4 Nisan 2011 Pazartesi

TOPRAK GİBİ OL !

            Pekçok hikmetler içeren bu hitaptan ne anlamalı, nasıl bir ders çıkarmalıyız ?
            
            1. Toprağın pekçok özellikleri mevcuttur. Bilhassa 'toprak gibi ol' hitabında tevazu ehli olunmasına dikkat çekiliyor olmalı. Toprak, bunca özelliğe mazhar olduğu halde ayaklar altında çiğneniyor. Fakat kıymetinden hiçbir şey kaybetmiyor. Nitekim, Hz.Mevlana da' tevazuda toprak gibi ol'  demiştir ki, meşhur tavsiyeleri arasında yer alır. Hatta bu sözün , hadis olduğu rivayet edilir. 

            2. Toprağın özelliklerinden biri de kerem sahibi oluşudur. Evet, bütün canlılar toprak vasıtası ile gıdalanır, rızıklanırlar. En küçüğünden en büyüğüne kadar . Balıkların rızkı dahi toprakla bağlantılıdır. Kuldan istenen de kerem sahibi, cömert ve sahavetli olmasıdır. Mümin, imkanları ölçüsünde bütün canlılara karşı cömert davranmalıdır. 

              3. Topraktan; vasıtalı ve bazen de vasıtasız şeyler zuhur eder. İnsanın topraktan hasılat elde edebilmesi için , gereken müdahalenin yapılması zaruridir. Toprağın bakımı yapılır, tohum ekilir ve cüz-i iradenin hakkı verilmiş olur. Bundan sonrasında küll-i irade devrede olup, pekçok esmanın tecellisi ile bağrındaki tohuma rızık verip, büyüyüp, gelişip cinsine göre meyvesini vermesi sağlanır biiznillah. Demek ki  insan;  maddi,  manevi kazanç elde edebilmek için gereken sebeplere yapışmalı, üzerine düşen fedakarlığı  göstermelidir ki, arzu ettiği hasılatı elde edebilsin. Şu unutulmamalıdır; iman ağacın kökü, ikrar gövdesi, amel-i salihler dalları , ibadet-i taat yaprak ve meyveleri misali, kök ne nispette sağlıklı ve sağlam olursa ; gövde, dal ve meyveler o nispette sağlıklı olur. Amel ve taatın sağlamlığı da imanın sıhhatine ve ihlasın kuvvetine bağlıdır.
             Bu hususta Efendimiz(sav) ''Eddünya mezraatül ahire (dünya ahiretin tarlasıdır)'' diyerek, bu gerçeğe işaret etmiştir. İnsanı toprağa benzetirsek; tohumu iman, niyet ve mahsulü ameldir. İnsan toprak olacak ki, yapılan ibadet-i taat o toprakta neşv-ü nema bulsun, hasılat elde edilsin.

            4.  Toprak çürümüş, kokuşmuş şeyleri , bunca cenaze ve leşleri bağrında hazmediyor.  Dışarıya en ufak bir koku veya zarar vermiyor. Hatta ve hatta o necaset ve atıklar , yapraklar , gazeller toprağın bağrında yararlı hale gelip, gıdaya dönüşüyor. İşte bu insanoğluna çok ciddi bir mesajdır.  
            Toprak gibi ol, sen de yersiz , olumsuz olayları ifşa etme !
            Kimsenin gıybetini yapma !
            İnsanlardan şikayetçi olma !
            Ayıp ve kusurları içinde hazmet,  hiçbir zaman dışarı çıkarma !
            Seni rahatsız eden, gam, keder ve sıkıntıya sebep olan durumlarda Hakk(cc)'ı halka şikayet edip ecrinden mahrum olma ! Kalbine göm ki, o çürümüş pislikleri toprağın gıdaya dönüştürdüğü gibi , senin o hoş olmayan , nefsine ağır gelen dikenler de ecre, sevaba, rıza-i ilahiyeye dönüşsün.
            Böylece toprak gibi ol !
    
            5. Gökyüzünün özelliği de apayrı. Zaman zaman gökyüzü kararır, gönüller daralır. Bazen rahmete gebe olmasına rağmen, gök, gürültüleri ile insanı dehşete salar. Bazen de rahmet, felakete dönüşür. Seller, kasırgalar, yakıcı sıcak...Pekçok nimetlerin yanısıra; bunlar ve daha pekçok korkular yaşatır insana  ve diğer canlılara. Buna rağmen yeryüzünde, yani toprakta sıkıntıya sebebiyet verecek, eza cefaya neden olacak pek ciddi bir durum söz konusu değildir. Bu açıdan konuyu değerlendirdiğimizde ise...
            ''TOPRAK GİBİ OL''
            EVET, SEN DE TOPRAK GİBİ HİÇ ZARAR VERMEYEN , HEP YARARLI OLAN , KORKUTMAYAN, KENDİSİNDEN KORKULMAYAN , EMNİYETLİ, İNCİTMEYEN, İNCİNMEYEN, YAR OLAN , BAR OLMAYAN , HEP VERMEYE HAZIR OLAN , ESİRGEMEYEN , İSTEYENE, KENDİSİNE MÜNACAT EDENE HER DEM KAPISI, KALBİ AÇIK OLAN OL !
            
            6. Sen toprağa bir tohum , bir çekirdek ekersin. O, o tohumu öyle itina ile korur  ve besler ki, bir çekirdekten sana pekçok rızık verir. Koskoca bir ağaç ve tonlarca meyve... Böylece  analık yapar, besler, büyütür. Öyle itina ile besler ki, sözgelimi 15 metre yükseklikte olan bir ağacın en uç yaprağına kadar gıdasını ulaştırır. Yoksa o yaprak ve dallar kurur. Böylece toprak, bağrına dercettiği tohumu senelerce , o ağacın ömrü tamam oluncaya kadar en ufak bir ihmal göstermeden , vazifesinin gereği , ciddiyetle korur, gözetir.

            7. Yüce Mevla, biz insanların fıtratına da iman nüvesi bahşetmiş. İnsanın o nüveyi koruyup, geliştirmesi zaruridir. İnsanın toprağa benzeyen yönlerinden biri de budur. İman, bir nüve dedik. Onu  her türlü tehlikeden muhafaza etmek insanın iradesine bağlıdır; o nüveyi besleyip, güçlendirmekte insanın sorumluluğudur. Aynen toprağın bağrındaki nüvenin güçlenip kök saldığı ve sonra toprağın yüzeyine çıktığı gibi insanın imanı da kalpte güçlenecek , kök salacak adeta...Sonra zahire çıkacak. Yani imanın gereği ibadet-i taat, güzel ahlak ve halis amel olarak meyvesini verecektir. İnsanın toprakla benzerliği pekçoktur. İnsanın mahiyeti topraktır. Diğer mahlukatın cüz-i iradesi olmayıp , vazifelerini cebren ifa etmektedirler. İnsanda ise cüz-i irade olduğu için bazı durumlarda cebir olmayıp, seçim hakkı tanınmıştır. Bu hususta insan iradesini devreye koyma mecburiyetindedir. İnsan sorumluluklarını ifa için cüz-i iradesini devreye koyacak ki, Yüce Mevla , küll-i iradesiyle o kulunu arzu ettiği hedefe ulaştırsın. Maddi manevi talebini ihsan eylesin...
            
            
İNSANIN TOPRAKLA NASIL BİR İRTİBATI VE BENZERLİĞİ VAR ?

1. Kur'an-ı Kerim insanın topraktan yaratılmış olduğunu açık ifadelerle beyan eder. ''Adem'i topraktan , iblisi ateşten yarattık'' buyurmuştur Allah-ü Teala...Onun içindir ki, toprakta olan bütün elementler, şüphesiz insan vücudunda da mevcuttur. Bunu, bugün tıp ilmi de tüm çıplaklığı ile ortaya koymuştur. Konuyu bu açıdan değerlendirdiğimiz zaman pekçok benzerliklerle karşılaşıyoruz. İnsanların istifadesine sunulan toprak, kendi haline bırakılırsa; zararlı, yararı olmayan , olsa da cüz-i olan bitkiler yetiştirebilir. (Allah(cc)'ın dilediği hariç)  Toprak; münbit, verime elverişli yeteneğe sahip olsa da kendi kendine pek faydalı birşey yetiştiremez. Genelde o topraktan faydalanmak için bakımının yapılması, yabani ot, diken vs temizlenmesi  gerekir.  Hatta tohuma zarar verecek haşerattan salim olması iktiza eder.

2. Toprağın, tohumu besleyip büyütmesi için suya ihtiyacı vardır ki, su toprağın temel gıdasıdır. Bu suya, diplerde mevcut olan su kaynaklarıyla veyahut dışardan kar, yağmur ve çeşitli yollarla ulaşılabilir.

3. Yabani ot , diken , taş gibi engellerden arıtılmış, su ihtiyacı giderilmiş toprağın ekime hazır hale gelmesi için bir de toprağın kabartılması , hallaç edilmesi gerekir. Bu işlem de tamam olunca toprak, tohum ekmeye hazır hale gelmiş demektir.

4. Bundan sonra usulünce tohum ekilir. Yine de zaman zaman kontrol edilmesi zaruridir. O yabani otlar ki, özellikle ayrık otu denilen , kökü çok derinlerde olan , zararlı ot ve diken türleri yol bulup yüzeye çıkabilirler. Tohumu gelişmekte olan fidanı sıkıp, zarar verirler. Büyüyüp , serpilmesine engel olurlar.

5. Su ihtiyacının da sürekli kontrol altında tutulması gerekir. Toprak susuz kaldığı an fazla dayanamaz. Bağrındaki nebat sararır, solar. Daha da ihmal edilirse kurur.

6. İki zıt tohumun bir arada ekilmesi pek sağlıklı olmaz. Hava şartları, toprağın özelliği  gibi durumlar göz önünde bulundurulmalı, yetişme özelliklerinin uygunluğuna dikkat edilmelidir.

7. Toprağa hangi cins tohumu ekersen , onu bitirir. Asla yanılmaz. Darı ekilirse darı,  buğday ekilirse buğday; gül ekene gül, diken ekene diken, zakkum ekene zakkum. Herkese, ektiği cinse göre mahsul verir. Eken kim olursa olsun, farketmez. İster bu işlerin ehli bir ziraatçı, ister usulünü bilen bir köylü. Yeter ki usulünce ekilsin, bakılsın, gereken ihtimam gösterilsin.

8. Her yerin toprağı aynı kalitede olmayıp, farklılıklar arzeder. Bazı topraklarda buğday çok güzel yetişirken, bazı topraklarda da  çiçekler daha sağlıklı yetişir. Bazı toprak çok verimli olur, bazısı ise randımanlı mahsül veremez. Bu durum toprak için gayet tabiidir. Hikmete binaen Yüce Yaradan öyle yaratmıştır.

9. Başka bir açıdan baktığımız zaman, toprağın diğer bir hususiyeti  ise,   kendi haline bırakılırsa  yabani otlar bitirmesidir. O zararlı ot ve dikenler pek  suya ve bakıma ihtiyaç duymaksızın, adeta arsızca istila ederler. Diğer yandan zararlı haşerata da barınak olurlar.

10. Sen değer vermez, kıymetini bilmezsen; toprak da hal diliyle 'bende zararlı şeylere gebeyim' dercesine zararlı mahsuller neşreder.  Yararlı mahsuller ise , kıymetli şeylerin emek karşılığı meydana geleceğini ilan ediyor.

ŞİMDİ TESBİTİMİZ OLAN 10 HUSUSUN İNSANA BAKAN YÖNLERİNE BİR GÖZ ATALIM ;

           - Topraktan faydalanmak için o toprağı yabani bitki , vsden arıtmak gerekir dedik. İnsanın da öncelikle kötü vasıflardan , kötü tabiat, ard niyet , yanlış itikat ve inançlardan temizlenmesi lazımdır. Hakk dostlarının deyimiyle, o tarladan atılması gereken zararlı masnuat ve taşların başında ene taşı  gelir. Ben ben deyip kendini beğenen bir kişi , asla gönül ve beden tarlasını temizleyemez. Temizlik söz konusu olmadıkça da ekilse bile hiçbir tohum canlanıp, büyüyemez. Yarar sağlayamaz. Bu durum bir yönüyle nefs-i emmareyi temsil ediyor olmalı...
             -Toprağın tohumu besleyip, büyütmesi için temel gıdaya, olmazsa olmaza yani suya ihtiyacı vardır. İnsanın kalbindeki iman çekirdeğinin hayatiyeti de manevi rahmete bağlıdır. O kalb manevi rahmetle sulanacak ki güçlensin, kuvvetlensin, hayırlı semereler versin. Bu hususta Kur'an-ı Kerim'de Allah-ü Teala buyuruyor ; ' Nasıl gökten (su) rahmet indirerek kurumuş arzı(toprağı) canlandırıyoruz ve yeniden hayat bahşediyoruz. Aynen öyle kalbler de  Kur'an'ın(vahyin)  rahmeti ile sulanırsa canlanır ve mahsulünü verir.'
              Evet, kalblerin rahmeti de şüphesiz vahiydir. Kur'an mesajlarından bi-haber olan kalb , aynen susuz kalarak kuruyan toprak gibi kaskatı kalacak. O iman çekirdeği de belki hayatiyetini kaybedecek. Böylesi bir kalbten ve böyle katı, kupkuru kalmış bir kalbteki iman nüvesinden hayatiyet beklemek, mahsul ummak  muhaldir. Vahyin nuru ve rahmetiyle o kalb sulanırsa işte o zaman o nüve canlanır, güçlenir ve inşallah ibadet, taat, güzel ahlak olarak meyvesini vermeye başlar. Efendimiz(sav) ;'' Kasvet-i kalbten Sana sığınırım '', buyurmuştur.
              -Yabani ot ve dikenlerin giderilmesi; toprağın hallaç edilip , ekime hazır hale gelmesi dedik. Nasıl ki, ayrık otları ve dikenlerden temizlenmesi için toprağın yumuşamasına , yumuşaması içinse suya ihtiyaç varsa, aynen kalbteki menfi, zararlı inanç ve sıfatların oradan izale edilmesi için de önce kalbin yumuşaması  lazımdır. Kalb de göz, kulak yoluyla , Kur'an'la , ilimle, İslami prensiplerle beslenecek, sulanacak ve akılla nakil kalb bünyesinde birleşecek ki, oradaki menfilikler bu nurlarla görünsün. Manevi rahmetle sulansın, orası da yumuşasın , temizlenmeye hazır hale gelsin ki, arıtılmış, temizlenmiş, yumuşamış o kalbe manevi tohumlar atılsın ve inşallah bu tohumlar ibadet-i taat ve pekçok güzel vasıflar olarak semeresini versin. Aynen toprağın karıştırılıp hallaç edilmesi gibi insanın gönül toprağının da hallaç edilmeye ihtiyacı vardır (o toprak yumuşamış ve ekime hazır halde olsa dahi). İnsanın düşünen bir varlık olması nedeniyle , tefekkür etmesi gerekir. Bu hususta pekçok ayet mevcuttur. Allah(cc) kullarına tefekkür etmelerini emrediyor. İnsan ile diğer mahlukat arasındaki fark, özellikle düşünür olmasıdır. İnsan düşünme melekesini zaafa uğratırsa, o insan manen felçli demektir.
            -Toprağın yumuşatılıp, yabani ot ve taşlardan arındırıldıktan sonra ekime hazır hale gelmesi ve usulünce tohum ekilmesi gibi , kalbin yanlış inançlar ve  kötü vasıflardan izale edilerek imana ait ilim, irfan tohumları ekilmesi  sonucu bu tohumların kök salması yani insanın gönül dünyasında kabul görüp, güçlenmesidir. Fakat bu kalb zamanla ihmal edilir, kontrol edilmezse eski haline dönebilir. Atılan manevi tohumlar zaafa uğrar. Bu nedenle kulak ve göz yoluyla sık sık sulanması  yani, sohbetlerle , okumakla  beslenmesi ve yine ilmin nuruyla menfiliklerin tesbit edilip, hemen müdahale edilmesi gerekir. Aynen topraktaki tohum gibi..
             -Tohumun sürekli suya ihtiyacı olduğu gibi, o çekirdek büyüyüp ağaç olsa , meyvesini verse de su ihtiyacı devam eder. Hatta daha da fazlalaşır. Aynen öyle, insanın gönül dünyasındaki  güzel tohumcuklar canlanıp kalbine iyice yerleşse,  mutmainne denen mevkiye gelse dahi asla ihmale gelmez.
Hakk'tan, hakikatten biraz uzaklaşsa kalbinde pörsümeler, sönmeler meydana gelir. Aşkı, şevki söner. Takva duygusu zaafa uğrar. Bunların örnekleri pek çoktur. İhmal edilmemeli, artık iman ağacım güçlendi, büyüdü dememelidir. Her an havf içerisinde olunmalı, daima sulama yapılmalı, muzır haşeratın mevcudiyetinden endişe ile daima kontrol edilmelidir. Buna murakabe denir. Evet,muzır haşerat nasıl büyümüş bir fidenin kökünden kurumasına  sebepse; şeytan ve nefis de sinsice insanın imanına ve ameline zarar verebilir. Bu tehlike kökte olduğu gibi dal, yaprak ve meyvelerde de söz konusudur. Riya, ucb, hased, dünya muhabbeti , kibir, miskinlik, vs gibi pekçok muzurat insan için tehlike unsurlarıdır. Herbiri  çok tehlikeli manevi hastalıklara yol açabilir.
             -Her nebatat toprakta yetişse de, bazı sebeplere binaen her meyve her toprakta pek randımanlı olmayabilir. Bunda toprağın özellikleri ve hava şartları etkilidir. Muz, hurma, karabiber, vs daha ziyade çok sıcak iklimlerde yetişirken , bazı meyve ve sebzeler de çok sıcağa ihtiyaç duymayabilir. Bunun gibi , tüm insanlar topraktan yaratılmış ve aynı unsurlara sahip olsalar da bu farklılıklar  söz konusu olabilir.  Yaşanılan ortam, aile hayatı, kültür, adet ve törelerin insanlar üzerinde pekçok etki yaptığı malumdur. Aileler, memleketler, devlet ve milletler vs arasındaki bazı farklılıklar herkesin malumudur. Ancak manevi açıdan değerlendirdiğimiz zaman biz Müslümanların müşterek yanlarımız mevcuttur. Başta inanç, yani imani meselelerde aynı noktada birleşiriz.' La ilahe illallah, Muhammeden  resulullah'  diyen ve kelime-i tevhid sancağı altında birleşen tüm Müslümanların imana ait inançları aynıdır. İbadet, haram, helal konularında aynı görüştedirler. Yalnız bazı muamelatta İslami prensiplere zıt olmama şartıyla farklılıklar söz konusudur. Bu da imanı zedelemeden , mübah dairesindeki  farklılıklardır ki , mahzurlu değildir. Bu hususta İslami prensipleri hiçe sayarak , maneviyatı yaralayacak durumlar olursa , işte o tür adet ve kültür anlayışı tehlikelidir. Sahibini sorumluluktan kurtarmaz, mesul olunur, vebali, cezası büyük olur mazallah !
             Pekçok örneklerden bir örnek verelim ; evlilik konusunda yöreler arasında pekçok farklı adetler, usuller görülmektedir. Bazı memleketlerde düğün dendiği zaman içki şart adeta. Bu adet ne kadar yanlış ve vebali çok büyük. Helal olan evliliği , haramla içiçe yaşamak ve yaşatmak, pekçok kimsenin haram işlemesine sebep olmak , parasıyla gazab-ı ilahiyeye davetiye çıkarıp,   cehennemden bir yer satın almak ve böylesi kötü adetleri devam ettirmek ki, haramla yoğrulan her helal, adeta toprağın bağrında koruyup büyüttüğü bir ağacın dibine kezzap dökmeye benzer.
             Bazı yörelerde kız çocuklarına miras verilmez. Erkek çocuk varsa, kız çocuğu mirastan mahrum kalır. Veyahut eşya satarcasına o kızın para veya mal karşılığı satılması ki, bunlar İslami prensiplere ters ve haram işlerdir. Bu tür haramların örf, adet, töre, kültür haline gelmesi ve devam ettirilmesinin vebali çok büyüktür. Böylesi yanlışlıklar sadece şahısların değil, pekçok insanların ve hatta gelecek nesillerin dahi harama girmesine açılmış bir kapıdır. Maneviyatı felç eder. Harama girme söz konusu olmaksızın değişik adetlerde beis yoktur.
             Yanlış adetler; toprağa, ağaca, meyveye zarar veren muzır haşerat gibidir. Bu tehlikeli durumdan kurtuluş çareleri aramamak, o yanlışı kaldırıp yerine müsbet, İslami prensiplere uygun güzellikler getirmemek ; ağacın haşerata yem olmasına göz yummak gibidir. Böylesi bir yanlış imanı yaralamakla kalmaz, maneviyatı zaafa uğratır, iman tehlikeye girer. Netice olarak ; İslami prensiplere ters olan hiçbir kültür, örf ve adet için mazeret kabul edilmez ve mes'uliyetten kurtulunmaz. Meyvelerin bazı yörelerde daha kuvvetli, bazılarının zayıf olması hali de, insanların iradeleri dışında tezahür eden bazı durumlar ve içinde bulunulan şartlara göre zayıf ve kuvvetli olan yönlerini temsil ediyor denebilir.
             Bazı insan vardır, daha ziyade ilme açık bir gönül dünyasına sahiptir. Bazısı daha ziyade ibadete ağırlık verir. Gönül dünyası o yöndedir. Kimileri farzların dışında infak etmekten zevk alır. İnsana düşen içinde bulunduğu imkanlar ölçüsünde en güzel mahsulü verme çabasında olmasıdır. Maddi imkanı olmayan bir mümine 'neden hacca , umreye gitmedin, neden zekat vermedin ' denmeyecek. Ama 'neden infak etmedin, neden namaz kılmadın , niye haramları terketmedin' denecektir. İşte insanla toprağın müşterek vasıfları bunlar olsa gerek...
             Son olarak diyebiliriz ki; her nevi toprak , fıtratı icabı, üzerine düşen sorumluluğu yerine getiriyorsa, çorak topraktan 'neden buğday yetiştirmedin' diye sual olmayacağı gibi , verime elverişli topraktan da mahsul beklemek gayet doğaldır. İnsanlardan da imkanları nisbetinde Mevla'nın kulluk beklentisi tabiidir. Allah-ü Teala kuluna asla kaldıramayacağı yükü yüklemez. Bu husustaki ayet-i kerimede şöyle buyurulur, 'Biz, insana takatinin üstünde yük yüklemeyiz'. İnsana düşen, kaldırabileceği yükü kaldırmaya cehd-ü gayret etmesidir. Ancak mes'uliyetten böyle kurtarır Mevla inşallah ! O da emeğinin karşılığını alır. Aynen toprakta olduğu gibi...
             Yüce Mevla'dan, şu toprak olan vücudumuz ve gönlümüzün bütün menfiliklerden korunarak , bol bol hayırlı mahsul vermesini niyaz ederiz. O mahsul ki, rıza-i ilahi başta olmak üzere Cennet ve Cemalullah'a vuslattır. Ben ki, toprağımı  koruyamadım. Yabani otlar, zararlı haşeratlar, mahsule engel olan taş, diken, ayrık otları, vs...İşte  bunlar nefs-i emmarelerim! Ya Rab ! Bunların izalesi için cehd ettimse de , Efendimiz(sav)'in beyanıyla cihad-ı ekberde aciz kaldım. Bildiğim kadarıyla dahi, istediğim gibi kulluk sergileyemedim. Sana layık bir tek amelimin olduğunu zannetmiyorum. Her ne kadar suçlu, günahkar da olsam Senin o engin, sınırsız rahmetinden ümidimi  kesmedim. Bütün ümidim Rahman ve Rahimiyetinle tecelli etmen, rahmetinle kuşatmandır. Nasıl ki onca ormanları, vadileri hiçbir insan eli değmeden ve insanın dahli olmadan doğrudan doğruya yaratıyor, büyütüyor, kemalata erdiriyorsun... Ben de ümid ediyor, niyaz ediyorum. Engin rahmetinle kuşatır, benim kusuruma bakmaz, ormanlardaki o güçlü ağaçlar , selviler gibi benim iradem dışında maneviyatımı güçlü kılar, süfliyattan , masivadan  arıduru ederek, ulaşılması taleb edilen ufka , rıza ufkuna ulaştırırsın inşallah !
             Sana geliyorum Rabbim ! Sırtımda günahım, kalbimde imanım, vicdanımda binbir ızdırap , mahçup, perişan bir vaziyette, utana sıkıla  hicran ateşiyle affına geliyorum. Biliyorum, günah bana yakışmazdı, ama af Senin şanın ! Başka kapım yok ki gideyim. Tek kapım, tek ümidim ...Şüphem yok ki, Senin kapın her dem kullarına açık. Ben Rabbime gidiyorum diyerek , beni kabulünü diliyorum...         













          

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder