5 Ekim 2011 Çarşamba

İRADE-MÜRİD VE MURAD-MÜRŞİD

            İsteme, dileme, arzu ve isteklerin gerçekleşip ortaya konması yeteneği veya iki şeyden birini tercih etme manalarına gelen irade; hayatını kalb ve ruh seviyesinde yaşatanlarca nefsin isteklerini aşma, bedenin arzularına baş kaldırma, Hakk'ın rızasını ve hoşnutluğunu kendi istek ve dileklerine tercih ederek, kendine rağmen her yerde ve her durumda O'nda(cc) ve O'nun(cc) muradında fani olma şeklinde anlaşılmış ve tarif edilmiştir. 
Mürid; Kendi güç ve kuvvetinden teberrü edip, zerreden sistemlere kadar herşeyi kabza-i tasarrufunda tutan, Kudret-i Sonsuz'un iradesine ram olandır.
Murad; Hak arzusu ile dopdolu hale gelmiş, bütün bütün masivaya yani, Hak'tan başkasına kapanmış, O'nun(cc) hoşnutluğundan başka hiçbir şeye istek ve iştahı kalmamış, dolayısı ile de Hakkın murad ve matmah-ı nazarı gözde olmuş bahtiyar ruh demektir. İrade, ''iş ve davranışlarında sırf O'nu isterler ve dilerler,'' gerçeğine göre Hak yolunun yolcuları için de bir konaktır. Namütenahiye açılan hemen herkes, ilk defa bu limana uğrar ve sonra da bu merkezin gücüyle yükselir, hedefe doğru yol almaya başlar. Bu yol alış şahsın iradesinin kuvveti, saffeti, sadakati ve cehd-i gayreti nispetinde, Hakkın tevfiki ve irade gücüne göre mesafe kat eder. Kimileri bu mesafeyi yerde sürünme suretiyle, kimileri yerde yürüme suretiyle, kimileri peyk, füze, ışık hızı nispetinde, kimileri de her türlü kemniyet ölçüleri üstünde kateder. Nebide miraç, velide arşiye, dervişte seyr-u süluk Hakkın tevfikiyle desteklenmiştir. İrade; mürid ve murada en büyük güç kaynağıdır. Bu güçle arzu edilen hedefe doğru yol alınır. İnsana verilen irade, Yüce Yaratıcı'nın iradesinin gölgesinin gölgesidir. ''Dilediğini dilediği gibi yapan'' Zat'ın iradesinin gölgesinin gölgesidir. Gölge, asla tabi olduğu gibi, yaratılan iradeler de yaratıcı iradeye tabidirler. Gölgedeki vehmedilen parlaklık, canlılık, safiyet ve cazibenin aynalara akseden suretlerin parlaklık, canlılık ve cazibesinden farkı yoktur. Fakat bu durumu yolun başındakilerin anlayıp, kavramaları pek kolay değildir. Mürid, iradesini mutlak iradeyle irtibatlandırıp murad ufkuna ulaşacağı ve bedenden ruha, cisimden kalbe, düşünceden vicdana yükseleceği ana kadar farktan kurtulamaz. İradeyi ayrı, irade edeni ayrı görür. Evet, Hak yolcusu yolun başlangıcında mürid, nihayetinde murad. Kulluğu tabiatına mal etme gayreti içinde mürid, mürid Hak'la münasebetlerini fıtratın ayrılmaz bir yanı haline getirdiği noktada murad, sevilip arzu edilme yollarını araştırma faslında mürid, herşeyde O'ndan bir kısım izler görüp sevgi ve marifet arası gelip, giden ve bu geliş gidişlerde arının çiçeklerden bal topladığı gibi esma-i ilahinin ballarını toplayıp, özüne indiren ve bunlarla hayatın her lahzasında adeta renk renk çiçekler, güzellikler sergileyen saflaşmış kalb ve özüyle bütünleşmiş has kul da muraddır. 
            Murad; Abdülkadir Geylani(ks) tarifi ile şöyledir; Allah'a(cc) sevilmiş, pek çok çileleri Hak rızasına erme yolunda göğüslemiş, teslimiyeti kuvvetli ve Hak yolunun sadık bendesi mürid demektir ki, Mevla'nın gözdesi haline gelmiş, Mevla da onu murad ettiği bir makama vasıl etmeyi takdir etmiş, en ağır imtihanlar, çileler onun için kaçınılmaz olup, hedefe ulaşıncaya kadar yani ömrünün son demine kadar imtihan, çile devam eden veya edebilecek mümindir. Bu duruma; peygamberlerin hayatı, karşılaştıkları çile, sıkıntı şahittir. Efendimiz(sav) bir hadislerinde şöyle der, ''En çok musibete, çileye maruz kalan biz peygamberler sülalesi, daha sonrada bize yakınlığı nispetinde müminlerdir.'' Evet mürid olmadan murad olunamayacağı gibi, müridlikte başarılı, sadakatli olmayan da murad olamaz. Muradın da yükü ağırdır. Fakat o pek çok denemelerden geçmiş, imtihanları başarı ile neticelendirmiş, teslim ve sadakatini izhar etmiş, hak eri ve gelecek çilelere kendini hazırlamış ruh, Hakkı kabule daim açık, narında hoş nurunda hoş sırrına mazhar olup, sefayı cefayı bir bilmiş, Rabbinden gelecek herşeye kendini hazırlamış,  daima ayağının kaymaması için dua ve yalvarışlarını artırmış, Rabbine sığınmış ''fallahü hayrün hafızan ve hüve erhamürrahimin'' niyazları ile Rabbinin Hafiz ismine sığınırken diğer yandan ''la havle vela kuvvete illa billah'' nidaları ile Rabbinden kuvvet, güç talep etmiş ve adeta sonunun garantisini yine Mevlasından dileyerek ''Beni Müslüman olarak öldür, salihlerle haşreyle'' Yusuf Suresi(101) manasına gelen yalvarışlarla sürekli Rabbi ile irtibat kurmuş, her hali ile sevilmiş,sadık dostluk ünvanlarıyla taltiflenmiş. İşte murad adı verilen kulun kısaca tarifi. Mükellefiyetleri yerine getirmede hassasiyet ve sürekli Hakka yalvarıp, yakarma iradeyi besleyen önemli kaynaklardandır. 
            Bir diğer yorumla mürid; arayan, talip, Hakkı arayan, bulduğu her doğruyu özüne sindirip, hayatına geçirmeye çalışan ve sürekli Rabbine karşı sorumluluklarının arayışı içinde say eden kişi ki ciddiyeti , sadakati, çalışması, ihlası nispetinde ilerler. İlerler derken, murad denilen makama ulaşır Allah'ın tevfiki ile.  Yüksek dağa tırmanan seyyah misali (zirveye ulaşmasını  Mevla murad ettiği için), o dağı aşmak mecburiyetinde olanın durumu gibi, her anı korku içerisinde, en ufak bir dikkatsizlikle düşüp parçalanma tehlikesi olduğundan, arzda gezen seyyah gibi olan muradın durumu, müridin durumuna pek benzemez. Ve daha çok temkin, dikkat, gayret gerekir. O, arkasına dönüp bakmak şöyle dursun, nazarını bulunduğu yolun çizgisinden kaydırmamaya özen gösterir ve onun içindir ki, Rabbine sürekli yalvarış, yakarış içerisindedir. O bilir ki, bu dağ ancak ve ancak Rabbül Alemin'in yardımı, koruması, inayeti ile aşılır. O inançla bütünleşmiş Hak dostu, Allah'ın(cc) izniyle zirveye ulaşır ve Mevla'nın mahbubu ünvanına nail olur. Rabbim tevfikini yar eyleye, muvaffakiyet ihsan eyleye. 
            İnsan-ı kamil, Allah'ın(cc) ef'al, sıfat, esma hatta şuunatı zatiyesinin en parlak aynası demektir. Mutlak zikir kemaline masruftur. İnsan-ı kamil denince ilk akla gelen, Hakikat-i Muhammediye(sav)dir. Sonrada diğer enbiya, gavs, kutup ve derecelerine göre evliya, asfiya, ebrar ve mukarrebin . Zira insan-ı kamil adeta bütün varlığın aklı, kalbi ve ruhu mesabesindedir. Onsuz hiçbir şey doğru anlaşılamaz. Hiçbir ilim, marifete dönüşemez ve hiçbir şeyin hayat esrarı tam hissedilemez. Onun bakış zaviyesine bağlanamamış bütün zaman parçaları nursuzdur. Bugüne kadar insanların arızasız Hakka yönelmeleri hep insan-ı kamillerce gerçekleştirilmiştir. Kitleler onların rehberliğinde ebedi mihraplarını bulmuşlardır. Onların neşrettiği nurlar sayesinde Hakka yönelmişlerdir. Bu itibarla denilebilir ki, onları bulan Hakkı hakikati bulmuş ve onları iç dünyaları ile müşahede eden de, mazhar ve tecelligahın şeffafiyeti, vus'ati ölçüsünde Hak cemalini temaşa etmiş sayılır. (Hak cemali/güzellikleri temaşa) İnsan-ı kamil, din diyanet adına örnek bir şahsiyettir. İman, İslam, ihsan onun yol ve yörüngesi , Allah(cc) rızası hedefi , Hakkı sevip sevdirmek vazifesidir. İnsan-ı kamil her zaman, başkalarına yararlı olma emelinde ve marifet ufkunu yükseltecek bilgi peşindedir. Ahlak-ı haseneye bağlıdır. Yaşadığından hep güzelik sergiler. Güzel görür, güzel düşünür. Güzel ve faydalı sözler söyler. Her davranışını Hak hoşnutluğu ile irtibatlandırarak hep O'nunla oturur, O'nunla kalkar, O'nu düşünür, O'nu konuşur. Her tavrı ve her beyanıyla O'nu hatırlatır ve Hakkın hakikatin en talakatli bir lisanı olarak yaşar. Kamil insanların en kamili, insanlığın iftihar tablosu, bu yüce evsafın birinci kahramanıydı. İslamiyetin özündeki ilahi sırrı görebilmek için birazcık tanıyabilmek yeterlidir. O kamil insan Resul-ü Zişan ki Cenab-ı Hakkın zati şuunatının tam bir mazharı ve O'nun varlığının da cami bir ayna olması itibarıyla batını;, esma, sıfat ve şuunat-ı zatiyenin nokta-i mihrakiyesi , zahiri de kelime kelime, satır satır, paragraf paragraf bütün varlık ve eşyanın işareten ve tam bir hulasası bir fihristidir ki, onu bulan Hakkı bulmuş, onu seven Hakkı sevmiş, ona uyan Hakka ubudiyet neşvesine ermiş olur. İşte insan-ı kamiller ki, kemalin zirvelerini, doruğunu temsil eden o yüce Resul'e yakınlıkları nispetinde veraset-i enbiya teşmiye edilen kemal ehli bu yüce önderin bendeleridirler. 
            İnsan-ı kamil zat-ı Hak adına bir mücella ayna ve başkaları hesabına da çevresinde kutup yıldızıdırlar. ''Yol bulmada Allah size ne emareler vaz etti . O yıldızla da onlar dosdoğru yollarını bulurlar,'' Nahl suresi(16) işaretiyle aleme yolunu yönünü gösterir ve hep bir işaretçi gibi hareket ederler. Aslında o hep, her zaman bir mihrap, bir kapı, bir köprü vazifesi görür. Doğruya yönelmeyi sağlar, doğruyu görmeye menfezler açar ve insanları kendi dünyalarının darlığından, sonsuzluk ikliminin genişliğine ulaştırır. İnsanlar onun atmosferine girince üns esintileri duymaya başlar, huzur-sükun bulurlar. Bu yolun yolcularının en önemli vazifelerinin başında, teslimiyet ve eneyi terk gelir. Bu yol, yani insan-ı kamil ufkuna ulaşma yolu ki, bazı ciddi temel ve kaideler üzerine bina edilmiştir. İşte bu kaidelerin başında teslimiyet ve acz, fakr mülahazalarıyla eneden geçmek gelir ki, bu iki düstur uygulanmadan yapılan işler, ameller adeta abdestsiz namaz kılma gibi bir durum arz eder. Köksüzdür, ruhsuzdur. O insan-ı kamiller ki, Hz.Zat-ı Ehad-ü Samed'le en kamil manada bir abd, mabud münasebeti ufkuna yükselmişlerdir. Bu yolun en önemli azıkları ise, kalbin her zaman lebriz edilerek pak ve temiz tutulması, başkalarının ahvalimize muttali olamayacağı kutlu vakitler sayılan gecelerde, secdelerle, kıyam, rüku, münacat, istiğfar, evrad-u ezkarlarla gecelerin sırlı rahmet hazinelerinden, feyzinden bol bol istifade edilmesidir ki, Rabbe kurbiyete, terakkiye, kemale ve aşk-u şevk ummanlarından yudum yudum içmeye vesile en kuvvetli bir iksirdir. Onun içindir ki, insan-ı kamil ufkuna ulaşan muhteremlerin izledikleri bir yol, bir kaidedir adeta gece hayatı.
Mevlana Hazretlerinden;
''Eğer sen o eşsiz padişahı istiyorsan ve eğer onun yolunda sefere çıkmış isen, bu yolculukta uyumaman gerekir. İyi ve bahtiyar kimseler Allah'ın sevgi ve merhamet gölgesinde uyurlar. Kardeşim sakın başka yerde uyuma.'' 
Bir insan-ı kamilin gönül dünyasından insanlara sunduğu bir tiryak mesajı şöyle der; Hakiki zevk, elemsiz lezzet, kedersiz sevinç yalnız imanda ve iman hakikatleri dairesindedir. Öyleyse hayatın zevk ve lezzetini isteyenler, onu imanla hayatlandırmalı, farzları yerine getirmekle bezemeli ve günahlardan uzak durmakla korumalıdır. Zira o kimse baki hayata tam yönelebildiği takdirde, dünyası her ne kadar sıkıntılı ve fena olsa da  bu dünyayı cennetin bir bekleme salonu mahiyetinde gördüğünden, her şeyi hoş karşılar ve her zorluğa katlanır, şükreder. O mümin ki, her karşılaştığı hadiseye hikmet nazarı ile bakar. Adeta o Allah'ın(cc) Hakim esmasının tecellisini bir gözlük gibi ferasetli gözünden çıkarmaz. Böyle bir görüş sezişle ki 'narında hoş, nurunda hoş' sırrını yakalamaya çalışır. Velhasıl kamil insanın meziyetleri sayılamayacak kadar çoktur. Onlar Efendimiz'i(sav) bir mihrab olarak değerlendirmiş, hep O'na(sav) müteveccih yaşamışlar,o modele kendilerini uydurmaya say etmiş bahtiyarlar Haktan, Resulullah'tan aldıkları hakikatleri halka dağıtan varis-i Resulullah'tırlar. Mürşid-i kamiller, insan-ı kamillerin arasından seçilmiş, Mevla'nın hususi kullarıdırlar. Bu kemal yolunun yolcuları sayleri, ciddiyetleri nispetinde, kısmetleri kadar faydalanır ve kemale ererler. Fakat herkesin durumu aynı değildir. Her kemal ehli, varis-i resul olamaz. Bu veraset-i enbiya makamına vasıl olan veya bu görev kendisine tevdi edilenler, halkı Hakka davet ederler ki, en kudsi bir vazife olup, peygamber mesleğidir denebilir. 
                 Aişe validemizden(ra) Resulullah'ın ahlakından sual edildiğinde cevaben, ''Siz Kur'an okumuyor musunuz? O huluk-u Kur'an'dı. Yani O'nun ahlakı Kur'an'dan ibaretti diyerek, kısa, öz ifadelerle adeta İslamı ve Resulullah'ı anlatmış oluyor. Evet, o Yüce Nebi'de Kur'an tecelli etmişti. O canlı bir Kur'an'dı ki, cümle sıfat-ı sübhaniye ve cümle esma-i ilahiye tafsili bir şekilde ve azam derecede tecellisi söz konusudur ve şüphesiz bir hakikattir. Bütün insan-ı kamiller Resulullah'a yakınlıkları derecelerine göre kamildirler ve her kemal yolunun yolcusu da istidat, marifet ve gayretiyle doğru orantılıdır. Evet, bütün kamil insanlarda beyan ve bürhanın yanında irfan da önemli bir derinlik ve zenginliği teşkil etmektedir. Bu hususlardan her hangi birindeki bir kusur, kemal adına da ciddi bir eksiklik sayılır.
             İnsan-ı kamilin imanı kuvvetli, ruhu imanla dopdolu kanatlanmış olup, artık o hep öteler ötesini kollar ve Hakka kullukta doyumsuzluk içerisindedir. Efendimiz'in(sav) 'iki günü eşit olan ziyandadır', mesajlarının işareti ile, o hep terakki etme talebiyle, kulluk neşvesi ile marifetullah semalarında seyahat üzerine seyahatler yapar. Evet o Hak yolcusu, sadık kul bilir ki, insan-ı kamil ufkuna ulaşmak ancak iman-ı billah, marifetullah ve muhabbetullahla olur. Hele birde imanını irfanla derinleştirip, irfanını da ruhani zevklerle bezeyebilmişse işte o zaman, melekleri bile imrendirecek hale gelip, manevi ufuklarda pervaz etmeye başlar. Artık o hep Hakkın hoşnut olacağı zirveleri kollamaya başlar. Zaman olur, melekler ve ruhaniler onun gönül kulağına birşeyler fısıldar. Evet, o kamil insan melekut aleminde ruhanilerle, meleklerle hemdem olur. Manevi ziyafetler takdim edilir. Aşk-ı şevk şaraplarını kana kana içer de fakat doymak nedir bilmez. Bu ziyafetlerde pekçok sırlar ayan olur. Aşkullah, muhabbetullah, haşyetulllah, marifetullah ve esma sıfatullahın sırlarına mevlanın dilediği kadar mazhar olur. o sürekli cennetliklerle oturup kalkar. nuru iman ile alayı illiyyine yükselir. Böyle bir Hak dostunu gören, onda Hakkı hatırlar. 
                 Bir hadis-i kudside ''Benim veli kullarım ki, gördüğünüzde Hakkı hatırlatırlar'' buyurur Mevla. İşte böyle Hak dostlarının nefeslerini, kelamlarını duyanlar (İsa Mesih'e uğramış gibi) canlanır, ölü kalbler dirilir,hayatiyet kazanır ve onun iman, nur dolu gönlünden yükselen sesleri dinleyenler, Beyan Sultanı'nın (sav) mescidine girmiş, meclisine iştirak etmiş gibi aşk şarabı ile mahmur olur. 
                Evet iman ve imanın vadettikleri ile donanmış bir ruh-u sultaninin Allah'a(cc) intisabı kurbiyeti sayesindedir. O aczi içinde Hakkın kudreti ile güçlü, fakirliği ile zengin ve küçüklüğüne rağmen de ululardan ulu bir büyüklüğe sahiptir. Çünkü o ihtiyar ve iradesinin yetersiz kaldığı noktada, Efendisi'nin sonsuz iradesine dayanır. Üstesinden gelemeyeceği konularda O'nun kudretine itimat eder. Dünyevi hayatı itibarıyle sarsıldığında, ebedi hayatının bağ ve bahçelerine sığınır. Ufkunu ölüm endişeleri sardığında, kendini ebedi hayatın ferah feza iklimlerine atar. Dünya ve ukbası adına asla ümitsizliğe düşmez. Mevlasının engin merhamet ikliminde yaşar. Ömrünü Yaradanına şükürlerle yedi, yetmiş, yediyüz veren başaklara çevirir. Bu güzellikleri bulan, huzura eren gönül eri, sadece şahsi kıvamında bağlı kalmaz. O, peygamberane bir azimle herkese açılır. Herkesi kucaklar, kendi şahsi ihtiyaçlarını ihmal edecek öiçüde hayatını başkalarının dünyevi, uhrevi huzur ve mutluluğu selametine bağlar da, hep sahabi gibi yaşar . Evet, o hep aydınlatmak için gece gibi iklimleri kollar .Zulmette kalanlara bir kandil gibi nur olur, onların yolunu aydınlatmak için çırpınır. Onların en büyük ızdırabı, fasık dairedeki ümmet-i Muhammed'in halidir. Onları kurtarma pahasına her zorluğa katlanır, her çareye başvururlar. Onların gönlünde ne cennet sevdası, ne de cehennem korkusu vardır. Tek arzu ve talepleri vardır, o da Hak rızasına ermek ve Hakkın hoşnutluğudur. En çok korktukları şey de, Mevla'ya karşı edebe aykırı bir halin zuhurudur. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder