26 Nisan 2011 Salı

VESİLE

            Gayru memnun, tükenmeyen ecir demektir. Sağlıklı ve şartların müsait olduğu zamanlarda sürekli yapılan ibadet-i taatlar, sebeplere binaen yapılamadığı zamanlarda da yapmış gibi kabul edilir ki, buna gayru memnun, kesintiye uğramayan ecir denir.
            Allah(cc) buyurur; ''Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve O'na yaklaşmaya vesileler arayın''. Vesile, maksada ulaşmaya sebep olacak şey, demektir. Maddi ve manevi herşey sebeplerle meydana gelmekte ve sebepler vasıtasıyla amaca ulaşılmaktadır. Menfi ve müsbet her olay ve oluşlar sebebe bağlanmıştır. Hemen hemen sebepsiz hiçbir şey yoktur ve sebebe tevessül edilmeksizin maksada nailiyat yok denecek kadardır. Ayeti kerimede de açıkça beyan edildiği üzere, Allah(cc)'a yaklaşmakta vesilelerle mümkün olacaktır.
             Vesilelerden biri şudur ki, insan daima ahiret endişesi taşıyıp, sürekli dua halinde olmalıdır. Efendimiz(sav)'in hayatı, sürekli dua haliydi. Bir dualarında; ''Allah'ım! Bir göz kapayıp, açıncaya kadar dahi beni nefsimle başbaşa bırakma. Rahmetini umuyorum. Her halimi ıslah eyle'', diye niyaz etmişlerdir.
            Dualar da bir vesile olduğu gibi, duaların kabulü için zaman zaman birşeyleri vesile etmek de olabilir. Örneğin; Şüheda-i Bedir hürmetine, Resulullah hürmetine, Din-i İslam hürmetine gibi vesileler caizdir. Yine Esma-i İlahi'den  bazı isimleri vesile yaparak dua da caizdir. Hastalık anında 'Ya Şafi' diye zikrederek şifa talep etmek , rızık darlığında 'Ya Rezzak, Ya Kerim' diye zikretmek gibi. Dara düşüldüğü durumlarda salih amelleriyle tevessül etmek de caizdir. Bu hususta şöyle bir menkıbe anlatılır; 
            Üç delikanlı bir yolculuk esnasında şiddetli fırtına ve yağmura tutulurlar. Korunmak için bir mağaraya girerler. Bir kaya dağdan yuvarlanır ve mağaranın kapısını kapatır. Gençler mağarada mahsur kalırlar. Hiçbir çıkış yolu yoktur. Çaresiz gençlerin aklına birşey gelir ve şöyle derler;''Hayatımızda sırf Allah rızası için işlemiş olduğumuz bir amelle Cenab-ı Hakk'a münacat edelim. Olur ki, o amelimiz hürmetine Mevla bizi bu vahşetten kurtarır''. Bir tanesi Allah rızası için anne ve babasına yaptığı iyilik, saygı ve onlar adına çektiği sıkıntıları vesile yaparak dua eder, kaya biraz aralanır. Diğer genç başına gelen bir olayı şöyle anlatır; kendisine biri bir koyun emanet etmiş, aradan uzun zaman geçmesine rağmen geri gelmemiş. O koyun kuzulamış, kuzular büyümüş, onlarda kuzulamış, derken bir sürü oluşmuş. Birgün koyunun sahibi gelmiş, genç, adama bu sürü senin diyerek sürüyü göstermiş, o şahıs şaşırmış 'nasıl olur, ben bir tane bıraktım' dediyse de genç, sürüyü adama vermiş. Şimdi  bu amelini vesile yaparak 'Ya Rab !
Bu fedakarlığı Senin rızan için yaptım. Bu amelimden razı oldunsa bunun hürmetine bizi kurtar', diye dua eder ikinci genç. Kaya biraz daha oynar yerinden. Üçüncü genç ise şunu anlatır; çok sevdiği amcasının kızını başkasıyla evlendirmişler. Gencin gözü hep onun üzerindedir. O hanım çok madur bir duruma düşer.  Bir gün gencin kapısına gelip, yardım talep eder. Genç bir şartla deyip, beraber olma talebinde bulunur. Çaresiz kadın, teklifi kabul etmek zorunda kalır. Genç, kadına yaklaşacağı an , kadın ağlayıp 'Allah'tan korkuyorum' der. Genç de Allah(cc) korkusuyla niyetinden vazgeçip, gereken yardımda bulunur. Genç bunu anlattıktan sonra şöyle niyaz eder ; ''Ya Rab ! Biliyorsun ki, nefsimin şiddetli arzusuna rağmen elime geçen fırsatı Senden korktuğum için terkettim. Yaptığım bu amel indinde makbul ise , bu amel hürmetine bizi kurtar''.Bu münacat üzerine kaya yuvarlanır ve mağaranın kapısı açılır. Bu menkıbe, salih amellerin vesile-i necat olacağına delildir.
            Tevessülde hacet namazı da olabilir. Kulun maksadı, talebi  Hakk'ın rızasına ve Cennet-i ala'ya vasıl olmak; azaptan, cezadan, zilletten uzak olmak, böylesi felaketlere maruz kalmamaktır. Yüce Allah(cc)
cennete ve rıza-i ilahiyeye vuslatı ve cehennemden, azaptan, zilletten uzak olmayı da birçok şartlara bağlamıştır. Bu şartlar ilahi rızaya kavuşmak için birer vesiledir. Örneğin;

''Öfkelerini yenenler,insanların suçunu bağışlayanlar da cennetliktir.Allah iyilik edenleri sever.'' Al-i İmran (134)
''Kötülüğün cezası, onun aynından bir kötülüktür. Bununla beraber kim affeder, barışırsa Allah mutlaka ecrini verir.''Şura Suresi(40)
''Allah'ın emrine muhalefet edenler, başlarına bir felaket gelmesinden veya acıklı bir azaba uğramalarından sakınsınlar.'' Nur Suresi(63)
''Hatırlayın ki Rabbiniz size; 'Eğer şükrederseniz elbette size(nimetimi) artıracağım ve eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir! diye bildirmişti.'' İbrahim Suresi(7)
''Şükreder, iman ederseniz Allah sizi niye azaba uğratsın. Halbuki Allah şükredenlerin mükafatını verici, onların ne yaptıklarını hakkıyla bilicidir.'' Nisa Suresi(147)
            Tevessül, çok geniş anlam taşıyan bir beyandır. Bir Hakk dostu ; ''Merkebim bir serkeşlik yapsa ben derim ki, (ben Rabbime karşı bir serkeşlik yaptım ki, karşılığında merkebim de bana serkeşlik yapıyor). Bu görüş dahi tevessüle bir örnek teşkil eder. İyilik edenin iyilik bulacağı, kötülük yapanında cezaya müstehak olacağı bir gerçektir ki; insan neye ne ile tevessül ederse, sonu ona vasıl olmaktır. Buğday eken buğday, darı eken de darı elde edecektir. Bu bir ilahi kanundur. Kula düşen; en güzel salih ameller,  ibadet-i taatlar ve her hayırlı fırsatı değerlendirerek vuslata nail olmaya çalışmaktır. İnsanın ömrü tamam olunca amel defteri kapanır.Efendimiz(sav)'in bildirdiği üzere sadaka-i cariye, evlat(arkasından dua edecek, hayırlı ameller işleyecek evlat) , faydalanılacak ilim, ilm-i ilahiyeye ait eser(kitap, talebe yetiştirmek) devam ettiği sürece sebep olana da hayırlar, ecirler gider.
            Bununla beraber kim de şerre sebebiyet verdi ise, yani kötülüğe bir çığır açtı ise, bu da seyyie-i cariyedir ki, o kötülük devam ettikçe , bir misli de sebep olanın amel defterine yazılır. Efendimiz(sav) ; ''Hayra öncülük eden o hayrı işlemiş gibidir, şerre delalet eden de o şerri işlemiş gibidir'', buyurmaktadır. Ebu Hureyre(ra)'dan rivayetle ,''Kıyamet gününde bir kişinin yakasına hiç tanımadığı biri gelip, yapışır. Adam şaşırarak, 'Benden ne istiyorsun, ben seni hiç tanımıyorum ki,' der. O kişinin; 'Dünyada iken beni hata ve çirkin işler üzerinde görürdün de ikaz etmezdin, beni o kötülükten alıkoymazdın,' diyerek davacı olacağı bildirilmektedir. Onun içindir ki, müminler olarak çok duyarlı olmalıyız; imkanlar ölçüsünde insanlara maddi-manevi yardım etmeyi vazife bilmeliyiz. Yer ve gökte herşeyin bizim emrimize verilmesinin bir manası da 'bize emanet edilmesi', demektir. Yani; hastalar bize emanet, öksüzler bize emanet, yoksullar, biçareler, ihtiyarlar, çocuklar, kurt-kuş bize emanet. Din bize emanet, vatan bize emanet, biz bize emanet. O halde bize düşen, emanete ehil olarak yaşamak, kıyamete bütün emanetleri muhafaza etmiş olarak kalb-i selim ile varabilmek. O zaman gerçek istikbal bizim içindir.





















Hiç yorum yok:

Yorum Gönder