4 Ekim 2011 Salı

İDEAL İNSAN

                                                                                               
                    İdeal insan, başkasının derdi ile dertlenendir. Allah Resulü'nün(sav) hali böyle idi. Birgün mübarek başını yere koymuş, alnı secdede ağlıyor, ağlıyor ve 'ümmetim, ümmetim', diyordu. Derken Cebrail(as) geliyor ve ''Allah'ın(cc) selamı var Ya Resulallah!'' diyor, neden ağladığını soruyordu. Cenab-ı Mevla pekala, Resulünün neden ağladığını biliyordu.
                Fakat kullarının da bilmesini murad etmiş, ve Resulüne böyle bir soru sorarak sebebini ikrar ettirmişti. O Yüce Nebi(sav) şöyle diyordu; ''Ümmetimin dertleri Beni yaktı.'' Nasıl bir dertti Resulullah'ı(sav) bu denli muzdarip edip, ağlatan. Onların önemli meseleler karşısında ciddiyetsiz kalmaları, üzerlerine düşen kulluk mesuliyetini ciddiye almamaları ve bundan dolayı ceza çekecekleri endişesi O'nu(sav) ağlatıyordu. Ümmetine bu denli düşkün olduğunu böylece izhar eden Yüce Nebisine Mevla, kederini gidermek üzere şu müjdeyi veriyordu; ''Mahzun olma Ya Resulüm! Onları Sana bağışladım.'' Bu durumda ümmet-i Muhammed'e düşen, vefalı peygamberine karşı itaatli, sadakatli, saygılı, edebli olmasıdır. O yüce ruhu incitmeye asla hakkımız yoktur. Müşfik Nebi-i Zişan'ı üzmek vefasızlık ve edebsizliktir. O(sav), ümmetinin selameti, saadeti, huzuru için çırpınırken, bir ömür insanların dertleriyle yanıp kavrulurken, ümmetinin ciddiyetsizliği, ciddi meseleler karşısında lakayt kalışı düşünülemez. Bu durumda olan, nefsine zulmetmiş bir bedbahttır. Bir Hak dostu,  koca bir ömür Rabbinin huzurunda tam bir ubudiyet şuuruyla yaşamış, belki günah onun semtine uğramamış, haşyet, muhabbet, sadakat, tazim ve edeb içinde Rabb-i Rahim'in karşısında edebinden iki büklüm olmuş, son demlerini yaşarken ağlıyor, ağlıyordu. Dost ve yakınları sordu; ''Üstad neden ağlıyorsun, günahına mı?'' O haşyet insanı şöyle cevap verdi; ''Keşke ağlamamın nedeni günahım olsaydı, küfürden korkuyorum,'' dedi. İşte ciddi insan, ciddi meseleler karşısında tir tir titreyen hakiki mümin.
                   Allah(cc) buyuruyor; ''İki emniyet bir arada olmaz.'' Yani dünyada korkusuzca, pervasızca yaşayanın ukbada korkularla başbaşa kalacağını, dünyada korkup temkinli yaşayanın da ukbada emniyette olacağını, korkulardan muaf olacağını haber veriyor. 
                    Hz.Adem(as) Safiyullah'tı. O(as) ufak bir hata etmişti. Bunun karşısında O(as), gelen rivayetlere göre 30 veya 40 sene başını semaya kaldırmadı. Rabbinden utanıyor, haya ediyordu. Bir türlü kendini affedemiyordu. 'Nasıl olur da böyle bir hata ederim, itaatsizlik ederim' diyor, üzülüyor, utanıyor ve ağlıyordu. Yine gelen rivayetlerde 'Adem'in(as) gözyaşı, Adem'in(as) zürriyetinden gelen müminlerin gözyaşına denk veya daha ziyade gelir,'' deniyor. İşte ideal insan örneği. İnsanlara örnek olması açısından böyle bir hatanın zuhur etmiş olması muhtemel. Rabbimiz Kur'an-ı Kerim'de Hz.Adem'in(as) şöyle dua ettiğini bildiriyor; ''(Adem ile eşi) dediler ki; Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.'' Araf Suresi(23) Bir rivayette 'Ya Rabbi! O resulün Muhammed(as) hürmetine' deyip affını talep ediyor. 
               Hz.Eyüb(as)'ın kıssası belli. Allah(cc) malı, canı, evladı ile imtihan ediyor ve bu imtihan on sekiz sene sürüyor. O(as) hep rıza ile karşılıyor. İlk musibet malına geliyor. 'Malikül mülksün, mülkün sahibi Sensin, dilersen verir, dilersen alırsın,' diyerek teslimiyetini, tevekkülünü rıza ile izhar ediyor. On veya on iki evladı deniyor, hepsi de ölüyor. O hakiki dost yine halini değiştirmiyor. 'Onlar Senin kulların, yaratan Sensin, dilediğin zaman hayatlarına son verme hakkı da Sana mahsus, Ben bir emanetçiyim,' diyerek bu ağır imtihandan da yüz akıyla çıkıyor. Üçüncü imtihan canına geliyor. Uzun süre hastalık çekiyor. Hastalık kalb ve lisanına da sirayet edince şöyle dua ediyor; ''Allahım bana bir zarar dokundu. Sen merhametlilerin en merhametlisisin.'' Enbiya Suresi(83) Yani 'Sen, bana benden daha merhametlisin, halimi Senin engin merhametine havale ediyorum,' demekle yetiniyor. Teslimiyetini, nezaketini halen, kalen, fiilen ispatlamış ve en güzel takdirlerle imtihanı kazanmış oluyor.
               Efendimiz(sav) hayatının her döneminde, her halükarda Alemlerin Rabbine karşı sadakatini, teslimiyetini izhar edip nezaket ve edep sergiliyor. Müstesna, her mevzuda örnek insan, kemalatın doruk noktasına ulaşmış, Kur'an ve Allah'ın(cc) sıfat ve esmasının tecellilerine makes olmuş, Ahlakullah'la ahlaklanmış, eksiksiz, model kul örnek hayatından bir tablo. Bize nerede ve ne derecede olduğumuzun ölçüsünün göstergesi. Taif ahalisini dine davet ediyor, onları cennetlere davet ediyor, bulundukları tehlikeden kurtarmaya çalışıyor. Onların ise verdikleri zalimane cevap. Alay ediyorlar, kahkahalarla gülüyorlar, sen aklını kaçırmışsın diyorlar. Bu kadarla da kalmayıp, ayak takımı köleleri, çocukları toplayıp, taşlayın şu Mecnunu diyorlar ve yolun her iki tarafını saran kalabalık topluluk, alaylı galiz laflar sarfederek adeta taş yağmuruna tutuyorlar ve böylece oraları terk edinceye kadar kovalıyorlar. Kimbilir kaç kilometre kovaladılar. Yorulunca dönüp gidiyorlar. Çok yorulmuş, bitap düşmüş O Yüceler Yücesi, Hakk'ın Habibi Zişan'ı(sav) bir ağaç dibine oturuyor. Üzgün, bitkin, mahzun. Derken, Cebrail(as) geliyor ve şöyle diyor; ''Ey Allahın Resulü! Allah'ın selamı var. İstersen, müsaade edersen şu Taif'i yerle bir edeceğim'' diyor. O şefkat sembolü, o nefsi için değil başkalarının huzuru, kurtuluşu için yaşayan örnek insan, yaşlı gözlerle secdeye kapanıp ''Rabbim onlara mühlet tanı. Onların zürriyetinden Sana inananlar olacaksa onların hürmetine. Bana gelince, onların beni horlayıp hakir görmeleri, hakaret etmeleri ve zulmetmelerinin kıymeti yok. Yeterki Senin indinde hakir, sefil duruma düşmeyeyim. Varsın onlar tard etsin. Yeter ki Sen beni tard etme. Rabbim Sen benden razı ol, o yeter bana'' diyor. En güzel bir vefa insanı oluşunu bu ibret dolu tabloyla sergilemiş oluyor.
                   İbrahim(as) kıssası malumdur. Canını canana, malını ihvana, yavrusunu kurbana adamış. Teslimiyetin zirvelerine çıkmış. Allah(cc) da 'Halilim' ünvanI ile taltif etmiş. Evet, dostum iltifatına mazhar olmuş. Onu bu dostluk makamına çıkaran teslimiyeti, sadakati ve muhabbeti olmuştur. O da vefa örneği, Mevla dostu...
                   Ammar bin Yasir'in(ra) durumunda ise Yasir ailesi, ilk şehitlerden. Ammar'ın babası Yasir'i işkencelerle katleden kafirler hırslarını alamıyorlar. Ammar'ın annesi Sümeyye Hatunu'da dinden çıkması için birçok işkencelere maruz bırakıyorlar. Fakat imanından zerre kadar taviz vermeyen Sümeyye Hatun'un bir ayağını bir devenin bacağına, diğer ayağını da başka bir deveye bağlayarak develeri aksi istikametlere çekip, adeta kağıt yırtarcasına o yüce kadını ikiye bölüyorlar. İnançları uğruna her güçlüğe göğüs geren bu güzide insanlar müminlere ibret dolu sahneler sergileyerek, Rabbin rahmetine, rıdvanına nail oluyorlar. İşte vefa insanlarının durumları. Yusuf(as)'ın kıssası da Kur'an'da anlatılıyor. ''Allah'a isyan olacak bir günahı işlemektense, benim için hapiste yatmam daha evladır'' diyor ve rivayetlere göre on iki sene zindanda kalıyor. Saf, duru, rahat bir vicdanla zindanda kalmayı, bir leke ile sarayda yaşamaya tercih ediyor ve imtihanı yüz akıyla kazanıp, hem resul hem aziz mevkiini Mevla O'na nasip ediyor. Dileriz Rabbimiz bu ibret dolu sahnelerden ibret alıp, bizleri de ideal insan olma ufkuna ulaştırsın. Amin.
                 Cümle enbiya bu hususta en güzel örnek olmuşlardır. Evet, cümle enbiya ideal insan nedir, nasıl olur, halen, kalen, fiilen en güzel bir şekilde ortaya koymuşlardır. Bunlardan biri de İbrahim(as)'dır. İbrahim (as), Nemrut isminde bir hükümdar zamanında dünyaya gelmiştir. Babası, gelen rivayetlere göre putperest Azer'dir. Nemrut bir gün müneccimleri huzuruna kabul edip, onlara bazı sualler sordu ki, bu kişiler yıldızlara bakıyor, sözde onlardan bilgi sahibi oluyorlardı. O kişiler şöyle dediler, ''Bu yıl doğacak çocuklar arasında biri var, bu çocuk senin dinini terk edecek ve putlarını kıracak.'' Bu haber üzerine Nemrut hemen adamlarını çağırttı ve doğum yapacak kadınların tespit edilmesi emrini verdi. Nemrut'un bu emri yerine getirildi. Arkasından şu emri verdi, ''Her hamile kadın göz altına alınsın, her doğan erkek çocuk öldürülsün.'' Bu talimat üzerine yüzlerce çocuk öldürüldü, fakat bir hamile kadın daha vardı. Bunun hamile olduğunu tespit edemediler. İşte bu Azer'in hanımıydı. Doğum yaklaştı, sessizce bir dağa gitti. Orada çok iyi bildiği, yaşama elverişli bir mağara vardı. Çocuğu orada dünyaya getirdi. Bu durumu hiç kimseler bilmiyordu. Yalnız kocası biliyordu. İşte bu çocuk, İbrahim(as) idi. O'nu mağaraya bırakıp geri döndü ve arada gidip emzirip, bakımını yapıyordu ki, İbrahim(as)'ı Yüce Allah(cc) hususi himayesine almıştı. Bir aylıkken bir yaşında, bir yaşındayken rivayetlere göre yedi sekiz yaşlarında bir çocuk durumunda, gayet görkemli, iri yapılı bir yiğit olmakla beraber, istidatları, aklı, mantığı yönüyle de gelişiyor, ne Nemrut ne de halk tanımıyordu. Böylece baş vurulan tedbirler tesirsiz kalıyordu. Evet, Nemrut'un ödünü koparan çocuk gelmiş oluyordu. İbrahim(as)'ın kıssasında alınacak pek çok dersler vardır. buraya kadar anlatılan kıssadan çıkan ders şudur;
1. Yüce Mevla herhangi bir şeyi yaratmayı diledimi, buna asla hiçbirşey engel olamıyor ve alınan bütün tedbirler akim kalıyor. Nemrut'un aldığı tedbirlerin boşa çıktığı gibi.
2. Azer gibi puta tapan bir insanın zürriyetinden, İbrahim(as) gibi müstesna bir insanın yaratılması ki, Allah(cc)'ın dilerse ölüden diri, dilerse diriden ölü çıkaracağının bir nişanı. Azer gibi ölü kalpli birinden, İbrahim(as) gibi dipdiri kalpli bir kul yaratıyor ve bu kulu vasıtası ile pekçok ölü kalpleri diriltiyor.
3. Bir kul ki, Mevla sevmiş, O'nu hıfzı emanına alıyor. Yine bu durumu bütün çıplaklığı ile İbrahim(as)ın hayatında görüyoruz.  Dağlarda muhtemel olan onca vahşi hayvan, haşere, kış, tipi, yazın sıcağı ki normal şartlarda yaşanması imkansız görünen o zor ortamda kulunu muhafaza ediyor.   İşte Yüce Halık'ın himayesi ki, hiçbir himaye ve yardıma ihtiyaç bırakmamakla beraber, hiçbir yaratık da zarar vermiyor.
4. Yine İbrahim(as)'ın karşılaştığı, beşeri idrakle anlaşılması imkansız olan olay, dağlarvari ateşin içine atılıp yanmaması, üstelik o mekanın yemyeşil bir bahçe durumuna dönüşmesi. Evet, herşey emr-i ilahi ile etkisini icra ederken, İbrahim'i yakması için yakılan ateş ancak Mevla'nın emri ve izni ile yakacaktı. Fakat ateş aldığı emir üzerine tavrını değiştirdi. Yakma şöyle dursun, onu selamette kılacak suya dönüştü. Çünkü Rabbimiz   ''Ey ateş! İbrahim'in üzerine soğuk ve selamet ol'' diye ferman eyledi. 'Bu mutedil bir soğukluk ki, üşütücü de olmasın.' Enbiya Suresi(69) İşte bu da ibret dolu, ders dolu bir durum. Yeterki kul, Rabbini bilsin, O'na saygılı, itaatkar olsun, tevekkül etsin, sevsin ve böylece Rabbi tarafından sevilsin.
                 Burda da görünen, bilinen o ki, kula Rabb-i Rahim'i yeter, O'nun dilediği olur. O dilemezse kimse kimseye birşey yapamaz. Böyle olacağını Kur'an haber veriyor. Bir hadisinde Efendimiz(sav) şöyle buyuruyor, ''Sana takdir edilmeyen başına gelmez, sana yazılan da seni atlayıp bir başkasına gitmez.'' Bu hadisle Efendimiz(sav) insanın tedbirini alıp, sebeplere tevessül edip, sonunu Mevla'nın takdirine bırakması gerektiğini ve tevekkül ehli olması gerektiğini beyan eder. İbrahim(as)'ın tevekkülü meşhurdur. ''Yerde ve gökte melekler hayret etti ve dediler, 'Aman Ya Rabbi! Seni en çok zikreden İbrahim ateşe atılıyor. O seni bir an bile unutmayan bir kul, bir peygamberdir. O'na yardım etmek için bize izin verir misin Allah'ım'' diye yalvardılar. Allah-ü Teala izin verdi. Allah-ü Teala'nın izin vermesi üzerine bir melek geldi. 'Rüzgar emrime verildi, arzu edersen ateşi darmadağın edeyim' dedi. Diğer bir melek, 'Sular emrime verildi, istersen ateşi bir anda söndüreyim,' dedi. Bir başka melek, 'Toprak emrime verildi, dilersen ateşi yere yutayım' dedi. İbrahim (as) ise bu meleklere 'Dost ile dostun arasına girmeyin, Rabbim ne dilerse ben ona razıyım, kurtarırsa lütfundandır, yakarsa kusurumdandır. Sabredici olurum inşallah'' diye mukabele etti. Mancınığa konup ateşe atılmak üzereyken de 'hasbiyallah ve nimel vekil' 'Allah bana yetişir, o ne güzel vekildir,' diyordu. Tam ateşe düşerken, Cebrail(as) geldi, 'Bir dileğin var mı?' diye sordu. İbrahim(as) 'Evet bir arzum var, fakat sana değil.' Cebrail(as) hayretle, 'Niçin Allah'tan kurtuluş istemiyorsun?' dedi. O da, 'Halimi O biliyor, ateş kimin emriyle yanıyor, yakma kimin işi?' dedi. Yüce Allah(cc) Kur'an-ı Kerim'de sena ederek şöyle zikreder; ''Sözünün eri olan, ahdine vefa gösteren İbrahim.'' İşte görülen o ki, İbrahim(as)'ın tevekkülü, teslimiyeti o dereceye varmıştı ki, meleklerin dahi yardımını kabul etmeyip, Rabbiyle arasına hiçbir şeyin girmesine gönlü razı olmuyor. Yine açıkça anlıyoruz ki, Mevla'nın izin vermesi ile melekler yerlere, göklere, suya, rüzgara hükmediyor ve yine çeşitli yollarla kulların imdadına yetişiyorlar. Hassaten itaatli, ehli takva kullara yardım için harekete geçiyorlar.
4. Diğer bir kanaldan baktığımızda ayrı bir ibret, ders dolu bir tablo Nemrut'un durumu ki, kendine ilah diyecek kadar azgın ve gözü önünde cereyan eden büyük hadiseden ders alamayacak kadar katı, kibirli, kavmini zulmüyle korkutup emri altına alıp ve etrafa zulüm saçmasıyla masum halkı titreten, kendisini çok güçlü, hiçbir kuvvet karşısında yenilgiye uğramayacağını zanneden nemrutun Allah(cc) helakını murad edince, ordularla falan değil, onun büyüklenmesi nispetinde mahlukatının en ufaklarından biri olan bir sivri sineği vazifelendiriyor ki, o azmış, kendinden başka büyük yok diyecek kadar ileri giden, elindeki imkana, ordularına, tahtına güvenen mütekebbirin haddini bildiriyor . Evet, burnundan giren o küçük sinek Allah'ın(cc) izni ile o zalimin beynine kadar yol alıyor, derken beynini yiyor ki tahayyül edilmez acılar, ızdıraplarla herkesin önünde can veriyor. İşte bu büyük hadise o günün insanına da, bugünün inanmış müminine de büyük bir ders vermiş oluyor. Büyüklenmenin acı akıbetinden bir tablo seyrettirmiş oluyor Mevla. Rabbül Alemin kıssalardan hisse almayı nasip eylesin. İnsanın acz ve fakrının ne derecede olduğu , Allah'ın(cc) inayeti olmazsa, koca insanın bir sineğin karşısında dahi yenik düşüp mağlup olacağının açık bir nişanıdır.
5. Diğer bir husus şöyle ki, bilindiği üzere İbrahim(as)'ın Sare anamızdan çocuğu olmuyor. Sare anamız kölesi olan Hacer validemizle evlenmesinde ısrar ediyor  'belki ondan bir çocuğumuz olur ümidiyle'. İbrahim(as) her ne kadar bu hususta çekimser kaldı ise de, gelen rivayetlerde Sare valide ısrar ediyor ve böylelikle İbrahim(as) Hacer validemizle evleniyor. Bu evlilikten İsmail(as) dünyaya geliyor. Fakat bu mutluluk pek uzun sürmüyor, Sare validemiz kıskanıyor, dayanamıyor ve O'nun o beldeden uzaklaştırmasını istiyor. İbrahim(as) ise üzgün bir vaziyette hükm-ü ilahiyi bekliyor. Derken bir gün Cebrail (as) gelerek, kendisinin rehberliğinde Mekke'ye gideceklerinin haberini veriyor. Ve Cebrail(as) önde, İbrahim (as), Hacer ve İsmail bir ay süren yolculuktan sonra Mekke'ye Kabe'nin olduğu mevkiye vasıl oluyorlar. İbrahim(as) aldığı emir üzerine hanımını ve yavrusunu oraya koyup, dönüyor. Hacer arkasından koşarak, 'Bizi bırakıp nereye gidiyorsun Ya İbrahim!' dediyse de, İbrahim(as) cevap vermiyor. Bunun üzerine Hacer validemiz 'Bizi buraya bırakmanı Allah mı emretti?' deyince, İbrahim(as) 'Evet Ya Hacer' diye mukabelede bulunuyor. Bunun üzerine Hacer validemiz insanın kanını donduracak şu mukabelede bulunuyor, 'Öyleyse müsterih ol, git, Allah bizi zayi etmez'. Böylece Rabbe kulluğun, teslimiyetin, saygının, şükrün, tevekkülün ne demek olduğunu sergilemiş oluyor. Bilhassa kadınlık alemine bir örnek şahsiyet olup, gönüller sultanı Mevla'nın sevgili, izzetli, şerefli, değerli kul ve cennetlerin sultanı olma şerefine nail ediyor Mevla.
6. Bir diğer örnek ise, bu ailenin imtihanların en çetiniyle imtihan olunmaları ki, İsmail(as)'ın kurban edilmesi konusudur. O hususta da hem İbrahim(as), hem Hacer validemizin hem de İsmail(as)ın teslimiyetlerini görüyoruz. Şeytanın kışkırtması üzerine Hacer validemizin cevabı, 'Eğer bunu Allah emrettiyse yapmalıdır, bize düşen Allah'ın emrine teslim olmaktır. O dilerse onu kurban etmek de vazifemizdir. Oğlumuzun ardından biz de kurban olabiliriz.' oldu. İbrahim(as) ve İsmail(as) da tam bir tevekkül ve teslimiyetle imtihanı vermiş oldular ki, Mevla 'Ey İbrahim! Sen rüyayı gerçekten tasdik ettin', diyerek hem İsmail'e bedel bir koç gönderdi, hem de o aileyi senalarla överek, insanlık tarihine bir örnek ailenin hakikatını sergilemiş oldu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder