28 Nisan 2011 Perşembe

İLAHİ AŞKA ULAŞMANIN YOLU

            İnsanda büyük bir aşk potansiyeli vardır. Aslında her sevgi, seveni; hakiki sevginin sahibine, Yaradanına götürmeye vesiledir. Fani olan her sevginin, baki sevgiye ulaştıran vesile olarak değerlendirilmesi zaruridir. Bu bir yönüyle hubb-u lillah, yani Allah(cc) sevgisidir. Hz.Mevlana'dan ;Cenneti istersen herkesle dost ol. Bir kimseyi dostlukla anarsan için huzurla dolar. Düşmanlıkla anarsan için üzüntüyle, gayzla dolar. Yani,layıkına muhabbette kusur etme. Dostlara lütuf ve ihsanda bulun. Düşmanları da idare et. Peygamberlerin huyu böyleydi. Ben diyen Allah(cc) dostu olamaz. 'Ben'in olduğu yerde 'O' yoktur. Eneden geç, ene duvarını yık ki, hüveye yol bulasın.
             Ben demeyeceksin, sen diyeceksin. Örneğin; suya soda koyunca kaynamaya başlar ve su özelliğini kaybeder. İnsanın iç alemide böyledir. İki taraf kavga halindedir. Biri ruh diğeri nefis, biri melek diğeri şeytan. Bir kabloda bulunan cereyan, alıcı cihaza göre şekillenir. Aynı cereyan bir yerde soğuk hava verirken, diğer tarafta sıcaklık verir. Cereyan aynı cereyan.Alıcının kuvvetine göre ya sıcaklık yada soğukluk galip gelir. Bu durumda gücü olan öne çıkar, diğeri zaafa uğrar. İşte insanda böyledir. İmanı, dolayısıyla takvası kuvvetli olanın müsbet yönleri de kuvvetli olur. Nefsani vasıfları etkisini icra edemez. Aynen cereyanda olduğu gibi ; kalbi hayatı inkişaf eden bir Hakk dostunun meleki sıfatları kuvvetlenir, şeytani sıfatları hayatiyetini kaybeder veya zaafa uğrar.
            Allah(cc) buyuruyor; ''İyi bilin ki, Allah dostlarına korku yoktur. Onlar öyle kimselerdir ki, Allah'ı hatırlatırlar. Onlar birbiriyle Allah için dostturlar. Birbirleriyle Allah için yardımlaşırlar. Onlar dünya için çalışırlar, fakat dünya için hırs göstermezler. Yine onlar akrabalık bağı olmaksızın, bir menfaat sözkonusu olmaksızın birbirini severler.Allah da böyle davranan kullarını sever.'' Bu ayette anlatıldığı gibi, akıllı mümin, sevmenin sevilmenin sebeplerini iyi değerlendirendir.Ancak sevginin isbatı gerekir. İnsanlar arasındaki sevgide böyledir. Seven sevdiğinden bekler, sevmediğinden bir beklentisi olmaz. 'Rabbimi seviyorum' deyip, taleplerde bulunan kula karşılık ,Allah(cc) da kulundan talepte bulunur.İtaat, teslimiyet, sabır, şükür ve ibadet-i taatte ne nispette saygılıysa ve icra edebiliyorsa o nispette sevip-seviliyor demektir.
            Kıyamette ibadetler teraziye konacak, fakat muhabbet teraziye konmayacak. Yani muhabbet tartılara gelmez. Muhabbetle yapılan bir ibadet-i taat, muhabbetsiz yapılandan çok çok değerlidir. Bütün huzur muhabbetin menbaını ve menşeini bulmakta. Muhabbet, ibadet-i taaatı kolaylaştırır. Kişi, muhabbeti ölçüsünde değer kazanır. Kul ümitsizliğe düşmeyecek, şımarmayacakta. Havf ve reca(ümit-korku) arası bir yol tutacak. Alim, abid, mürşid kim olursa olsun farkı yoktur.  Yeter ki, Hakk Teala'nın Mecnunu olalım, O'na kavuşturacak şeyleri sevelim, sebepleri iyi değerlendirelim, O'nun yolunda olalım, O'nun yolunda ölmeyi bir ihsan-ı ilahi bilelim. Adab, nezaket, zerafet, gönül alma, hilm, merhamet, cömertlik gibi güzel vasıflar ki, cemali sıfatlarla Hakk sevgisine ulaşalım.
            Sadık olmanın yolu, sadıklarla beraber olmaktan geçer. Müsbetlerle beraberlik müsbet enerji almaya, şakilerle beraberlik de menfi enerji almaya sebep olur. Ayette Yüce Allah(cc); '' Sadıklarla beraber olun'', diyor. Burada fiziki beraberlik mümkün olmayabilir. Buradaki ifade hasseten hükmü beraberlik, kalbi beraberliktir. Kalbin menfiliklerden korunması çok dikkat edilmesi gereken bir konudur.
            Mü'min olmak, iman ettiği şeyin değerlerinden emin olmaktır. Teslim olanlar İslam olurlar. Vahiyle inşa edilmeyen sahte iman, bir gün yıkılmaya mahkumdur. Çürük malzemelerle inşa edilen binalar misali. Nimet görülmeden şükredilmez. Gönül gözü ama olan da ne yazık ki, nimet-i ilahiyi göremez. Göremediği için de şükredemez. Mün'im-i  Hakiki'yi  hesaba katmayan nankörler de iman etmiş sayılmaz. Allah(cc) buyurur; ''Eğer şükrederseniz Ben de nimetimi artırırım. Şayet nankörlük yaparsanız biliniz ki, azabım çok şiddetlidir''. Allah-ü Teala'nın bir ism-i şerifi de Şekur esmasıdır. Şükürsüzlük nimet-i ilahi karşısında ama oluştur, nankörlüktür. İnsan yalnız baş gözü görmeyince ama olmaz, esas olan kalbdeki süveyde denilen kalb gözü körlüğüdür. Baş gözü diğer mahlukatta da vardır ve çoğu insandan ziyade görme yeteneğine sahiptir. İnsanla diğer mahlukatı ayıran hususlardan biri de kalb gözüdür. Büyükler şöyle demişlerdir; Görenedir görene, köre nedir köre ne?
            Rabbimiz şöyle buyurmaktadır; ''Denizler mürekkep, ağaçlar kalem olsa, onlar biter denizler kurur. Yine Allah'ın nimetlerini saymakla bitiremezsiniz''. Dileriz Allah(cc) bizleri şakirinden eylesin. Alak Suresi(19)'da ; ''Allah'a secde et ve yalnızca O'na yaklaş'', buyurulmaktadır. Secde pekçok yönlü yapılır. Örneğin; şükür secdesi ( maddi-manevi nimetleri görüp secdeye kapanma), dua secdesi ( secdede dua etme, günahların affı, dünyevi-uhrevi hacetlerinin talebi için ki secdede yapılan dualar müstecabtır). Secdenin itaat et, ibadet et, teslim ol ve Rabbine yaklaşmak için gayret et anlamlarına da geldiği bildirilmiştir. Bir başka açıdan bakıldığında ise secde tevazuyu, insanın Rabbi karşısında hiçliğini, aczini, fakrını idrak ettiğini simgeler. Allah(cc)'tan başkasına secde edilmez. Secde; engin bir tevazu, saygı ve nefsi kırma gibi hususiyetleri de simgeler. Onun için Resulullah(sav) ; ''İnsanın Allah'a en yakın olduğu an secde anıdır'', buyurmuştur. Mevlamız da ''Secde et, yaklaş'', buyurarak secdenin bir yaklaşma aracı olduğuna işaret etmiş oluyor.
            İnsan ahirette, asıl yüzüyle yani sıfatıyla haşrolacaktır. Kimi yılan, kimi tilki, kimi merkep, kimi köpek...İnsanın nefsinde ağır basan sıfat ne ise o surete girecektir. Ahiret insanın iç yüzünü ortaya çıkaracaktır. İnsanlar farkında olmadan da  bu vasıflarla vasıflandırılırlar.Hilekar ve kurnazlara tilki gibi, kaba tabiatlı olanlara merkep gibi, insanları söz ve davranışlarıyla zehirleyenlere yılan gibi, insanlara çeşitli yollarla zarar verenlere köpek gibi, bazılarına şeytan gibi diyerek benzetmeler yapılır ki, bu benzetmeler o insanda muhkem olan vasfın dışarı aksetmesindendir. Muhtemelen yine öyle kullar vardır ki, melekvari. Yine insanlar onları da vasıflandırırken 'melek gibi insan' tabirini kullanırlar ki, bu görüş, seziş ve deyişler elbet boşuna değildir. Efendimiz(sav) faiz yiyenlerin domuz şeklinde haşrolunacaklarını haber vermiştir.
            Kur'an-ı Kerim'de Davud(as) kavminin ki, cumartesi günleriyle imtihan edildikleri için 'cumartesi kavmi' denilen bu kavmin maymun suretinde üç gün yaşadıkları  bildirilmektedir. ''Biz onlara aşağılık maymunlar olun dedik'', buyurur Kur'an. O kavmin emr-i ilahiyeye muhalif edenlerinin , isyankarlarının maymun suretine girdiklerini, o hal üzere üç gün yaşayıp,  öldüklerini Kur'an tafsilatıyla anlatır. Mazallah isyanda ısrar edilirse, insanın şekil değişikliğine uğraması da söz konusudur. Mü'minin gayesi, talebi,hedefi istikamet üzere bir hayat yaşamak, takva dairesinde meleki vasıflarını ön plana çıkarmaya gayret etmek, melekler gibi tertemiz, izzetli, şerefli, Rabbinin huzuruna gitmek olmalıdır. Allah(cc) bir ayet-i kerimesinde, ''Bilenle bilmeyen bir olur mu?'' diyor. Bu bilme; Rabbini bilme, nefsini bilme, vazifelerini ve sorumluluğunu bilme, Hakk'ın rıza ve hoşnutluğuna giden yolları vesileleri bilme, Hakk'tan alıkoyan engelleri bilme ki, bilmenin sınırı, ölçüsü yoktur. İnsana düşen, imkanları, iradesi, hacmi nispetinde bilinmesi gereken Hakk ve hakikatlardan maddi-manevi bilgili olmaya gayret etmektir. Kuru bilgi asla yeterli değildir. Kişi ferasetli olmalı, ilmini irfanda yararlı hale getirmelidir. Böyleleri için Mevla-yı Müteal ; ''Siz bildiklerinizle amel ederseniz, size bilmediklerinizi öğretiriz'', diyor. Yani Mevla'nın böyle kullarını ilm-i batın, ilm-i ledün ile destekleyeceğine işaret ediliyor. Bunun nişanları ahlakta, karakterde,ibadet-i taatta, davranışlarda ve içtimai hayatta olduğu gibi, geceleri ihya ediş de bilen kişinin nişanı sayılır. Evet, Allah(cc)'ın Kur'an'da ''bilen'' diye bildirdiği kul , karını zararını ,bilim hayatını en güzel değerlendiren kuldur, denebilir.
            Bir kalbde Allah zikri nakşolursa, o insan günah işleyemez. Ancak, Allah unutulduğunda günah işlenir. Onun için kalblerimizi zikre alıştırmaya gayret etmeliyiz. Çünkü Allah(cc) kalblerimize nazar ediyor.
Efendimiz(sav) buyurur; ''Günah ihtimali olan şeylerden sakının''.Bu tasavvufta vera makamı olarak algılanmıştır. ''Bilgin olmayan şeyin ardına düşme; göz, kulak, kalb hepsi sorumludur'', diye buyuran Peygamberimiz(sav) her şüpheli şeyden elimizi, dilimizi, kalbimizi, midemizi velhasıl madde ve manaya ait herşeyimizi korumaya almamız için bizleri uyarıyor.
            Efendimiz(sav) bir başka hadislerinde şöyle buyuruyor; ''Aranızda en güzel sözü söyleyin, yoksa şeytan aranıza girer ve aranızı bozar''. Bu hadis-i şerif İsra Suresi(53). ayete dayanır. Buradan anlaşılıyor ki, şeytan hep aralarda dolaşıyor, durmadan fırsat kolluyor.
            Bir diğer hadiste Efendimiz(sav) şöyle buyurur; ''Dikkatli olun, cennete götüren ameller, sarp ve engebeli bir yol gibidir''. Bu hadis de, kulun yılmadan, gayretle bu yolları kat etmesine dikkatleri çekmektedir. Yol ne kadar sarp, engebeli, yokuş da olsa bilen mü'min yılmadan cehd-ü gayret eder, azmi elinden bırakmaz. Bilir ki, yolun sonu Allah(cc)'ın rızası, hoşnutluğu, cemali,cenneti, ebedi saadet, şeref, izzet. İşte Kur'an'da Rabbimizin bildirdiği 'bilen kişi'; yolu da, yolun zorluğunu da, yolun sonunu da bilen irfanlı kuldur.Allah(cc) böylesi bilenlerden eylesin, inşallah.
            Bu yolda asla başkalarına sıklet olma, bar olma yoktur. Yar olma, yardımcı olma vardır. Tasavvuf, takvaya erebilmek, takva tahsili yapmaktır. İhsan şuuruna ermektir. Hastalıkta, sağlıkta, varlıkta, yoklukta Cenab-ı Hakk'ın takdirine razı olmak, peygamber ahlakına yaklaşabilmektir. Tasavvuf, marifet ehli olma yolunda bir eğitim mektebidir. Tasavvuf; şikayeti unutma, her hale şükretme, yani ehl-i şükür, ehl-i sabır ve ehl-i rıza olma yolu da denebilir. Tasavvuf; Kur'an'ı, sünneti yaşama ve yaşatma gayreti ve ciddiyeti üzere olma, Rabbine ve Resulullah'a karşı edepli olma yoludur. Tasavvufta en büyük meziyet Allah(cc)'a hakiki kul olmak, en büyük felaket ise kulluğun dışına çıkmak, sınırı çiğnemektir. Günahlar cennete girme yasağı, sevaplar cennete girme vesilesidir. Allah(cc) kıyametin mevcudiyetine yemin ediyor.O gün herkes kendi şahitliğini yapacak, televizyon ekranında seyreder gibi hayat filmi gözler önüne serilecek. Kur'an; ''O gün yüzler vardır simsiyah; yüzler vardır bembeyaz'', diyor. Yüzü ak olan, kurtuluşa erenlerden olmak için hakiki kul olmaya gayret etmek, asıl gayemiz olmalıdır.
            Bilgilerin satırlardan sadırlara geçmesi esastır. Arıların bal yaptığı gibi kalb peteğini balla doldurabilmek hünerdir. Bu bal ki, marifetullah, vahiy balı, ilim, irfan, feraset balı. Nasıl ki insan ana karnında ana kanı ile, dünyaya gelince ana sütüyle, sonra çeşitli gıdalarla besleniyor, beslenmese ölür. Öyle de insanın manevi gıdayla beslenmeye de ihtiyacı vardır. Gıdasını tam alamayan hasta ve mukavemetsiz olur, hiç alamayan da ölmeye mahkumdur.
            Onun için Allah(cc) peygamberler gönderdi. Onlar insanlara manevi gıdaları getirdiler. Zararlı, zehirli şeylerin neler olduğunu da haber verdiler. Peygamberlerden faydalanmak için imandan sonra muhabbet gerekir. Peygamberler dört özel vazifeyle geldiler; İman, kalbi kötü vasıflardan temizlemek, kalbi güzelliklerle donatıp kamil ufkuna ulaştırmak, kainat kitabını nazara verip, hikmet ve ibretle temaşa ettirmek ve Allah(cc)'ın azamet-i kibriyası karşısında aczini idrak ederek kulluğun sırrına ermek.
            En büyük, en acı mahrumiyet, dinden, Allah(cc)'tan mahrumiyet, rahmetten, cennetten mahrumiyet, izzet ve ikramdan mahrumiyet. Bu da bir nevi cehennemdir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder