ı Hakka nasıl güzel bir kul olacağımızı öğretiyor. 
            Takva, nefsani arzuları yani Allah'tan(cc) uzaklaştıracak arzuları çökertmek, tesirsiz hale getirmek, Allah'a(cc) yaklaştıracak amelleri yani Cenab-ı Hakkın bize doğuşta verdiği, fıtratımıza koyduğu istidatlarımızı inkişaf ettirmek, tekamül ettirmektir. Bu şekilde Cenab-ı Hakka dostluk kurabilir insan. 
            Hz.Ömer(ra) bir gün Übey bin Kab'a(ra) takvanın ne olduğunu sorar. Übey bin Kab(ra) da ona; ''Ey Ömer! Sen dikenli bir yolda hiç yürüdün mü?'' der. Hz.Ömer(ra), ''Evet yürüdüm'' karşılığını verince, ''Peki ne yaptın?'' diye sorar. Hz.Ömer(ra) de ''Elbisemi topladım ve dikenlerin bana zarar vermemesi için bütün gücümü sarfettim'' cevabını verir. Bunun üzerine Übey bin Kab(ra) şöyle der, ''İşte takva budur.''

''İnsanlardan bana en yakın olanlar, kim ve nerede olursa olsun Allah'a karşı takva sahibi olan muttakilerdir.'' Hadis-i şerif    
            Tasavvuf, takvaya erebilme sanatıdır. Yani takvanın tahsilini yapabilmektir. Takva sanatı nasıl elde edilir? Allah'ı(cc) kalpten tanıyabilmekle elde edilir. Bunun için her an, ''Ben Allah(cc) rızasında mıyım? İbadetlerimi lezzet halinde yapıyor muyum? Muamelatım nasıl?'' diye kendisine soracak ve nefsinin ve halinin muhasebesini yapacak.
            Tasavvuf değişen şartlar içerisinde Cenab-ı Haktan razı olma sanatıdır. Cenab-ı Hak bu dünyada bizi imtihan ediyor. Med-cezir içindeyiz. Hayat daima fırtınalar ve sürprizlerle dolu. Bir an sonra ne olacağımız meçhul. Cenab-ı Hak varlıktan sonra yokluk verir. Sıhhatten sonra hastalık verir. İnsanın hayatında sürekli değişiklikler olmakta ve böyle olması doğaldır, bir kanun-u ilahidir. Gece ile gündüz, kış ile yaz, vs. Mühim olan her hale rıza, hamd ve şükür halinde olmaktır.
            Tasavvuf, Peygamber Efendimiz'in(sav) ahlakına yaklaşabilme sanatıdır. Bir cahil karşısında tavrımız nasıl olacak? Bizi meth edenler karşısında halimiz nasıl olacak? Bir hezimete, sıkıntıya düştüğümüzde halimiz nasıl olacak? İşte bunları öğretir bize.
            Tasavvuf, şikayeti unutma sanatıdır. Kamil mümin olmak istiyorsak, hayatımızda şikayet olmayacak, lugatımızdan şikayeti sileceğiz. Şikayet kelimesini barındırmayacağız kimliğimizde. Günahlar cennete girme yasaklarıdır. Günah arttıkça cennete girme zorlaşır. Çünkü kul cehenneme yaklaşmış olur. Amel-i salihler ise cennete yaklaşma alametleridir. Bu dünyada herkes kendi hesabına bir kaset doldurmakta. O kaset kıyamet günü açılacak. ''Kitabını oku, bugün sana hesap sorucu olarak kendi nefsin yeter,''  denilecek. Yani, hayat kasetini oku denilecek. Bugün belki pek çok yanlışlarımızın farkında değiliz. Fakat kitabını oku denildiği zaman, kendimizi orada yeni baştan izleyeceğiz. Herşey ekranda gösterilecek bize. Şunu unutmayalım, bir manevi kamera altındayız, her halimiz kayda alınıyor. Bu kaseti mahşerde, mahkeme-i kübrada bütün ins, cin, meleklerin huzurunda izleyeceğiz. İşte bu kaset ya yüzümüzü ak edecek, güldürecek veya yüzümüzü kara edip, mahçup perişan edecek. Ya izzet yada zillet.
            Gıybet bir kul hakkıdır ve çok kötü bir kul hakkıdır. Gıybetin girdiği yerden kardeşlik çıkar. Efendimiz(sav) 'ahiret müflisi' diye adlandırdığı gıybet ehli için şöyle buyuruyor; ''Kıyamet günü kul yığın yığın ibadetle gelir de, gıybet ettiği kimselere onları nakleder. Sevabı biter. Gıybet ettiği kimselerin günahlarından almaya başlar.'' Yani sevapları alacaklılara verile verile biter, fakat alacaklılar bitmez, bu sefer onların günahlarından almak mecburiyetinde kalır haktan kurtulmak için. Bu hususta mümin çok duyarlı, ferasetli olmalı, adeta ağzına fermuar çekmelidir. Mümin daima gönül almaya çalışmalı, gönül kırmaktan çok çekinmeli, aldığı gönüllerle Allah'a(cc) yaklaşacağını, kırdıklarıyla da Allah'tan(cc) uzaklaşacağını bilmelidir.
            Gıybet bir yönüyle kibir ve kıskançlıktan doğar. Çünkü kendini beğenen başkalarını beğenmez, eksik kusur araştırır. İnsan kendi noksanını bilip, kabul etse, başkalarının kusurunu görmez. Haset ve çekememezlik de gıybet sebebidir. Hasedinden dolayı başkalarını gözden düşürmeye çalışır. Salih kimselerdeki müspet enerji, etrafları için feyiz merkezi olur. Örneğin; parçalanan atom etrafa radyasyon dağıtıyor, o radyasyon duvardan, çelikten bile geçer. Maddede böyle bir güç varsa, insanın kalbindeki güç bunun çok daha ötesindedir. Çünkü kalb, Cenab-ı Hakkın nazargâhıdır. Büyük bir enerji merkezidir. Menfi insanlar da etrafına negatif enerji yayar. Bu da etrafa huzursuzluk ve gönül darlığı getirir.
            Peygamber hayatları bize bir reçete veriyor. Müminleri tedavi ederek, ruhun huzur bulmasını sağlıyor. Dünyada olan hadiselere bakışımız hep ibret nazarıyla olmalıdır. Efendimiz'e(sav) o kadar çok muhabbet duymalıyız ki, O'na(sav) olan muhabbetimiz bütün dünya muhabbetlerinin üzerine çıkmalı. Cenab-ı Hak Peygamber Efendimiz'i(sav) o kadar çok seviyor ki, O'na(sav) karşı en ufak bir nezaketsizlik yapılmasını istemiyor. ''Seslerinizi Peygamberin sesinin üzerine çıkarmayın,'' derken Peygamber'e(sav) karşı nezaketli olunmasını vurguluyor. Tebbet Sûresinde Cenab-ı Hak Peygamber Efendimiz'e(sav) olan muhabbetini bildiriyor. O'na(sav) yapılan zulme karşılık olarak, ''Elleri kurusun'' diyor. Bu sûre bize layığına muhabbet, müstehakına nefreti hatırlatıyor. Bizi Allah(cc) ve Resulünden uzaklaştıracak her şeyden nefret etmemiz ve uzaklaşmamız gerekiyor. Her an Allah Resulü'nü(sav) hoşnut etme gayretinde olmalıyız ki, kıyamet günü Efendimiz(sav) bize şahit olsun. Bu bakımdan sünnet-i seniyyelerin önemi çok büyüktür. Sünnet yalnız namaz, oruç, hac ibadetiyle sınırlı değildir. Hayatımızın her safhasında sünnet-i seniyyeleri yaşamaya gayret edeceğiz. Ahzab sûresinden öğrendiğimize göre, Allah Resulü'nü(sav) hakiki manada örnek alabilmek için üç şartın olması gerekmektedir;
1.Allah'a(cc) imanın kalbde tam yerleşmesi,
2.Faniliği, ahireti unutmamak,
3.Daima Allah(cc) rızasını aramak, Cenab-ı Hakla beraber olmaya gayret etmek, bir yönüyle ihsan şuurunu kuvvetlendirmek.
            Dünyevi muhabbetler, ilahi muhabbetlere basamak haline gelmelidir. Leyla ve Mecnun hikayesinde gördüğümüz gibi. Mecnun'un esas zaferi, Leyla'ya takılıp kalmaması. Kimi insanda Leyla paradır, kimilerinde makam mevki. İnsan çalışacak, kazanacak, mal mülk sahibi olacak. Fakat kazanmanın bir gayesi olacak. Malı Allah(cc) rızası için harcayacak, hizmete yönlendirecek. Allah(cc) bu hususta da kullarını uyarıyor, ''Akrabaya, yolcuya, yoksula hakkını ver'' İsra Sûresi(26) derken, üzerimize düşen sorumlulukları hatırlatıyor. ''Allah, müminlerden mallarını ve canlarını onlara verilecek cennet karşılığı satın almıştır,'' Tevbe Sûresi(111) ayetinde; mal ve para sırf dünya için değil, esas Hak rızasını, dolayısıyla cenneti kazanma uğrunda sarfedilmelidir ki, Mevla'ya kavuşma vesilesi olsun, diye işaret edilmektedir.
             Makam ve mansıp da kibirlenme vesilesi yapılmadan değerlendirilirse, Mevla'nın rızasını kazanma ve yüce ebedi makamlara, izzet ve şerefe nailiyata vesile olur. Yaratılan her şey insan için bir malzeme, kainat da bir laboratuvardır.    
            Kelime-i tevhid nedir? Masivayı kalbden çıkarmak, Allah'tan(cc) uzaklaştıracak her şeyi kalbden tahliye etmek, kalbe Cenab-ı Hakkın muhabbetini yerleştirmek, yani kalbin rafine edilmesidir. Kuldan kelime-i tevhidin çokça tekrarı neden isteniyor? Çünkü, Allah'ı(cc) çokça anmamız imanımızın kuvvetlenmesine vesiledir. İman, kelime-i tevhiddir. İbadetlerimiz faziletimizi artırır. Yapmazsak eksik kalır. Fakat iman öyle değil. Kur'an-ı Kerim'in bilhassa üzerinde durduğu, imandır. Allah(cc) kaç yerde imanını kaybedenlerden bahseder. Bunlara karşılık, canları pahasına imanını koruyanları bildirir. Demek ki, kelime-i tevhidi dilimizden hiç düşürmeyeceğiz. Çünkü amel-i salihler ancak iman zemininde bir kıymet ifade eder. İman asla taviz kabul etmez.
            'En hayırlı ümmet' muhtevasına girebilmemiz için, Efendimiz(sav) gibi marufu; iyilik, fazilet ve hayrı yaşayıp emretmemiz, münkerin; kötülük ve şerrin de uzağında kalıp, nehyetmemiz gerekir. İslam ahlakının esası, Rabbe aşk ve ihlasla yöneliş, bu yönelişin yegane nişanı da şüphesiz, hizmettir. Hizmette muvaffak olabilmek için; ilim, irfan, liyakat, vakar, sağlam bir karakter ve şahsiyet sahibi olmak zaruridir. Hizmet eden kişinin gönlü, münbit toprak gibi olmalıdır. Toprağın üzerinde gezen canlılar onu çiğner ve cürufunu da oraya dökerler. Fakat toprak bu cürufun hepsini temizler ve sonra çeşit çeşit nebatlar bitirerek, üzerinde dolaşan canlıları besler. Hatta o cürufun kötü kokularını öyle hale getirir ki, renk renk, desen desen çiçeklere çevirir, yine çeşit çeşit güzel kokulara dönüştürür. Hizmet insanı da toprak gibi olacak ki, güzellikler neşretsin. Gönül feyzinden mahrum bir hizmet, çöle dökülen bir kova su misalidir. Diğer bir ifadeyle, kurak araziye atılan bir tohum tarla farelerinin kursağında yok olmaya mahkumdur. Gönül feyziyle atılan hizmet tohumları ise, istikbalin çınarlarıdır. Bilhassa, hizmette bulunanlar Efendimiz'in(sav) şu niyazını dillerinden düşürmemeliler; ''Ey Rabbim! Acizlikten, tembellikten, korkaklıktan, eli kolu dökülür derecede takatsizlikten Sana sığınırım.''
            Hizmette bulunanlar sanki mayınlı tarlada yürüyormuş gibi, hassasiyetle muamelelerinde nezakete dikkat etmek mecburiyetindedirler. Bilinmelidir ki hizmet, özü itibarıyla Allah(cc) ve Resulü'ne(sav) bir vefa borcudur. Çünkü muttaki kul, Rabbinden ve Hz.Peygamber'den ihsan edilen lütuflar ve nasipler sayesinde hizmette takvaya ulaştığı için, aynı şekilde o da bir vefa borcu olarak, başkalarına karşı bu vazifeyi icra etmelidir. Vefa, özlü bir ifadeyle dostu unutmamak, ihmal etmemektir. Çünkü, bütün dostluklar vefa bağlarıyla güçlü bir şekilde devam eder. Vefa duygusu eridiği an, dostluklar da erimeye başlar. Vefa ölürse dostluklar da tamamen biter, diyebiliriz. Rabbine ve Resulü'ne karşı vefalı olmayanda hayır yoktur. Bu insandan, iyilik gördüklerine karşı da vefa beklenemez. Vefasızlığın diğer adı da nankörlüktür.
            Yüce Allah(cc), Tevbe sûresi (111)'de ''Allah'tan başka ahdine daha çok vefa gösteren kim vardır?'' buyurmaktadır. Vefa bir yönüyle de, verdiği sözde duran demektir.
''Ahdini bozan herkes için kıyamet günü bir bayrak dikilip, bu falanın vefasızlık alametidir diye ilan olunacaktır.'' Hadis-i şerif
''Ey müminler! İçinizden hayra çağıran, iyiliği yapıp, kötülükleri önlemeye çalışan bir topluluk bulunsun. İşte selamet ve felahı bulanlar bunlar olacaklardır.'' Al-i İmran Sûresi(104) Bu ayet insanları eğitme, hayra yönlendirme, kötülüklerden alıkoyma hususunda çağrıda bulunuyor ve ehemmiyetine dikkatleri çekerek selamet ve felahın yollarına vurgu yapıyor. Bunun için, bu kudsi hizmete kendimizi hazırlamalı ve hizmeti bir ihsan-ı ilahi olarak değerlendirmeliyiz.
            Yine Rabbimiz Kur'an'da ''Ey Ümmet-i Muhammed! Siz insanların iyiliği için meydana çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği yapar kötülüğü önlersiniz, çünkü Allah'a inanırsınız'' buyuruluyor. Cenab-ı Hak bizden böyle bir kul olmamızı istiyor. Bizler de Rabbimizin istediği gibi olmaya gayret edeceğiz.
''Ey iman edenler! Allah'ın hukukunu gözetin, O'nun hukukunu ihlal etmekten sakının, O'na yaklaşmaya vesile arayın ve O'nun yolunda mücadele edin ki, korktuğunuzdan kurtulup, umduğunuza kavuşasınız.'' Maide suresi 35
            Allah'ın(cc) rızasını içeren her bir salih amel, muamelat Allah'a(cc) yaklaşmaya birer vesiledir. Öyleyse, karşımıza çıkan her fırsatı değerlendirmeye azmedelim. Dünya bir fırsat. Bu dünyaya geliş bir defaya mahsus. Bu fırsat bir daha ele geçmeyecek. Kazanç da, kayıp da burada olacak. Onun için hayatın kıymetini bilip, en güzel kazançları sağlamaya gayret edelim. Ömür sermayesi zaman, mal, evlat, içinde bulunduğumuz maddi manevi varlıklar birer fırsat olmakla beraber, hastalık, sağlık, gam-keder verici olaylar, gençlik, ihtiyarlık, vs hepsi birer fırsat ve Hakka kurbiyete vesiledir.  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder