11 Nisan 2011 Pazartesi

HUBB-U LİLLAH, BUĞZ-U FİLLAH

             Kur'an müminleri ve kafirleri vasıflarıyla anlatmaktadır. Müminlerin kafirlere  meyletmelerini  asla istememektedir. Rabbimiz mümin ve kafir demekte; müminin durumunu kontrol etmesini, muhasebesini iyi  yapmasını,yerini iyi tayin etmesini, kafir, münafık, mürted sıfatlarından uzak olmasını istemektedir.Mümin, ''Seven, sevdiğiyle beraberdir'', hadis-i şerifini iyi değerlendirmelidir. Bu konuyla ilgili bazı ayetler şöyledir; 
             ''Ey iman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin. Onlar size gelen gerçeği inkar etmişken, onlara sevgi gösteriyorsunuz. Halbuki onlar Rabbiniz olan Allah'a inandığınızdan dolayı,  Peygamberi ve sizi yurdunuzdan çıkarıyorlar. Eğer siz Benim yolumda savaşmak ve rızamı kazanmak için çıkmışsanız, onlara nasıl sevgi gösterirsiniz? Oysa Ben sizin gizlediğinizi de açığa vurduğunuzu da bilirim. Sizden kim bunu yaparsa doğru yoldan sapmış olur.'' Mümtehine Suresi(1)
             ''Ne hısımlarınızın, ne de evlatlarınızın kıyamet günü size faydası olmaz. Allah kıyamet günü aranızda hükmeder(itaat edenleri cennete, kafir ve asileri cehenneme gönderir). Allah yaptığınız herşeyi görür. Mümtehine Suresi(3)
             '' Umulur ki Allah sizinle düşmanlarınız arasında bir sevgi ve yakınlık kurar. Çünkü Allah herşeye kadirdir.Allah gafurdur, rahimdir.'' Mümtehine Suresi(7)  Allah(cc) daha evvelki ayetlerde kafir akrabalarla ilişkilerin kesilmesini istemiş, müminler de bunu uygulamışlardı. Ancak, bunun müminlere zor geldiğini Allah-ü Teala biliyordu. Bu yüzden, dürüst ve ihlaslı müminlerin akrabalarıyla olan düşmanlıklarının sevgiye dönüşeceğini kullarına müjdelemiş ve çok geçmeden Mekke'nin fethi ile bu müjde gerçekleşmiştir. 
             '' İyi bilin ki, Allah'ın dostlarına (veli kullarına) korku yoktur ve onlar üzülmeyecekler de.Onlar, iman edip de takvaya ermiş olanlardır. Onlar için dünya hayatında da ahirette de müjde vardır. Allah'ın sözlerinde asla değişme yoktur.(O verdiği sözü mutlaka yerine getirir). İşte bu, büyük kurtuluşun kendisidir.'' Yunus Suresi (62-63-64)
             Allah-ü Teala, Musa(as)'a sorar ; 
             -Ya Musa ! Benim için bir amel işledin mi?  
             Musa(as) ;
            -Ya Rab ! Senin rızan için namaz kıldım, oruç tuttum, sadaka ve zekat verdim. 
            Allah-ü Teala buyurur;
            -Bütün bu ibadetler senin içindir.Namaz kıldın , sana bürhandır. Oruç tuttun, sana cehennemden siperdir. Sadaka gölge, zekat ise nurdur.Bunların hepsi sana, benim için ne yaptın? 
            Hazreti Musa(as);
           -Allah'ım ! O halde Senin rızanı kazandıracak bir ameli bana bildir, der.
           Allah-ü Teala buyurur;
           -Ya Musa! Benim için dost ve yine Benim için düşman edindin mi?

           Efendimiz(sav) buyuruyor; '' İmanın en sağlam kulpu, Allah(cc) için sevmek ve Allah(cc) için buğzetmektir. Her kim Allah(cc) için bir dost edinirse, Allah-ü Teala onun için cennette yeni bir derece yaratır.'' 

            Bir kimse gelerek Efendimiz(sav)'e ;
           -Kıyamet ne vakit kopacaktır, dedi.
           Fahr-i Kainat Efendimiz(sav); 
          -Kıyamet için ne hazırlık yaptın, buyurdu. O kimse cevaben;
          -Allah(cc)'ın ve Resulünün sevgisini hazırladım, dedi. Peygamberimiz(sav) şöyle buyurdu;
          -Kişi sevdiğiyle beraberdir.
          Bu hadis-i şerif Allah-ü Teala'yı , Resulullah'ı, salihleri, hayır sahiplerinin dirilerini ve ölülerini sevmenin kıymetini bildiriyor.

          Birgün İbrahim Ethem Hazretleri , Cebrail(as) ile karşılaşır. Cebrail(as)'in elinde tomar tomar kağıtlar vardır. İbrahim Ethem Hazretleri merakla sorar;
           -Elindekiler nedir? Cebrail(as) cevaben;
           -Onlara Allah dostlarının isimlerini yazdım, der.İbrahim Ethem(ks) ;
           -Acaba benim ismim de yazılı mı? Melek cevap verir;
           -Hayır, senin ismin yazılı değil. İbrahim Ethem Hazretleri üzülür, hüzünlenir, kırık bir kalple der ki;
           -Ama ben onları seviyordum. Yani Hakk'ı sevenleri, Hakk dostlarını . Cebrail(as) bir ara gaib olduktan  sonra tekrar görünür. Ve der ki;
           -Rabbimden şimdi emir aldım, senin ismini en başa yazdım'', ''Sen Hakka dost olana dost ol, dost dostunu dosta götürür''.

            Efendimiz(sav) buyurmuştur;
           ''Allah(cc)'ın öyle kulları vardır ki, kendileri enbiya ve şühedadan olmadıkları halde, kıyamet günü nebiler ve şehitler, onların Allah(cc) indindeki şereflerini gördüklerinde gıpta ederler.'' Denildi ki ,'onlar kimlerdir?' , 
               Efendimiz(sav) cevaben;
              -Onlar akrabaları olmayan kimselerle ancak, Allah(cc) rızası için sevişirler ve karşılıklı hiçbir menfaat beklemezler. Onların yüzleri nurdur. Onlar nurdan minberler üzerindedirler. İnsanlar korktukları zaman onlar korkmazlar, insanlar mahzun oldukları zaman onlar mahzun olmazlar.Onlar için dünya hayatında müjdeler vardır. Ölüm anlarında melekler onlara rahmetle gelirler. Ahirette ise melekler onları selamlarla , feyz-ü felah müjdeleriyle karşılarlar.''

            Abdullah bin Ömer(ra) buyurur; ''Ömrüm boyunca oruç tutsam, hiç uyumadan geceyi ibadetle geçirsem , malımı parça parça Allah(cc) yolunda infak etsem ve bu hal üzere ölsem; fakat gönlümde Allah(cc)'a itaat edenlere karşı bir sevgi; isyan edenlere karşı da nefret duygusu olmasa , bütün bu yaptıklarımdan bir fayda göremem.''

               Resulullah(sav) buyurur; ''Allah-ü Teala yarısı kardan, yarısı ateşten olan bir melek yaratmıştır. Bu melek duasında 'Allah'ım kar ile ateşi birleştirdiğin gibi , salih kullarının da kalblerini birleştir', diye dua eder.''

                İbn-i Mes'ud (ra) buyurur; ''Kişi Kabe'de rükun ile makam arasında yetmiş sene ibadet etse , yine sevdikleri ile haşrolunacaktır.''

                Bir Hakk dostu şöyle der; ''Saadetin yolu, aşk ve muhabbeti layık olduğu yere tevcih etmekten geçer. Aşk ve muhabbet, iki gönül arasındaki cereyan hattı gibidir. Güzel bir mümin olabilmek için, kalbe bu istidatı kazandırmak şarttır.''

                  Buraya kadar Hakk rızası için sevmenin ve yine Hakk rızası için buğzetmenin önemini bildiren ayet, hadis ve Hakk dostlarının beyanlarına bir nebze de olsa baktık. Şimdi, dostluk ve buğzun nelere ve kimlere yönlenmesi gerektiğini ve şartlarını , yine Kur'an, hadis ve Hakk dostlarının görüşleriyle anlamaya çalışalım.
1. KONUMUZ OLAN HUBB-U LİLLAH, BUĞZ-U FİLLAH ÖNCELİKLE KİMDE VE NASIL UYGULANMALIDIR?
               Bu , öncelikle insanın kendi nefsinde araması gereken bir husustur. Kişi nefsinin hubb ve buğz yönlerini araştırmalı, iç dünyasını murakabe ve muaheze etmelidir. Bilindiği üzere insan fıtraten, hayra da şerre de meyyal yaratılmıştır. Bu açıdan bakıldığında hubba da buğza da açık bir varlıktır, denebilir.Bir ayet-i kerimede Yüce Allah(cc) buyuruyor; 'Nefsini ilah edineni görmedin mi?' , 'İnsan ne kadar da zalim ve ne kadar nankör.' Bu ve benzeri pekçok ayette bildirildiği üzere, insan önce kendi durumunu muhasebe edip; kalbi hastalıklarından, kir, pas ve gafletinden dolayı nefsine buğzetmelidir.Nefsinde bunca hata, kusur, isyan, tuğyan, Hakk'a muhalefet varken, kendini görmezden gelip başkalarına buğzetmek ikinci planda olsa gerek. Bu davranış, kendi kendine düşmanlığını artırır. Bu kişi, içindeki düşmandan ve manevi hastalıklardan bi-haber bir zavallıdır. Nefsinin hevasını kontrol altına alan kişi, zaman zaman kendi kendine buğzeder ki; bu buğz, buğz-u fillahtır. Alametleri ise şunlardır;
1. İnsan öncelikle, nefsini tanıma hususundaki noksanını görür.
2. Rabbini tanıma hususunda ihmalini, noksanını görür.
3. İlm-i İlahi, marifetullah hususunda gafletini görür.
4. Şükür, zikir ve ibadet-i taatta noksanını görür.
5. Günahlardan sakınma, hayırlı işlere, hizmete koşma gibi hususlarda eksik, gaflet ve ciddiyetsizliğini idrak eder.Sabır, tevekkül ve teslimiyette , sünnet-i Resulullah'ta eksiklerini ve Hakk'a muhalif durumlarını gören bir müminin öncelikle buğzedeceği biri varsa, o da kendisidir.Buğzu hak ettiğini kabul eden bir nefis sahibi, bi-iznillah bu halini hubb-u lillaha dönüştürebilir.Bunun alameti de insanın cüz-i iradesini , küll-i iradeye teslim etmesidir. Ayet-i kerimede Allah(cc) buyurur;
            '' (Resulüm!) De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.'' Al-i İmran (31)
                '' Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının.Allah'tan korkun. Çünkü Allah'ın azabı çetindir.'' Haşr Suresi(7)
                '' Kim Allah'a ve Resulüne itaat ederse  işte onlar, Allah'ın kendilerine nimet verdiği peygamberler, sıddıklar, şehitler ve salihlerle beraberdir.Onlar ne güzel dostlardır.'' Nisa Suresi (69)
                Bu tür ayetler sevilmenin, dostluğun yollarına ve şartlarına işaret etmektedir ki; insan aklını başına alıp, önce hayır ve şerrin neler olduğunu öğrenir, isyandan uzak durur, itaat dairesine girerse, bi-iznillah sevilmeyi hak eder, hakiki tevbeye nail olur. Bu durumda ümit edilir ki, Allah(cc) kuluna merhamet eder, sevdiği kullarının arasına dahil eder. Her hususta olduğu gibi bu hususta da kul gayret ederse, Allah(cc) da himmet eder(inşallah).

2. HUBB-U LİLLAH, BUĞZ-U FİLLAH KONUSUNUN KİŞİNİN VASIF, SIFAT VE MUAMELATINDA  TEZAHÜRÜ
             İnsanoğlunun bir zat, bir de sıfatlar diyebileceğimiz yönleri vardır. Buğzu ve hubbu gerekli kılan yönleri  onun sıfatlarıdır. Bu sıfatlar kişide muamelat, fiiliyat olarak tezahür eder. Ondan dolayıdır ki, doğrudan kişinin zatını nazara alarak ya buğz ya hubb dediğimiz hislerimizle  bakarız. İnsanın zatının, sıfatının akis merkezi mesabesinde olduğunu söyleyebiliriz. Bu açıdan değerlendirildiğinde buğz veya hubb aslında, sıfat ve vasıflardan kaynaklanmaktadır. Öyleyse kişinin zatından ziyade, bu vasıflara haiz olan , o şahsın sıfatlarıdır. Bu hususun kısaca özeti şudur diyebiliriz; Allah-ü Teala'nın Kur'an-ı Kerim'de bildirip, Efendimiz(sav)'in de sünneti olan söz ve davranışlar, uygulanması gereken güzel davranışlardır. '' Resul size ne verdiyse onu alın, ne yasakladıysa ondan da kaçının.'' , ''Ey Resulüm! Onlara söyle, Allah'ı seviyorsanız bana tabi olun ki, Allah da sizi sevsin.'' Kur'an-ı Azimüşşan'da ve hadis-i şeriflerde uzun uzun anlatılan güzel ve çirkin vasıflar , dolayısıyla muamelatlar hubbu ve buğzu gerekli kılar. Öyleyse esasen , kişinin zatına değil sıfatına değer verilir. Zatı, sıfatıyla değerlendirilir. Hakk dostları , bu konuda fasıklara bakış açılarını şöyle ifade etmişlerdir;''Biz onların kendilerine değil, günahlarına düşmanız''. Bir yönüyle insan değerli bir varlıktır. Onun değerini koruyan, değer üstüne değer kazandıran, güzel vasıf ve muamelatlarıdır.  

3. HUBB-U LİLLAH, BUĞZ-U FİLLAH CEM OLABİLİR Mİ?
             Hubb ve buğz  cem olabilir.  İnsan kendisinin güzel vasıflarından ve hayırlı muamelatlarından dolayı sevinir ve huzur bulur. Rabbine şükreder, daha iyi olmayı talep eder ki, bu davranış ihlaslı olmak şartıyla hubb-u lillahtır ve böyle sevinmenin mahzuru yoktur. Buğz-u fillah için de görüş aynıdır. İnsan günah işlediğinden ve kötü sıfatlarından dolayı kendi kendine kızıyorsa, bu buğz-u fillahtır. Bu görüş müsbet neticeler verir ve imanın bir simgesidir. Konuyu insan sevgisi açısından değerlendirirsek, Allah(cc)'ın kullarını Allah(cc)'ı seviyorlar, Resulullah'ın sünnetine tabiler, güzel vasıflara sahipler diye seviyorsak, bu sevgi  hubb-u lillahtır. Çünkü o kimseden menfaat sözkonusu değildir. Araya menfaat girerse ihlas bozulur ve bu sevgi yara alır. Allah(cc) kalblerde olan niyeti en iyi bilendir, ona göre değer verendir. 
             Büyükler şöyle demişlerdir; bir hocanın talebelerini sevmesi, talebelerin hocalarını sevmesi hubb-u lillahtır. Çünkü hoca talebelerini severken, onlar vasıtasıyla 'Rabbimin rıza ve hoşnutluğunu kazanacağım' ümidiyle onları sever ki, Rabbi tarafından sevilme talebi vardır. Yine talebe de hocasını sever ki, 'hocam vasıtasıyla Rabbim beni sevecek, rızasına ereceğim', ümidi ve arzusu ise yine Allah(cc)'ı sevme ve O'nun tarafından sevilmedir ki, buda hubb-u lillahtır.
                 Bir insana isyanından, küfründen, fısk-ı fücurundan dolayı kızılıyorsa, bu buğz-u fillahtır. Hakkı çiğniyor, yaradanına isyan ediyor, saygısız, vefasız davranıyor , insanlara zulmediyor, hayra engel, şerre sebep oluyorsa böylesine buğz edilmesini Yüce Rabbimiz mümin kulundan istiyor.Nefis için buğz ise hoş görülmez. Buğz ve hubb bir neferde birleşebilir. Kişiyi güzel vasıflarından dolayı sever, takdir ederiz. Bu hubb-u lillahtır. Yine aynı şahsın isyan içeren fiiliyatından dolayı o kimseye buğz etmemiz de doğaldır. Bir insanın ne iyi, ne de kötü yönlerini yok sayamayız. Kişi kendi için nasıl düşünülmesini istiyorsa, diğer müminler için de öyle değerlendirmeler yapmalıdır. 

2 yorum:

  1. Çok faideli bir paylaşım olmş. Allah emeği geçenlerden razı olsun...

    YanıtlaSil