14 Kasım 2011 Pazartesi

TEFEKKÜR

            Varlıkta görülen ilim, kudret, rahmet esintileri kendilerine ait değildir. Canlıların en büyüğü sayılan balina, denizde mikroskobik mahluklarla beslenir. Yavrusuna günde yüzlerce kilo süt emzirir. En büyüğü en küçüğe muhtaç eden, bir aslanı küçük bir yavruya boyun eğdiren kudret ve şefkat, hiçbir varlığın kendine ait değildir.
            Kainatta en küçük görünen böceklerdir. Onlardaki hikmet dolu sanat eserleri ve yaşayışları da asla böceklere ait değildir. O Allah(cc) ki en büyükten en küçüğü çıkardığı gibi, en küçükten de en büyük şeyleri çıkarır. Evrimciler bir çiçekte, bir böcekte boğulup, kalırlar; çiçeklere ve böceklere buluşma zamanını kim öğretti diye. Çiçekler tam vaktinde açar, böcekler de tam vaktinde uçarlar. Arılar randevularında hiç şaşırmazlar. Çiçekler misafirlerine rahmet hazinelerinden şerbet sunarlar. Böcekler de çiçek tozlarını alıp, diğerlerine taşır ve aşılarlar. Biri rızkını bulur, diğeri geleceğini. Karanlıklarda kalsalar bile, çiçeklerin kokuları ile kilometrelerce uzaktaki yere tam vaktinde uçarlar, asla yollarını şaşırmazlar. Evet, onlar hiç şaşırmaz. Şaşıran birileri varsa, onlar da Kur'an'ın nurundan uzak, zulmette kalmış zavallı insanlardır.
            Bir-iki gram cansız tohuma tonlarca ağacın fihristesini kim yazdı, gökten suyu kim indirdi, bir avuç cansız topraktan enva-i çeşit, renk renk, desen desen güzellikte ve çeşit çeşit lezzette, vitamin, protein yüklü nebatları kim çıkardı ve bunları binlerce canlıya kim gıda yaptı, tohumu ota, otu süte, ete ve yağa kim dönüştürdü ve istifademize sundu? Cevap veremeyenlere Kur'an cevap veriyor; 
'' O, gökten suyu indirendir. İşte bitip, gelişen her bitkiyi onunla yetiştirdik. O bitkiden kendisinde üst üste binmiş taneler bitireceğimiz bir yeşillik, hurmanın tomurcuğundan sarkan salkımlar, üzüm bağları; bir kısmı birbirine benzeyen, bir kısmı da benzemeyen zeytin ve nar bahçeleri meydana getirdik. Meyve verirken ve olgunlaştığı zaman her birinin meyvesine bakın! Kuşkusuz bütün bunlarda inanan bir toplum için ibretler vardır.''En'am Suresi(99) 
            Kainatta her varlık kendisini var edenin şahididir. Deniz bizi uysallıkla üzerinde taşımaktadır. Dünya da denizi üzerinde taşır. '' De ki, göklerde ve yerde neler var, bakın da ibret alın. Fakat inanmayan bir topluma deliller ve uyarılar fayda sağlamaz.'' Yunus Suresi(101) 
'' Şüphesiz Allah hakkı açıklamak için sivrisinek ve onunda ötesinde bir varlığı misal getirmekten çekinmez. İman etmişlere gelince, onlar böyle misallerin Rablerinden gelen hak ve gerçek olduğunu bilirler. Kafir olanlara gelince; Allah böyle misal vermekle ne murad eder? derler. Allah onunla birçok kimseyi saptırır, birçoklarını da doğru yola iletir. Verdiği misallerle Allah ancak fasıkları saptırır, çünkü bunlar birer imtihandır.'' Bakara Suresi(26) Evet, bir sivrisinekteki sanat-ı ilahiyi, hikmet-i ilahiyi, kudret-i ilahiyi ferasetle gören, düşünen insan elbette pekçok dersler alacaktır. Görünüş itibarıyle küçük ve aciz bir mahluk, koskoca insanın kanını emiyor ve huzurunu kaçırıyor. Hatta Hz.İbrahim'in(as) hasmı, Allah(cc) düşmanı, ilah olduğunu ilan eden azgın hükümdarın helakına sebep oluyor. İbret dolu bu sahne, kıyamete kadar gelecek insanlığa en büyük bir derstir. Diğer bir ibretli tabloda ise Ebabil kuşları koskoca fil ordusunu helak ediyor. Görünüşte küçük olan pekçok şey Allah'ın(cc) dilemesi, takdiri ve murad etmesi ile çok büyük şeylerin zuhuruna sebep olur. 
            Biraz basiretle bakıp düşünebilsek, herşeyin esrarengiz sırlarla dolu olduğunu kısmen de olsa anlayacağız. Adeta her bir zerrede kürrelerin mevcudiyetini sezip, Sübhanallah Allah-ü Ekber diyeceğiz. Bir hücrede bir insan, bir tomurcukta bir ağaç, bir noktadan(gözbebeği) kainatı seyretme, bir mikrobun canlılar üzerindeki etkisi, bir kurdun halis ipek yapması, bir arının bal yapması, bir atomun içerdiği muazzam enerji, vs, velhasıl yaratılmış her mahlukta akıl almaz hikmetler, menfaatler, maslahatlar, dersler vardır. Kur'an-ı Kerim'de insanları çok yönlü mesajlarla uyaran Rabbimiz, yine insanları kainat kitabını okumaya, tefekküre, kıssalardan hisse almaya, ferasetli olup, hadiseleri iyi değerlendirmeye çağırıyor. Allah'ın(cc) kudreti, azameti karşısında insanoğlunun ne kadar aciz, nakıs ve iktidarının  hiç hükmünde olduğunu nazarlara arz ediyor ki, Nemrud misali hükümdar da olsan, bir sivrisineğin karşısında yenik düşebileceğinin ve bir mikroba yenilebileceğinin mesajı ile iman eden gafil ümmeti uyarıyor. Velhasıl hem Kur'an'da hem de kainattaki herşey ibret alacak açık kapalı sırlarla, hikmetlerle doludur. Mevla kullarını hikmet ehli olmaya, ferasetli olmaya, hem Kur'an'dan, hem kainat kitabından, hem nefislerden tefekkür kanalı ile bol bol yararlanıp, Allah'ın(cc) azameti karşısında kendi aczinin bilincinde olup, kul olmaya davet ediyor. ''Eğer Biz bu Kur'an'ı bir dağa indirseydik, muhakkak ki onu, Allah korkusundan baş eğerek, parça parça olmuş görürdün. Bu misalleri insanlara düşünsünler diye veriyoruz.'' Haşir Suresi(21) 
            Efendimiz(sav) peygamber olmadan evvel, hakiki kul oldu. Mevlana Hazretlerinin kemalin doruğuna erişince 'kul oldum, kul oldum' nidalarıyla feryadını, o anlayış ve sezişi Rabbim bizlere de nasip etsin, nefsin esaretinden kurtarıp, ruhun hakimiyetine erdirsin inşallah. Hakiki kulluğu idrak edebilmek için pekçok şeye ihtiyacımız olduğu gibi, tefekkür yollarını açık tutmaya ve bu yönümüzü kuvvetlendirmeye de azami ihtiyacımız vardır. Düşünme istidatını körelten bir insanın diğer mahlukattan pek bir farkı kalmamıştır. Tefekkür kanalıyla esma-i ilahiyeyi müşahade; bu müşahade,seziş, anlayış ve idrak edişle Allah'a(cc) yakınlık sonucunda aşk ve haşyet zuhur eder ki, Rabbimize vuslatta tefekkürün rolü çok büyüktür. Onun için Kur'an muhataplarını sık sık tefekküre, düşünüp, ibret almaya teşvik eder. İnsanın geçmişten, içinde bulunduğu zaman, mekan, varlıklar ve olaylardan, Yüce Yaradan'ın muhteşem sanat-ı ilahisindeki esrardan ve gelecekten verilen haberlerden düşünüp, ders almasını Mevla emreder ki, hayvanla insanı birbirinden ayıran melekenin en kuvvetli yönü bu olsa gerek. 
             Allah'ın(cc) kuluna bahşettiği istidatla kul, geçmişi, geleceği, içinde bulunduğu zamanı ve durumu değerlendirip pekçok faydalar elde edebilir ki, bu tür bir istidat sadece insana tevdi edilmiştir. Bilindiği kadarıyla kısmen de cinlere verilmiştir. Kur'an düşünmeyen insanlar için şöyle der; ''İman edenlerin Allah'ı anma ve O'ndan inen gerçekler için kalplerinin saygı ile yumuşama zamanı daha gelmedi mi? Onlar daha önce kendilerine kitap verilenler gibi olmasınlar, onların üzerinden uzun zaman geçti de kalpleri katılaştı. Onlardan çoğu fasıklardan olup, yoldan çıkmış kimselerdir. Bilin ki Allah ölümünden sonra, yeryüzünü canlandırıyor. Aklınız ersin diye gerçekten size ayetlerimizi açıkladık.''Hadid Suresi(16-17) Kur'an baştan başa tefekküre, düşünmeye açık bir Hak kelamıdır ki, tefekkürle okunan herbir ayet hatta herbir harf okuyucusuna açık gizli hazinelerin, sırların haberini sunar. İnsanın hilkatinden bahseder. Bir hücreden, dünyaya gelişine kadar geçirdiği safhaları anlatır. Yine dünyaya gelişinden son yolculuğunun zamanına kadar uğrayacağı menzillerden haberdar eder. Dünyaya geliş hikmetini bildirir. İnsanın sorumluluklarını açıklar. Dünya ve içindekilerden bahsedip, herşeyin yaratılış gayesini açıklar. Adeta bir seyyah olan insana ruhlar aleminden başlayan yolculuğun dünya, berzah, mahşerle devam ederek cennet ve cehennem adındaki ebedi mekanlarda son bulacağını anlatır. Bu mekanların keyfiyetinden bahisle ibret, dehşet dolu, haz, inşirah ve huzur dolu sevindirici haberler arz edip, her akıl sahibini tefekküre ve kulluğa davet eder Rabbimiz ve Efendimiz. 
            Bir ayette ''Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın'' buyurularak hayatını şuursuzca çarçur etme ki, son pişmanlık fayda etmez, kendi kendini tehlikeye atma, dikkat et, hakta karar kıl deniyor. Yine Yusuf suresi baştan sona ibretlerle doludur. 
''Kavminin İbrahim'e cevabı ise; ''O'nu öldürün, yahut yakın'' demelerinden ibaret oldu. Ama Allah onu ateşten kurtardı. Doğrusu bunda iman eden bir kavim için ibretler vardır.'' Ankebut Suresi(24)
''Sizden önce nice milletlerin vakaları gelip geçmiştir. Onun için yeryüzünde gezin dolaşın da Allah'ın ayetlerini yalanlayanların akıbeti ne olmuş görün.'' Al-i İmran Suresi(137) 
''(Havada) üstlerinde kanatlarını açıp kapatarak uçan kuşları hiç görmediler mi? Onları havada tutan Rahman olan Allah'tan başkası değildir. Şüphesiz O herşeyi görmektedir.'' Mülk Suresi(19) 
''Hiç üzerlerindeki göğe bakmazlar mı, bakıp da Bizim onu sağlamca bina ettiğimizi, onda en ufak bir çatlak, dengesizlik olmadığını düşünmezler mi?'' Kaf Suresi(6) 
''Gökten bereketli su indirdik. Onunla bahçeler ve biçilen ekinler, salkım salkım meyveleriyle hurma ağaçları yetiştirdik.'' Kaf Suresi(9-10)
''Bütün bunlar kullarımıza rızık vermek içindir. Hem o su ile ölü toprağa hayat verdik. İşte ölmüş insanların mezardan çıkışları da böyle olacaktır.'' Kaf Suresi(11)
               Tefekkürün diğer bir boyutu ise, hadiselerden dersler çıkarmak olacaktır ki, örneğin şer gibi görünen bazı hadiselerin altında öyle hayırlar vardır ki, o şerleri sıfıra indirir. Fakat insan o sırlı hayırları belki baş gözü ile çok defa görme imkanına sahip olamadığından, şer addeder. Oysa ki bazen insanın başına gelen çeşitli sıkıntılar içinde hikmetler, hayırlar, menfaatler, maslahatlar mevcuttur. İnsan düşünüp, aklını kullansa bu tür durumlardan çok istifade edebilir. Burada da ilme, tefekküre, ferasete ihtiyaç vardır. Düşünmekten, anlamaktan, idrakten aciz gafil insan bu gafleti ve düşünme melekesini dumura uğrattığı için; maneviyatı, imanı, itikadı, teslimiyeti de o nispette zaafa uğramıştır. Manadan yoksun bu zavallı, madde planında sıkışıp kalmış, isterse birkaç fakülte bitirmiş olsun, yine cahil, yine gafil, yine basiretsizdir. Manaya giden yolları, düşünme melekesini çalışmaz hale getirmiş, böylece hak ve hakikat ummanlarından bir katre rahmet alamamış, susuzluktan kavrulan ruhuna ab-ı hayat sunamamış, cesedi görmüş, cesedi bilmiş, o ceset için yaşamış, düşünme ve tefekkür cihazlarını sırf dünya ve cismi kanalında inkişaf ettirmiş bir zavallıdır. Oysa o cesedin içinde bir de ruh var. O ruh ki, ruh-i sultani adı verilen Mevla'nın 'ruhumdan ruh üfledim' dediği ve insana verdiği değeri gösteren ruh ki, Allah(cc) bu ruhun sahibini muhatap alıp, değer veriyor. İşte insanı hayvandan ayıran ruh-i sultanidir ki, insanı Rabbimize muhatap eder, hakka hakikate kulak verdirir. 
            Toprağa ufacık bir tohumcuk olarak giren bir tohum, tonlarca mahsül olarak çıkıyor. Belli belirsiz bir tohumcuk toprağın bağrına giriyor, renk renk, desen desen çiçekler olarak çıkıyor. O renk ve desendeki nakışları kim işledi, o boyaları kim boyadı, bu sırlı işler nasıl oluyor, o ambalajlar içindeki türlü türlü meyveleri gıdalarıyla lezzetleriyle kim takdim ediyor, zehirli bir böceğe(arı) o muhteşem petek yapma sanatını kim öğretti, bal yapma ilmini nereden öğrendi? Dut yaprağını sıradan bir hayvan yiyor, gıda almakla beraber necaset olarak atılıyor. Geyik yiyor, misk-i amber oluyor. Bir böcek yiyor, ondan renk renk ipek dokuyor. Çok cazip, renk renk kelebek oluyor. Bir üzüm çardağı gıdasını topraktan alıyor, adeta çamur yiyor, şerbet veriyor. Rabbim hikmet ehli olanlardan eylesin. Amin. 
            Velhasıl hayat bize verilmiş bir hammadde gibidir. Hayatı güzelliklerle ve hayırlarla işlediğimiz ölçüde güzel, kötülükler ve şerlerle işlediğimiz ölçüde kötü, boş verdiğimiz ölçüde de atıl bir hal içinde oluruz. Bir marangoz elindeki ceviz kütüğünü değerlendirmezse, bir müddet sonra o kütük yanması gereken bir odun parçasına dönüşür. Eğer değerlendirilirse, yapılan mobilyalar sarayların nadide yerlerinde mekan tutar. İşte insan bu marangozdan, hayat ceviz ağacından farklı değildir. Hayat 'oku' emri yerine geldiği an başlar. Okumayan kul, yaşamayan kuru bir ağaçtır. Okumak sadece satırlarda olanı okumakla sınırlı değildir. Asıl okumak, gönüllerimizi doyuracak Kur'an'la birlikte, kainatı okumaktır. Her varlık ve olaydan dersler ve hikmetler çıkarabilmektir. Allah(cc) abes hiçbirşey yaratmamıştır. Kula düşen her yaratılmışı kalp gözüyle görebilmektir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder