19 Aralık 2011 Pazartesi

HZ.HÛD(AS)

            Hz.Hûd(as) Sam'ın torunlarındandır. Âd kavmine peygamber olarak gönderilmiştir. Hz.Hûd(as) Ahkâf diyarında doğup, yetişti. Helâk oluşları bütün insanlığa ibret olan Âd kavminin yaşadığı bu diyar Yemen, Aden ve Umman arasındadır. Kur'an-ı Kerim'de Arâf, Hûd, Müminûn, Şuarâ, Fussilet, Ahkâf, Zâriyât, Kamer, Hâkka ve Fecr sûrelerinde Âd kavminden bahsedilmektedir.
            Âd kavmi cüsseli, boyları uzun ve uzun ömürlü kimselerdi. Toprakları verimli, bağlık bahçelikti. Âd kavmi kayaları yontarak evler yaparlar, gösterişli binalar inşa ederlerdi. Bunların içinde bağlar, bahçeler ve güzel havuzlar bulunurdu. Her yer göz kamaştırıcı güzelliklerle doluydu.
            Bu kavim zamanla fitne ve fesadla, dünya nimetlerine gark olmalarıyla Allah'tan(cc) gafil kaldılar ve dinlerinden uzaklaştılar. Hz.Nûh(as) tufanının dehşetini düşünmeyip, dünyaya daldılar. Kibre kapıldılar, böbürlendiler. Allah-ü Tealâ buyurur;
''Âd kavmine gelince yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladılar ve (bizden daha kuvvetli kim var?) dediler. Onlar kendilerini yaratan Allah'ın onlardan daha kuvvetli olduğunu görmediler mi? Onlar bizim ayetlerimizi (mucizelerimizi) inkâr ediyorlardı.'' Fussilet Sûresi(15) 
            İstikâmetten iyice ayrıldılar, putlara tapmaya başladılar. Zalim ve gaddar oldular, güçsüzleri ezmeye başladılar. Suçsuz, zavallı bir insanı binanın üst katına çıkarır, oradan aşağı atarlardı. Sonra da onun parçalanmış cesedini seyrederek, bundan zevk alırlardı. Kalpleri bu derece katılaşmıştı. Zulüm had safhaya gelmişti. Zayıf kabilelere baskınlar yapıp, yağmalarlardı. Lüks ve gösterişte de çok ileri gitmişlerdi. 
            Hz.Nûh'un(as) kavminden sonra ilk helâk olan kavim, Hz.Hûd'un(as) Âd kavmiydi. Hz.Hûd'un(as) bu kavimle soy-sop olarak alâkası vardı, ancak yaşayış tarzı olarak onlarla hiç alâkası yoktu. O(as) temiz, soylu bir ailenin oğluydu. 

Buraya kadarki kıssadan çıkan ders;
1.Âd kavmi bildirildiği üzere, Allah'ın(cc) nimetine gark olmuş insanlardı. Daha evvel imanlı, istikâmetli oldukları halde hak yoldan sapmışlardı. Yoldan çıkmalarının başlıca sebepleri şunlardı;
   a.Dünya nimetlerinin çokluğu sebebiyle gaflete dalmışlardı.
   b.Bu gafletlerinden dolayı Nûh tufanının dehşetini dahi hatırlamıyorlardı.
   c.Bunca nimete şükredecekleri yerde nankörce davranıyorlardı.
   d.Güç ve kuvvetlerine bakarak kendilerinde bir varlık, azâmet görüyorlardı.
   e.Bu nimetlere kibirleniyorlardı.
   f.Gaddarlaşmışlardı ve güçsüzü ezmekten, zulümden zevk alıyorlardı.

            Âd kavminin başlıca vasıfları bunlardı. Bu ibretli sahneden çıkan ders pek beliğdir ve durumu açık seçik gözler önüne sermektedir;
1. Başta nankörlük, nimetin elden çıkmasına sebep olduğu gibi, azab-ı ilâhiyeye de sebeptir. Bir ayet-i kerimede Rabbimiz şöyle buyuruyor; ''Nimetime şükrederseniz, nimetimi artırırım. Eğer nankörlük ederseniz, şüphe yok ki azabım elîmdir.'' İşte bu ayeti Âd kavminin hayatında okuyoruz. Evet şek ve şüphesiz nankörler, nankörlüklerinin cezasını görmüşlerdir. Her nankörün âkîbeti aynı olmasa da helâktır şüphesiz.
2. Her helâk olan kavim gibi bu kavmin de kibirli olmaları, Allah'ın(cc) gazabına mûcib çok kötü bir vasıftır. Şeytan ve kâfir sıfatıdır. Müminlerin bu konuda çok dikkatli olmaları iktiza eder.
3. Bu kavmin dünyaya çok rağbet ettiklerinden bahsediliyor ki, bu husus da müminlere ibret olmalıdır. Dünyaya düşkünlük, insanı hak yoldan çıkmaya ve Allah'tan(cc) gafil kalıp, dinden uzaklaşmaya sebeptir. Bu kıssa bu durumu bütün açıklığıyla gözler önüne seriyor.
4. Bu kavmin merhametsiz ve gaddar olması, güçsüzleri ezip, onlara çeşitli işkenceler yapıp, yaptıkları işkencelerle böbürlenmeleri, hatta bundan zevk almaları gösteriyor ki, insan Hak'tan uzaklaşıp batıla daldıysa, vicdanı da ölecek, insanlık haysiyetini kaybedecek duruma düşecektir. Âdeta zincirleme kaza gibi birbirini takip eden kötülükler tezahür edecektir ve bu kıssada müşahede edilmektedir. 
5. Bu kavim daha evvel imanlı kişiler olmalarına rağmen, zamanla azgınlaşıp Allah'tan(cc) gafil kalıyorlar. Bu durum da gösteriyor ki, dünyaya rağbet, debdebe, nimete nankörlük, azgınlık, kibir, gaddarlık, merhametsizlik, olaylardan ibret almama, duyarsızlık gibi tutum ve davranışlar Allah'tan(cc) gafil kalmaya sebebiyet vermektedir. Haktan ayrılanın da sonu azâb-ı ilâhiyeye düçar olmaktır ki, müminin bu kıssalardan üzerine düşen hisseyi alması ve duyarlı olması zarûridir. 
            Allah(cc) merhamet-i ilâhisinden onlara uyarıcı peygamber gönderiyor ve o peygamber aracılığıyla kullarını ikâz edip uyarıyor, Nûh kavminin durumunu onlara hatırlatıyor. Fakat o azgın kavim kabul etmeyip, peygamberlerine hakaret ediyorlar ve 'sen yalancılardansın' diyorlar. Allah(cc) defalarca uyarıyor, fakat ne yazık ki bu nimet azgını insanlar bir türlü yola gelmiyor, isyanlarında ısrara devam ediyorlar.

Bu hususta alınacak ders;
            O gün Allah(cc) kullarını peygamberler aracılığı ile ikaz ediyor, bir ilâh olduğunu, yalnız kendisine tapılması gerektiğini ve dolayısıyla emir ve nehiylerini bildiriyordu. Bu durumdan kullarını sorumlu tutuyordu. Zaman hangi zaman olursa olsun, devir hangi devir olursa olsun, prensipler hemen hemen aynı, imani meseleler hep aynı, değişmez bir nitelik taşıyor. Ancak muamelâtta bazı farklılıklar söz konusudur. 
            İnsana düşen, önce iman etmesi ve imana ait meseleleri iyice öğrenmesidir. Peygamberlerle başlayan ve devam eden tevhid mücadelesi Son Peygamber Efendimiz Hz.Muhammed Mustafa'ya(sav) kadar ve daha sonra da sahabi, Hak dostları, mürşit ve âlimlerle devam etmektedir. O gün peygamberlerini inkâr eden ve söylediklerini dinlemeyenlerin durumu, konumu ne ise; bugün de peygamberini ve Hak kelâmını haber veren âlim ve Hak dostlarını dinlemeyenin hali de aynıdır. Âd kavmi yoldan çıkmış, yola gelmeleri için Allah(cc) mesajlar gönderip, kendilerini uyarmış. Fakat onlar bu ikâzlardan hiç etkilenmemişler. Akıllarını başlarına almamışlar, bildikleri yolda gaddarca devam etmişler. Bu günün insanı da çoğunluk itibarıyle benzeri bir hayat yaşamaktadır.
            Hakka gönül veren, Hakkı yaşama ve yaşatma gayretinde olanlara tepeden bakılıyor. O gün beyinsiz demişler, bugün de yobaz, gerici, mürteci diyorlar. Değer ölçüleri zenginlik, rütbe, makam,mansıp. Dikkat edilirse Âd kavmiyle pek bir fark yok. Sonra onların son derece dünyaya düşkün, debdebeli bir hayat yaşadıkları ve bununla şımarıp, böbürlenip, kibirlendikleri anlatılıyor. Bu günün insanının değer ölçüsü bunlar değil de nedir? Maalesef müminlerin çoğunluğu da bu yanılgı içindedir.
           Âd kavminin bunca isyanı ve Hakkı kabul etmeyişleri had safhaya varmıştı ki, Yüce Allah(cc) onları ikaz mahiyetinde bazı cezalara çarptırdı. On sene kadınlar kısır kalıp, çocuk doğuramadılar. Pınarlar kurudu, bağlar bahçeler sararıp, soldu. O güzel İrem bağları yok oldu. O iri cüsseli insanlar bir lokmaya muhtaç oldular. Hz.Hûd(as) onları yeniden toplayıp öğüt verdi. Allah'tan(cc) mağfiret dileyin, dedi. Fakat inat edip, peygamberlerinin nasihatini dinlemediler. Çok geçmeden gökyüzünde bulutlar peyda oldu. Âd kavmi bulutları görünce sevinip, yağmur geldi dediler. Halbuki bunlar azap bulutları idi. Hz.Hûd(as) son kez imana gelin diyerek, kavmini ikaz etti. Fakat onlar gaflet gösterip, 'bunlar yağmurdan evvel gelen bulutlardır' dediler.

Bu durumdan çıkan ders
Peygamberin ikaz ve uyarılarını kabul etmeyen bu insanları Allah'ın(cc) cezalandırarak ve nimetlerden noksanlaştırarak uyarıyor olması, görünüşte bir musibet olsa da, aslında bir ihsan-ı ilâhidir. Nefisler çoğu zaman bu tür musibetlerle yola gelirler. Acz ve fakrı bilmede, Hakka iltica etmede bu ve benzeri musibetlerin rolü büyüktür. İnsan gafletle, koşa koşa, büyük musibetlere, azab-ı ilâhiyeye düçar olmaya giderken, bu küçük musibetlerle hemen ayılır kendine gelir ve Hakka yönelir. 
            Eğer Âd kavmi başlarına gelen musibet dolayısıyla gafletten ayılıp, Hakka yönelselerdi, başlarına telâfisi mümkün olmayan o büyük felâket gelmeyecekti. Ve peygamberlerini dinleyip, istiğfar etselerdi, Allah(cc) onlara yine nimetlerini ihsan buyuracaktı. Ve onları aff-u mağfiretine dahil edecekti. Ne yazık ki o azgın kavim ne karşılaştıkları musibetlerden ders alıp uyandılar, ne peygamberlerin nasihatinden etkilenip, akıllarını başlarına aldılar. Derken emr-i ilâhi ile melekler işbaşına geçercesine bulutlar arasında peyda olup, bütün kavmi kuşattı. Çarşamba sabahı şiddetli bir rüzgarla başlayan kasırga, fırtınaya dönüştü ve soğuğu da arttı. Derken, insanlar çekirgeler gibi havada uçmaya başladılar. Adeta saman çöpü gibi etrafa atılıyorlardı. Kasırganın önünde o güçlü, dev insanlar yapraklar gibi savruluyorlardı. Bu durum yedi gece, sekiz gün devam etti. Hz.Hûd(as) ve iman edenler, Allah'ın(cc) inayetiyle bu ilâhi azaptan ve fırtınadan kurtuldular. Azap asilerin üzerineydi. 
Allah(cc) buyuruyor; '' Emrimiz gelince Hûd'u ve onunla beraber iman edenleri tarafımızdan bir rahmetle kurtardık. Onları ağır bir azaptan kurtuluşa erdirdik.'' Hûd Sûresi (58)
'' Onlar hem bu dünyada, hem de kıyamet gününde lânete tâbi tutuldular. Biliniz ki, Âd kavmi Rablerini inkâr ettiler. Şunu da bilin ki, Hûd'un kavmi Âd, Allah'ın rahmetinden uzak kılındı.'' Hûd Sûresi(60) 
Çıkan ders pek beliğ ve ciddidir; 
Allah'ın(cc) azamet ve celâlini gösteren bu durum, insanoğluna ciddi ders vermektedir. 'Allah(cc) imhal eder, ihmal etmez' demişler, ne kadar doğru. Allah(cc) mühlet tanıyor, hemen cezalandırmıyor, çeşitli yollarla kullarını ikaz edip, uyarıyor ve çeşitli yollarla onların aczini gösteriyor. Azametini, kudretini gözler önüne seriyor. Bütün bunlara rağmen inat eden, azgınlıkta, kibirde devam eden, isyanda ısrar eden kullarını da gereken cezaya çarptırıyor olması bir kanun-i ilâhidir. 
            Bu kıssa, bu günün insanına ders alması açısından çok etkili mesajlar sunmaktadır. Bu kıssayı okuyup etkilenmemek, duyarsız kalmak, ibret almamak düşünülemez. Rabbimiz kıssadan hisse almayı nasip eylesin. Amin.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder