15 Kasım 2011 Salı

ŞÜKÜR

            Şükür üç yolla ifa edilir; hali, kali, fiili. Şükür; görülen her hangi bir iyiliğe karşı gösterilen memnuniyet ve minnettarlık manalarına gelir. Istılahta ise, insana bahşedilen duygu, düşünce, aza ve cevarihi, yaratılış gayesine uygun istikamette kullanmaya denir ki, kalple, lisanla ifa edilebileceği gibi bütün uzuvlarla da yerine getirilebilir.
1.Şükür önce kalpte başlar. O nimetleri yaratıp, ihsan eden Rabbini bilen ve iman eden müminin kalbinde, Rabbine karşı minnettarlık hislerinin inkişaf etmesidir. Zahir ve batın nimetleri ve bu nimetlerden yararlanmayı Allah'tan(cc) bilip, hayatını bu anlayışa göre yönlendirmesi, şekillendirmesidir. Aynı zamanda lisan ve cevahirle yapılan şükrün de esasını teşkil eder. Şükrü bir ağaca benzetecek olursak, kalbi(hali) şükür bu ağacın kökü mahiyetindedir. Kök ne kadar sağlam ve sağlıklı ise, ağacın gövdesi ve meyvesi o nispette sağlam, sağlıklı ve verimli olacaktır. İnsanoğlunun da imanı, itikadı, Rabbi hakkında bilgi ve görgüsü ne nispette ise, diğer ameller gibi şükrü de o nispette tezahür edecektir. Kalbinde, gönül aleminde şükrü ne kadar hissediyorsa, o nispette dili ile şükredecek, yine o nispette fiili şükrü eda edecektir.

2.Lisanla şükür; vehmi bütün güç, kuvvet ve ihsan kaynaklarını nefyederek, bir yönüyle sebeplere takılıp kalmayıp, sebepte müsebbibi görerek, her türlü maddi-manevi nimetin Allah'tan(cc) geldiğini kalben kabulden sonra, lisanen ikrar ve itiraf etmekle gerçekleşir. Bütün iyilikleri, güzellikleri kısmet eden ve mebdeden müntehaya kadar sebepleri hazırlayan O(cc) olduğu gibi, vakt-i münasibinde gönderen de yine O'dur(cc). Takdir ve taksim eden, vakti gelince yaratıp, semavi sofralar halinde önümüze seren O(cc) olduğu için, minnet ve şükran da O'nun(cc) hakkıdır. Bu hakikati görmeyip, sebeplere takılıp kalanlara Kur'an şöyle ferman eder; ''Onlar dünya hayatının sadece kendilerine bakan dış yüzünü bilirler. Ahirete bakan yönünden ise bütün bütün gafildirler.'' Rum Suresi(7) Evet bunlar sırf sebeplere bakıp, ilim ve marifetullah yoluyla daha ilerisini görmeyen cahiller, nakıslar ve nankörlerdir. 

3.Cevarihle şükür ise; her uzuv ve her latifeyi yaratılış gayesi istikametinde kullanmak ve onlara mahsus kulluk vazifelerini yerine getirmekten ibarettir. Ayrıca lisanın şükrünü evrad-u ezkar, kalbin şükrünü yakin, istikamet, ihlas ve cevarihin şükrünü de ibadet-i taat şeklinde yorumlayanlar da olmuştur. İman ve ibadet-i taallükattan ötürüdür ki, ona imanın yarısı nazarıyla bakılmış, kendi şümulü içinde sabırla müşterek mütalaa edilmiştir. 

            Allah(cc), kelamında pekçok defa şükrü emretmiştir. ''Eğer şükrederseniz, Ben de nimetimi artırırım. Şayet nankörlük yaparsanız, biliniz ki azabım çok şiddetlidir.'' İbrahim Suresi(7) Bundan başka O(cc) kendisine Şekur demiş ve bütün nimetlerin asıl kaynağına ulaşma yolunu da şükre bağlamıştır. Şükür önemli bir amel, kıymetli bir sermaye olmasına rağmen Rabbimiz ''Kullarımdan şükredenler pek azdır,'' Sebe Suresi(13) buyurarak, acı gerçeği beyan etmiştir. Amili fazla olmayan bir ameldir. Ömrünü şükür kuşağında geçiren Nebi-i Zişan(sav), sabahlara kadar ayakları şişerek namaz kıldığını müşahade eden Hz.Aişe Validemizin ''Ya Resulallah! Senin gelmiş geçmiş günahların affolundu, neden kendine bu kadar zahmet veriyorsun?'' sorusuna karşılık ''Ya Aişe! Rabbime çok şükreden bir kul olmayayım mı?'' diye cevap vermiştir. Evet, o şükür kahramanı, her konuda olduğu gibi şükür konusunda da zirveleri tutmuş, doruğa ulaşmıştır.  O(sav) oturur, kalkar şükreder ve yanına gelenlere de şükür tavsiye eder ve şöyle münacatta bulunurdu; ''Allahım! Seni anmam, Sana şükredebilmem ve Sana ibadetlerin en güzeliyle yönelebilmem için bana yardım et.''
            Şükür; nimete mazhar olanın onu verene karşı iki büklüm olması, sevgi ve alaka ile ona yönelmesi, kalbinde hissettiği minnettarlık duygularını dili ve ameli ile izhar etmesidir. Memnuniyetini teşekkür, minnetini sevgi, saygı ve teslimiyetle en güzel şekilde ispat etmesidir. Hakiki şükür, nimetin tam bilinmesiyle gerçekleşir. Zira nimetin kaynağı ve onu verenin takdir edilmesi büyük ölçüde nimetin bilinmesine bağlıdır. Nimetler Kur'an'ın da ifadesiyle namütenahidir, sayılara gelmez. Bu husus maddi ve manevi olarak iki kaynağa ayrılabilir. Ve yine bu nimetler de pek çok nevilere ayrılarak mütalaa edilir. Mesela göz, kulak, ağız, dil, dudak birer nimet olmalarına rağmen, diğer nimetlere vesile olmakla nimet içinde nimeti teşkil ederler ki, bunun gibi her nimet birçok nimete gebedir. Manevi nimetler ise iman, Kur'an, İslam, din, diyanet, ilim, ibadet-i taat gibi sayılara gelmeyen nimetler kervanıdır. Hz.Davut(as); ''Ya Rabbi! Senin şükrünü nasıl eda edebilirim ki, Sana şükretmem dahi üzerimde şükrü gerektiren ayrı bir nimettir,'' deyince, Cenab-ı Hak ''İşte şimdi tam şükrettin'' buyurur ki, ''Ey her dilde meşki olan Allahım! Sana hakkıyla şükredemedik,'' sözleriyle anlatılmak istenen de budur.
            Aslında her insanda nimete ve nimeti verene karşı perestiş hissi vardır ki, bu hal fıtridir. Ama bu hissin uyarılacağı, uyarılıp yönlendirileceği ana kadar. Tıpkı deryada yaşayan mahiler gibi, başından aşağı yağan maddi manevi nimetleri ne duyar ne duygulanır, dahası onlara bazı basit sebepler bile verebilir. Şayet etrafımızdaki nimetleri görmemeye körlük, sağırlık ve duygusuzluk diyeceksek, mazhar olduğumuz bunca şeyi kör, sağır ve duygusuz sebeplere havale etmeninde bir inhiraf olmasında şüphe yoktur.
''Sadece Bana şükredin ve zinhar nankörlükte bulunmayın.'' Bakara Suresi(152)
''Yalnız O'na kullukta bulunun ve O'na şükredin.'' Ankebut Suresi(17)
''İman eder ve şükrederseniz, Allah sizi neden azaba uğratsın? Halbuki Allah şükredenlerin mükafatını verici, onların ne yaptıklarını hakkıyla bilicidir.'' Nisa Suresi(147)
            Her nimetin kendine has şükrü vardır. Kur'an en büyük nimettir. Öyleyse Kur'an da kendine has şükrü gerektirir. Rahman olan Allah'ın(cc) insanlığa rahmetinin en büyük tecelligahı olan Kur'an, beşeriyet için kıymet ve değeri tarife sığmayacak derecede ulvi ve büyük bir nimettir. O, insan ve kainatın temel kanun ve kaidelerinin en mükemmel ve en doğru tercümanıdır. İnsan Kur'an'la irtibatı ölçüsünde, o nispette Rabbini, dinini, vazife-i ubudiyetini tanır ve içinde bulunduğu nimetlerin farkına varır. Böylece fıtratında olan şükür hislerinin tezahürüne sebebiyet verir ve kul Kur'an'ın nasıl bir nimet olduğunu idrak eder, hem de nurlu Kur'an'la pekçok müşküllerini hallederek nimet içinde nimeti görüp, cehaletten nura çıkaran Rabbine bütün zerreleri ile hali, kali, fiili şükürlerini arzeder. Bütün manevi değerler kendilerine has şükrü gerektirir. İslam'a mensup olmak en büyük nimettir. Kalben minnettar olmakla beraber, İslam'ın hukukunu koruyup, asla harama kaymamakla şükrünü eda edebilir. Efendimiz'e(sav) ümmet olmak öyle bir ihsan-ı ilahidir ki, kelimelerle ifade edilemez. Sevgi ve saygıya dayalı bir teslimiyet, sünnete ittiba, salat-ü selamlarla yad etme ve kuvvetli bir rabıtayla şükrünü yerine getirmeye azmetmektir. Rabbimizin değer verdiği cümle amellerin hepsi ayrı ayrı birer nimettir. Bunlara değer verildiği takdirde Rabbimizin rızasına ve cennet yurtlarına vasıl olunacağı bildiriliyor.
            Nimetler genel itibarıyle herkesle irtibatlı olmakla beraber, bazı nimetler hikmete binaen bazı fertlere daha fazla verilmiştir. Örneğin Allah(cc) bazı kullarını ilim yoluna sevkeder. Zihinlerini ilme açar, hafızalarını kuvvetlendirir. Bunların içinden büyük müfessirler çıkar. Muhaddisler, fakihler, İslamiyete ve cemiyete faydalı bilgilerle mücehhez insanlar zuhur ettirir. Başkalarına nasip olmayan bilgilerle techiz eder. Allah'ın(cc) bu lütf-u keremine karşı bu zümre, kendilerine Rablerinin bir nusret-i ilahisi olduğunun bilinciyle kibirlenmeyip, ucba düşmeyip tevazu, sabır, şükür yolunda sabit olurlarsa felaha erenlerden ve bu nimetin şükrünü yerine getirenlerden olurlar.
            Allah(cc) bazı kullarına fazla ibadet etmeye müsait zaman, sıhhat ve şevk ihsan eder. Farzlardan başka nafilelerle bol bol ibadet ederler. Bu abidler yaptıkları fazla ibadetleri kendilerinden görmeden ve nefislerine pay çıkarmadan Allah'ın(cc) bir ikramı olduğunu bilerek, tevazu ile minnettar olurlarsa felaha erenlerden olup, ehl-i şükürden sayılırlar. Servet sahibi helal yoldan kazanıp, yine helal yolda harcarsa o zümre de şükür ehlinden sayılır.
            Allah(cc) insanoğlunu eşref-i mahluk ünvanıyla şereflendirmiştir. Yine insana halifelik gibi bir hususiyet vererek, ona meleklerden de öte bir değer bahşetmiştir. İnsan bu yönüyle hassaten çok şükretmesi gereken bir varlıktır. İnsanın kendisine verilen değerin bilincinde olması, kulluğa yakışır bir şekilde şükür ehli olması zaruridir. İnsanın her bir azası değer biçilemez birer nimettir. İnsan akıl nimeti sayesinde eşyaya hükmeder ki, öncelikle Rabbini tanıması, aklını en değerli bilgilerle donatıp, hakkını koruması ve Rabbine minnettar olması bu nimetin şükrüdür. Efendimiz(sav) bir hadislerinde ''Fayda vermeyen ilimden Sana sığınırım Allahım!'' buyurmuştur  ve o en değerli cevheri boş şeylerle zayi etmenin vebal olacağına binaen ümmetini uyarmıştır.
            Her insan Rabbini bildiği kadar korkar, sever ve şükreder. Onun için şükür imanı ve marifetullahı gerektirir. Dolayısıyla da selim bir kalp ehli olmayı gerektirir. Bu da nefis tezkiyesi, ruh tasfiyesi ile elde edilir. Duyarlı ve hassas mümin kolay kolay nankör olmaz. Nefis tezkiyesinde başarılı olan vicdan ehlinin de  şükür ehli olacağı muhakkaktır. İnsan tefekkür ve tedebbül yoluyla da şükürde derinleşir. Düşünme melekesi yalnız insanda vardır. İnsan bu melekeyi kuvvetlendirerek şakirinden olur. Böylece feraset yoluyla nail olduğu şükür nimetinin tecelliyatına nazar edip, Şekur olan Rabbinin tecellisinin idraki içerisinde Onu tanır ve şöyle der;
            ''Ya Rab! Herşeyin malik-i hakikisi Sensin, Sen ki Malikül Mülksün, mülkün yaratıcısı Sensin, kainatta, mevcudatta her ne mevcutsa var eden, hükmeden, ihtiyaç sahiplerine ikram edensin. Maddeye manaya ait her şeyi yaratansın, beni yoktan var eden ve bana kendini tanıtansın, beni muhattap alıp, benimle kelam edensin. Beni uyarıp, hakkı batılı bildirip, selamet yollarına hidayet edensin. Yüce Resulüne ümmet olma şerefine nail edensin. Akıl, göz, kulak yolu ile insanlığın sırrına erme istidatına nail edensin. Velhasıl nimetlerin sayılara gelmez. Bize düşen, kula yakışır şekilde şükretmektir. Şükretme nimetine de şükürler olsun.''

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder