16 Kasım 2011 Çarşamba

KABZ VE BAST

            Kabz(sıkıntı) ile bast(genişlik), geceyle gündüzün birbirini takip ettiği gibi, salikin halinde birbirlerini takip ederler. Salik bu iki halin dışına çok az çıkabilir. Her iki halde de en isabetli olanı, kulluğun gereklerini eksiksiz yerine getirmeye çalışmaktır. Her iki halin de geliş sebepleri vardır ki, salik bunları tespite çalışmalıdır. Bazılarını büyükler şöyle beyan etmişlerdir;

Kabzın sebepleri;
1.İşlenen bir günah,
2.Elden çıkan veya noksanlaşan dünyalık,
3.Cana, mala, namusa, çoluk-çocuğa veya mansıba bir zalimin tasallutu,
4.Allah(cc)'ın bahşetmiş olduğu maddi veya manevi nimetlerin hakkına riayet etmeyip, nankör olma.

            Kabzı da bastı da yaratan Allah'tır(cc). Fakat bu hallerin zuhuratı pek çok sebeplere bağlıdır. Ve yine pekçok hikmetlere mebnidir. Salik, kabz haline düçar olduğu zaman yapacağı şeylerin başında şunlar gelir;
1.İç ve dış durumunu murakabe etmeli, zahir ve batın hata ve kusur işlemişse, hemen tevbe istiğfara sarılmalı ve gelen kabz halinin gitmesini talep etmelidir. Dua ve niyazla Rabbine teveccüh ederse, ümid edilir ki,Tevvab olan Mevla tevbeleri kabul eder, günahları affeder, böylece kabz hali zail olur.
2.Kabz haline sebep, elden çıkan veya noksanlaşan dünyalık ise salike yaraşan, verenin de alanın da Mevla olduğunu, böyle olmasında hikmetler bulunduğunu düşünüp, tevekkül ve rıza ile karşılamak, Rabbinin rızasını kazanmaya çalışmak olmalıdır ki, kabz hali bast haline dönüşsün.
3.Cana, mala, namusa, çoluk-çocuğa veya mansıba bir zalimin tasallutu ile bir zarar dokundu ise, bu durumda salike düşen, vahyin nuru ve Resulullah'ın(sav) nurlu beyanları ile bu halden kurtulmaya çalışmaktır.
''Andolsun ki sizi biraz korku, biraz açlık, biraz mal, can ve mahsul eksikliği ile sınarız. Sabredenleri müjdele!'' Bakara Suresi(155)
''Mümin erkek ve kadının nefsinde, çoluk çocuğunda, malında bela eksik olmaz. Ta ki hatasız, kusursuz olarak Allah'a kavuşsun.'' Hadis-i şerif
Ebu Hureyre'den(ra) rivayetle; ''Ey Allah'ın Resulü!, dedim. İnsanlardan en çok kimler belaya uğrar? Buyurdular ki, ''Peygamberler sonra da büyüklükte onlara yakın olanlar.''
''Allah-ü Teala ferman etti; İzzetim ve celalim hakkı için mağfiret etmek istediğim hiç kimseyi bedenine bir hastalık, rızkına bir darlık vererek, boynundaki günahlardan temizlemeden dünyadan çıkarmayacağım.'' Hadis-i şerif
            İnsan, hassaten Hak yolcusu salik bu tür beyanların nuru ile hadiselere bakarsa, kalbindeki sıkışıklık, daralma, kabz hali gider, bu müjdelerin inşirahı ile gönlü rahata, sükuna, bast haline kavuşur. Kabz halinin geliş sebebi bir iftira, namusa atılan bir çamur ise bu durumda o azizelerden azize, Yüce Resulün hanımı olma şerefine nail olmuş Hz.Ebu Bekir'in(ra) kızı Hz.Aişe'ye(ra)  atılan iftirayı düşünelim ki, hiçbir zaman güneş balçıkla sıvanmaz. Pekçok hikmetlerle gelen bir imtihan olarak değerlendirilir ve Allah'a(cc) olan hüsn-ü zan muhafaza edilirse, kalpte huzur güneşi doğar.
            Kabz halinin sebebi bir zalimin zulmüne uğramaksa, bu durumda yapılması gereken hukuki yollara başvurmak, İslamın ruhsat verdiği sebeplere tevessül edip, Allah'ın(cc) takdirine razı olmaktır. Mevla dilerse sebeplere tesir icra eder, daha dünyada iken mazlumun hakkını zalimden alır. Ancak hikmete binaen mazlum mağlup oldu gibi görünürse şu unutulmamalıdır ki, müminin dünyasından daha ehemmiyetli ukbası var. Burada zalimden hakkını alamayan mazlum, ukbada hakkını alacaktır. Allah'ın(cc) bir ism-i şerifi de Müntekim'dir. İntikam alan, mazlumun hakkını zalimden alan manasını içerir. Şuna da dikkat edilmelidir ki, kötülüğe kötülükle karşılık vermek bir salike asla yakışmaz. Tasavvufta af ve müsamaha daima ön plandadır ve bu kudsi yolun düsturlarındandır. Cahillerin, gafillerin yersiz davranışlarından salikin içinin daralması uygun olmaz. Rabbimiz ''Affediniz ki affa mazhar olasınız'' diye buyuruyor. İnanan insana yakışan, Efendimiz'i(sav) örnek alıp, bu halden kurtulmaya çalışmaktır. İnsanın gönlünde bulunan kin, inat, husumet hisleri kabz haline düşmeye sebeptir. Bu nedenle, bir an önce bu kötü vasıfları çıkarıp atmak gerekir.
4.Kabz halinin bir sebebi de, maddi manevi nimetlerin değerini bilmeyiş, sorumluluğu idrak etmeyiş, gayr-ı ciddi bir tutumla o nimetleri gereği gibi değerlendirmeyiştir. Mazallah bu, nimetin geri alınmasına sebep olabilir. Gafil insanda iç sıkıntısı, daralma, bunalma zuhur eder ki, buna kabz hali denir. Bu, maddi manevi nimetlerin şükrünü eda etmeyişten olabilir. Bu durumda salik Rabbinden özür dilemeli, çarçur ettiği, israf ettiği, gereği gibi infak edemediği için tevbe istiğfar etmeli, Rabbine iltica etmelidir.
''Ben kullarımdan kalpleri hüzünle dolu, boyunları bükük ve bana yönelik olanların yanındayım.''Hadis-i Kudsi  İşte bu kulun kalbine Rabbi, inşirah verir.
            Manevi nimetler karşısındaki gaflet; nimet-i ilahiyi idrak edememe, kıymetini bilmeme nimetten mahrumiyete sebep olur. Feyiz kesilir, o kalp artık hiçbir şeyle mutmain olamaz. Derken kalp sıkışır, daralır, bunalır. Salik belki farkında olmaz, fakat adeta bir şefkat tokadı yer de, bunalıma düşer. Kalbi sıkışır, kabz hali zuhur eder. Allah(cc) kuluna, iman gibi bir hazine lütfetmiştir. Bu hazine bir bedel ister, bunun bedeli, Hakka kesintisiz kulluktur. İtirazsız takdiri ilahiye boyun eğmektir.
            Eşrefi mahluk olarak en şerefli ve halifelik ünvanıyla şereflendirilmiş, yüce kelama muhattab edilmiş, insanlık, islamlık şerefiyle şereflendirilmiş insan, bu nimetler için elbette bir bedel ödeyecektir. İnsan bu nimetleri veren Rabbini görmezden gelip, sorumluluklarını idrak etmezse, Kur'an'la, Resul'le tanışmazsa, insani değerlerden gafil ise elbette kabz hali yaşayacaktır.
            Bir kula Allah(cc) lütf-u ilahi olarak manevi eğitim, öğretim ve kamil insan olabilme imkanı vermiştir. İşte bu salik önce Rabbine hamd-ü senalarda bulunmalı, bu ortamı hazırlayan, sebep olan, irşadını üstlenen mürşidine minnettar olup, teslimiyet, rabıta ve edepte kusur etmeyerek vazifesini hakkıyla yerine getirmelidir ki, o nimet zeval bulmasın. Bir ayette ''Verdiğim nimete şükredin, nankörlük etmeyin, eğer nankörlük ederseniz, hiç şüphesiz azabım çetindir,'' buyurulmuştur. Efendimiz(sav) de ''Nimet, kadrini bilmeyenin elinden alınır,'' buyurmuştur. Manevi değerlerin kıymeti bilinmez, şükrü eda edilmez, haklarına riayet edilmez, gereken ihtimam gösterilmezse, bu çok kıymetli şeyler kıymet bilmez nadanların elinden geri alınır da, o kişinin kabz hali hem dünyada hem ukbada olanca şiddeti ile devam eder. Aklını başına alıp, hatasını anlayıp, mukaddesiyatına sahip çıkanlar müstesna.
            Kabz hali bazen de bilinmeyen sebeplerden ötürü hikmete binaen zuhur eder ki, bir imtihan sebebi olabilir. Salik ibadete karşı, ilme, irfana, sohbete karşı içinde bir isteksizlik, kalbinde bir daralma ile kabz hali yaşar. Bu durumda olana gereken odur ki, azimle gayretle üzerine düşen vazifesini bihakkın eda etmeye devam etmek, asla gevşeklik göstermemektir. İnşallah, bir hastanın iştahsız olmasına rağmen sıhhatine kavuşmak için zorla yemek yemesi, ilaç kullanması sonucunda sağlığına kavuşması gibi, manevi bir hasta hükmünde olan kabz halindeki salikte o halden kurtulur, yerini bast hali alır, böylece imtihanı vermiş olur. Bu iki hal de birer imtihan vesilesidir. Yeter ki kul sorumluluklarının idrakinde olsun, bu halleri iyi değerlendirsin. Kabz halini geceye benzetecek olursak, uyanık bir salik gecelerin esrarından bol bol yararlanır. Geceler zahiren karanlık ve ürkütücü ise de, manevi esrarlarla doludur. Örneğin; kadir gecesi, berat, bayram, cuma geceleri, seher vakitleri. Pekçok haberlerle gecelerin hususiyetine işaret edilir. Rabbine gönül vermiş has bir kul için kabz da Hakka kurbiyete vesile olur. Bu durumdaki bir salik Rabbine teveccüh ile, dua, niyaz ve yakarışlarla, kırık bir kalple dünyadan uzak, Rabbine yakın olur. Kibrin yerini tevazu, dünya muhabbetinin yerini zühd, gülmenin yerini ağlama alır. Bunlar değerlendirilirse, kabz gecesinin yerini bast güneşi alır.
Bast halinin sebepleri şunlardır;
1.Fazlaca ibadet ve taatte bulunmak veya ilim ve marifetullaha karşı bir takım arzu ve isteklere nail olmak,
2.Kazanç, hüner, bağış, miras gibi şeylerle çokça dünya malına nailiyat,
3.Başkalarının övmesi, hürmet ve saygı göstermesi, maddi-manevi bir mevkiye sahip olmak,hatta kendisinden hayır dua beklenilip, izzet ikram görmesi.
Bunlar birer ilahi nimettir. Takdir eden Yüce Allah'tır(cc).
1.İbadet ve taatten haz duymak, ibadetle çok meşgul olmak, ilim, marifetullah, sohbetlere şevkle devam gibi durumlar birer mevhibe-i ilahidir. Bu durumda olan salik çok dikkatli olmalıdır. Bu halin devamı için bu hisleri iyi değerlendirip, maneviyata ait kazançlar elde etmeye, manevi ticaretler yapmaya say etmelidir. Bu hal her zaman ve herkese müyesser olmaz. Bu dünya, ahiretin tarlası demiş Efendimiz(sav). Rabbimiz ise, 'herkese sayinin karşılığı verilecek, salih amellerin karşılığı kat kat ödenecek' diyor. Mühim olan işlenen ibadette ihlaslı olmaktır ki, geçerli olsun. Salik ihlaslı olmalı, ucba düşmemeli, bu hali Mevla'dan bilmelidir. Daima hayırları Rabbimizden, şerleri nefsimizden bilmeliyiz. Bu halleri için ucba, kibre, riya rüzgarına yakalanan kişinin vay haline.
2.Kazanç, hüner, bağış, miras ile çok dünya malına sahip olmakta  nimet-i ilahidir. Bunlar helal yolla geldiyse, helal yola harcanırsa güzeldir. Hz.Yusuf(as), Hz.Süleyman(as) gibi peygamberler de dünya nimetine düçar olmuşlardır. Önemli olan, nimeti verenin rızasına uygun kullanılmasıdır. Hakiki salik bu nimeti amaç olarak görmez, araç olarak kullanır. Rabbinin rızasını kazanmaya bir araç yapar. Bol bol ahiret ticareti yapar. Bunların cazibesi gönle girer, ihlası zedeler, imanı bulandırırsa tehlikelidir. Dünya sevgisi, kibir, gurur, ucb, sum'a kalpte canlanırsa, gönül dünyası zehirlenir, ibadetten zevk alamaz, yavaş yavaş ayağı kayar, nimetlerin yok olmasına sebep olur. İşin sırrı kavranamazsa, kabz hali tezahür eder, elindekiler de onu tatmin etmez. Maddi nimete çok vasıl olan salik, çok uyanık olmalıdır ki, fani nimetler baki meyveler versin.
3.İnsanlar arasında sevgi, saygı, hürmet görme, halkın iltifatına mazhariyet de Allah'ın(cc) kuluna hibesidir. O'nun(cc) izni olmadan asla tezahür etmez. O şahıs haliyle bunu haketmiştir veya bu bir imtihandır. Mevla kulunu deniyordur. Salik bunu da Rabbinden bilip, asla böbürlenmemelidir. Meth ile zemm, kabul ile red nazarında bir olmalı, bütün talebi Hakkın rızası olmalıdır. ''Ya Rab! Beni bu kullarının hüsn-ü niyetleri hatırına bağışla, dünyada zilletten koruduğun gibi ukbada da koru'' denmelidir.
            Birgün sahabe efendilerimiz Efendimiz'in(sav) huzurunda içlerinden birini övmüş, güzel hasletlerinden bahsetmişler. O(sav) ise ''kardeşinizin boynunu vurdunuz'' diye mukabele etmiş. Övülen kişinin ucba, kibre düşme ihtimaline karşı bunu yapmıştır. Onun için methe nail olan kimse çok dikkatli olmalı, 'bütün güzellikler senden Rabbim' demesini bilmelidir. Kibre sebep olan methler, kabza ve zillete sebep olur. Hak yolcusu uyanık ve ferasetli olup, istikameti kollamaya gayret etmelidir. Hakkına riayet edilen bazı kabz hali, bast güneşine ve ecr-i azimlere nail edeceği gibi; hakkı gözetilmeyen bast hali de felakete, zillete, kabza sebep olabilir. Allah anlayış ve idrak ihsan buyursun. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder