20 Ekim 2011 Perşembe

DÜNYA

            Dünya, içinde bulunduğumuz alemin adı olmakla beraber farklı anlamlara da gelir. ''Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun ve eğlenceden başka birşey değildir. Allah'ın azabından korkanlar için elbette ahiret yurdu daha hayırlıdır. Dünya hayatının faniliğine hala akıl erdiremiyor musunuz?'' En'am Suresi(32)
            ''Bu dünya hayatı sadece bir oyun ve oyalanmadan ibarettir. Ahiret yurduna gelince işte asıl hayat odur. Keşke bilmiş olsalardı.'' Ankebut Suresi(64)
            ''Kendilerine verdiklerimize nankörlük etsinler ve sefa sürsünler bakalım, ama yakında bilecekler.'' Ankebut Suresi(66)
            ''Bilin ki dünya hayatı bir oyun ve eğlence, bir süs, aranızda bir öğünme ve daha çok mal ve evlat sahibi olma isteğinden ibarettir. Tıpkı yağmurun bitirdiği ve ziraatçilerin de hoşuna giden bir bitki gibi önce yeşerip, sonra kurur da sen onun sapsarı olduğunu görürsün. Sonra da çerçöp olur. Ahirette ise çetin azap vardır. Yine orada Allah'ın mağfireti ve rızası vardır. Dünya hayatı aldatıcı bir geçimden ibarettir.'' Hadid Suresi(20)  Dünya ve ahiret hayatının mukayesesinin yapıldığı bu ayette aslında dünya kötülenmemiştir. Dünyanın kötü tarafları izah edilmiştir. Onlardan kaçınılması tavsiye edilmiştir. Çünkü dünyadakilerin boş yere yaşatılmadıkları muhtelif ayetlerde açıklanmıştır. Dünya hayatı aslında kötü değildir. Kötü olan, onun Allah'a(cc) ve Peygamber'e(sav) itaate mani olmasıdır ki ahireti, insanlığı unutup, sırf dünyaya ve dünyalıklara taparcasına bağlanmaktır.
            ''Kim Allah'a güzel bir ödünç verecek olursa Allah'ta onun karşılığını kat kat verir. Ayrıca ona pek değerli bir mükafatta vardır.'' Hadid Suresi(11) Bu ayet de dünyanın güzel ve karlı yüzünü gösterir. Bu ödünç verme Allah'ın(cc) rızası için sıkıntıda olan kullara hibe veya borç olarak yardımda bulunma olacağı gibi, maddi manevi her nevi yardımı içine alır. Dikkat edilirse bu değerli alışveriş dünyada olur. Ücret ise ukbada. Öyleyse dünyanın iki yüzü var denebilir. Biri hayırlara, saadet ve ukba ganimetlerine bakan yönü, diğeri de diğer mahluklar gibi sırf nefse bakan, nefsin hazlarını tatmin eden yönü.
            ''Muhakkak ki Allah, inanıp, iyi işler yapanları altlarından ırmaklar akan cennetlere sokar. İnkar edenler ise dünyada zevklenirler, hayvanların yediği gibi yerler, onların yeri ateştir.'' Muhammed Suresi(12)
            ''Rabbinizden bir mağfirete, Allah'a ve peygamberlerine inananlar için hazırlanmış , genişliği yer ile gök kadar olan cennete koşun. İşte bu Allah'ın lütfudur ki, onu dilediğine verir. Allah büyük lütuf sahibidir.'' Hadid Suresi(21) Bu ayet-i kerime açık bir ifade ile cennetleri kazanmanın ancak bu dünya hayatında olacağını beyan ederken, Yüce Allah(cc) imanlı kullarını ikaz edip uyarır ki, 'çalışmanız fani dünya metaı için değil, ebedi yurdunuz ukbalar için olsun' diyerek manen yarışa teşvik eder. Bu, dünyalık için çalışmayın demek değildir. Muhakkak insanoğlu, içinde bulunduğu dünya nimetlerine çok düşkündür. Bu yüzden ukbasına ve ukbasına ait çalışma ve fedakarlıkta gafildir. Gerektiği gibi ciddiye almaz, gaflet eder, dünya öne geçer. Genelde böyledir. İstisnalar olabilir. Fakat istisnalar kaideyi bozmaz. Onun için Mevla iman etmiş müminleri sıksık ayetlerle uyarıyor. Dünyanın yararlı ve zararlı yönlerini beyan ediyor.
            Evet bilindiği üzere dünya kimileri için cennet ticareti, kimileri için cehennem ticareti yapmaya açık bir pazardır. Dünyadaki kimi kullar peygamberlik, sıddıklar şerefine nailiyata sebep olmuştur. Yine aynı dünya kimilerinin değersiz, haysiyetsiz, şerefsiz, zalim, kafir, münafık diye bahsedilen sefiller olmalarına sebep olmuştur. Bir tarafta Hz.Peygamber, Habibim, Resulüm ünvanlarıyla değer verilen Habibullah, diğer tarafta esfel-i safiline yuvarlanan değersiz varlık Ebu Leheb, Ebu Cehil. Hepsi de aynı dünyanın insanları. O dünya Hz.Ebu Bekirleri, Hz.Ömerleri üzerinde barındırırken, öbür yakada adları anılmaya bile değmeyen karaktersiz insanları da barındırmıştır. Ve bu durum devam edip gidiyor. Şu dünyada insanlar çeşit çeşit rol sahibi. Her insanın kendisine has bir dünyası var diyebiliriz. Öyleyse dünya kötü değildir. İnsanların dünyayı değerlendirişine göre dünya rol alıyor. Örneğin; Allah(cc) kullarını bol rızık, mal, mülk sahibi ediyor. Yani dünya nimetlerinden bol bol istifade etme imkanı bahşediyor. Bu nimete nail olanlardan bir kısmı bir nimet-i ilahi olduğunu idrak ediyor, şükrünü artırıyor ve Allah'ın(cc) rızasını kazanmak için de bol bol hayır hasenat yapıyor ve nimet bu kulu asla şımarmaya, kibre, gurura götürmüyor. Mütevazi bir hal içerisinde kulluğunu artırıyor. Bu bir dünya nimeti olmasına rağmen aynı zamanda ukba nimetine dönüşecek vaziyet alıyor. Çünkü, bu şahıs bu nimet-i ilahiyeyi, Rabbül Alemin'in rızasını dolayısıyla rıdvanını kazanmaya araç olarak değerlendiriyor. Adeta bu nimetleri ukba yamaçlarına tohum olarak atıyor da atıyor. İmanının kuvveti onun dünyada şevkle çalışıp, ahiretine yatırım yapmasını sağlıyor. Mevla'nın ''Bire yediyüz veririz ve daha dilediğimiz kadar artırırız,'' fermanına öyle inanmış ki, işte eline geçen fırsatı bu kanalda, bu görüşte değerlendiriyor. İşte dünya insana zarar değil, yarar sağlar. İmansız, zayıf imanlı, gafil, cahil şahsa da Mevla nimetlerinden bol bol ihsan etmiş, ancak bu nimetler  o şahsın İslamdan, Haktan uzaklaşmasına sebep olmuştur. Adeta nimet azgını olup, haramlarda çarçur etmiş, yetimin, miskinin hakkını vermemiş, zekat ve sadakaya hiç yanaşmamış bir zavallıdır.
            Dünya metaı kimilerini şan, şeref sahibi olmaya, Rabbine kurbiyete, cennetlere, ecirlere götürmeye sebep olurken, kimilerinin de tam tersine bedbahtlığa, sefalete, zillete yuvarlanıp, elim azaplara düçar olmasına sebeptir. Dünyayı ve içindekileri buna kıyasla değerlendirecek olursak, inşallah dünyanın yüzünden hicap kalkar da biz de sırlı yüzünü, zararlı, yararlı yanlarını görür, idrak eder, biiznillah ona göre değerlendirmeye çalışırız inşallah. Dünya görüşünde büyüklerimiz insanları üç şekilde mütalaa etmişler. Şöyle ki,
1. Müminin dünya görüşü
2. Fasığın dünya görüşü
3. Kafir, münafık ve mürtedin dünya görüşleri
            Kafir, münafık ve mürted; bunlarında aralarında farklı din, inanç anlayışları vardır. Bu inanç farklılıkları dünya görüşlerini ve yaşantılarını kısmen etkilese de, İslam anlayışına göre bir ahiret yurdu anlayışında olmadıklarından, dünyaya bağlılıkları, dünya düşkünlüğü ve hırsı aşağı yukarı birbirine benzer nitelik taşır. Hayatının hesabını vereceği ve ahiret hayatının mevcudiyeti inancı tam olmadığından cennet yurtlarına inançları da ya hiç yok, ya da bozuktur. Şu dünyada mesuliyetsiz bir hayat anlayışına, zevk, sefa zannettikleri şeylere bel bağlamış ve  dünyaya meftundurlar. Onların inancına göre herşey ölümle burada son bulacak. Dünyanın tadını çıkarmaya çalışırlar. Bir taraftan dünyanın tenviri ile uğraşır, diğer taraftan süfliyatta zevklerini tatmine çalışırlar.
            Fasığın dünya görüşü ve dünyayı değerlendirmesi; bu zümre birinciye biraz daha değişik açıdan baksa da, bu zümre de dünyayı yanlış değerlendiriyor denebilir. Sözde iman etmiş, ahiretin mevcudiyetine inanmış, hayatın hesabını vereceğine inanmış ise de o da kafirin haline benzer bir tutum içerisinde mesuliyetsizdir. İman ettiği Rabbini, iman ettiği Kur'an'ını, iman ettiği Resulünü tanımamış, hatta tanıma lüzumunu bile duymamış. Zavallı o da kendi kendini aldatmış. İman demek inanmak demek, kabul etmek demek. Kur'an-ı Kerim'in Allah-ü Teala tarafından gönderilen bir kanun, bir yasa kitabı olduğuna inanan insan, o kanun ve yasalara saygılı olup, gereğince tatbik etmelidir ki onun imanı geçerli olsun. Kur'an bir vadide kendisi bir vadide ilgisiz, bilgisiz, gafil, cahil, zavallı. Bu şuna benzer, okula kayıt olan bir şahsın okula devam etmeyişi gibi. Okulu tanımış, bir eğitim, öğretim yeri olduğunu kabul etmiş, inanmış fakat ne okulu tanıyor, ne derslerinin neler olduğunu. Bu hususta ne bilgisi, ne görgüsü, ne ilgisi var. Bu şahıs o okulun talebesi olduğunu iddia ediyor ve bende okuldan sene sonu diploma alırım hayallerinde. Okula kayıt yaptırmakla yetinip, diploma alma ve istikbalini kurtarma ümidinde olan şahsın bu görüşü ne derece muhalse, aynen böyle fasığın hali de buna benzer. Bu zavallı çalışıp, emek çekmeden hiçbir şeyin elde edilemeyeceğini düşünemiyor. Dünya işleri böyle olursa ya Allah'a(cc) ait, İslama ait meseleler tanımadan, bilmeden, çalışmadan nasıl olur da sahiplenilebilir. Bu ulvi meseleler onun nazarında adeta öğrenmeye, tanımaya ve kafa yormaya değmez derecesindedir haşa. Dinden, diyanetten, dünyadan ve bu dünyaya geliş hikmetinden bihaber yaşar ve cehlinde, isyanında ısrar eder. Bu da kendi kendini aldatma, dünyayı yanlış değerlendirme ve sonunda pişmanlıktır, nedamettir. Dünyaki herşey insana hizmet eder. Yüce Allah(cc) cümle mahlukatı insanın emrine amade kılmıştır. İnsan ise bunca nimeti sırf nefsinin istekleri doğrultusunda  kullanıp süfliyatta kalırsa, mazallah ona hizmet eden dünya ve nimetleri birer mihnet olur ve hesabını verme mecburiyetinde kalır. Dünyayı ve nimetlerini veren Mevla'yı tanımayış, o nimetleri değerlendirmeyiş nefsin tuzağına düşmek demektir. Dünyalıkların bu türleri de tehlikelidir.
            Müminin dünya görüşü ve dünyayı değerlendirmesi; mümin de dünyada yaşar ve pekçok nimetlerden yararlanır. Ve dünyayı sever. Fakat müminin dünya görüşü bambaşkadır. Şöyleki, dünyadan nefsinin ihtiyaçlarını ve hazlarını tatmin edip, yararlanır. Bununla beraber ölümsüz olan ruhunu asla ihmal etmez ve onunda gıdalarını ve hazlarını yerine getirmeye çalışır. Hatta bu gayreti, nefsinin ihtiyaçlarını temin ve tatmine olan gayretinin fevkindedir. Yani ruhun ihtiyacını ön plana alır. Fırsatı ganimet bilir. Bu fırsat bir daha elime geçmeyecek inancı ile fani dünyada baki meyveler devşirmeye say eder ve bilir ki bu dünya asli vatanına geçmek için kurulmuş bir köprüdür. Rabbini burada tanımıştır. Nasıl mı? Yine Rabbinin Kendini tanıtması ile, imanla, Kur'an'la, eserleri ile, sanat-ı ilahi ile. Ve bu açıdan dünyayı sever. Buranın bir ticaret merkezi, bir ekim yeri olduğuna inanmış ve burada ne ekersem orada onu biçeceğim(ebedi yurdumda) ümidi ve inancındadır. Mümin Rabbinin kelamına dünyada muhatab olmuştur. Onun için dünyayı sever. Bu dünya mümini meleklerden üstün etmeye ve yüce makamlara, şeref ve övgüye, değer ve kıymete, alayı illiyyinlere çıkmaya vesile. Velhasıl cennette cemal görmeye, şeref üstüne şeref kazanmaya, lütuf ve ihsanlara nailiyata ancak dünyaya geliş ve dünya sebep olduğu için sever. Burada Rabbini tanıma şerefine nail olmuş, kendisine verilen değeri burada öğrenmiş, hakiki dostları burada kimlikleri ile tanımış ve onları burada sevmiş. ''Seven, sevdiği ile beraberdir'' hadis-i şerifinin tebşiri sevgisine sevgi katmış. Bu nimetleri kendisine ihsan eden kainatın Halık'ına minnettar olup Hakim ismi şerifinin sırrıyla, dünyanın güzellikleri karşısında Rabbine şükrünü, muhabbet ve memnuniyetini amelleri ve fiilleriyle ortaya koymuştur. Bu dünyanın bir imtihan yeri olduğu haberine candan gönülden inanmış, Rabbine karşı saygıda, sevgide kusur etmemeye gayret edip, imtihanı en güzel biçimde vermek ciddiyeti ile yaşamış ve bunları Rabbül Alemin'in bir lütf-u ilahisi olarak kabul etmiş. Ve Kur'an'la, Resulullah'la dolayısıyla Rabbiyle burada tanıştığı için dünyayı sevmiş. Cennetlere gidebilmek vasıl-ı illallah olabilmek için geçilmesi icap eden bir koridor olarak görmüşte sevmiş. Resullerin Resulü Yüce Nebi'nin önderliğinde Hakka giden bir kervan ki dünyadan geçiyor, dünyaya uğramadan asli vatanı olan cennetlere ve Rabbine kavuşmanın imkansız olduğunun bilinciyle dünyayı sevmiş. Kendinin de bu şerefli kervana dahil olması ümidi ile üzerine düşen görevi cana minnet bilip, hazırlıklar yapmaya çalışmış. Bu çalışmayı aşkla, şevkle, hazla yapmış. Öyle bir hazki bu, dünyanın en deruni zevk ve hazları olsa gerek. İşte müminin dünya zevki ve dünyayı sevmesi. Şuna kat'i inanmış ki, Rabbe gönül dünyada verilir. Rabbe teslimiyet dünyada gösterilir. Kulluk dünyada olur. Böylece inşallah Rabbül Alemin'in rızasına erilir ümidi ile yaşamış. Dünyayı, dünyada ona ayrılan zamanın kıymetini bilmiş ve değerlendirmiştir. Dünyayı ahiretin bir ekim yeri olarak kabul edip, o yönüyle dünyayı sevmiştir. O hakiki müminki zahiren dünyada ama, esas hedefi, gayesi ve niyeti ukbası olduğu için, dünya yamaçlarında gezerken o hep ukba yamaçlarına tohumlar atmış. Muhakkak ki ukba tohumları sadece dünyadan atılabileceği için, ahiret yurdunun kazancına vesile olan dünyayı, bu yönüyle sever. Rabbine gönül veren bu kul, Rabbinin onu bazı zaman ağlatmasını cana minnet bilmiş. Çünkü o Rabbini Hakim ismi ile de tanımış. Bir hikmet olduğunun şuuru ile Rabbinin bir lütf-u ilahisi olarak görüp değerlendirmiştir. Cefanın sonu sefa olduğu inancıyla o cefadan dolayı dünyasına küsüp, darılmamış. Yine sevmiş, Rabbin asarını müşahade etmiş, heryerde O'nun sanatını görmüş ve azamet-i ilahi karşısında zaman zaman kendinden geçmiş. Evet sanatta sanatkarı, nakışta nakkaşı, cümle mahlukatta Halık'ın mevcudiyetini bu dünyada müşahade etme, idrak etme şerefine nail olmuştur. Velhasıl imanla, akılla, nakille dünyayı değerlendiren, dünyanın yararlı zararlı, alayı illiyyinlere çıkaran, esfeli safiline, cehennemin gayyelerine, sefalete iten yönlerini bilir. Ona göre bir dünya yaşar. Fani dünyada, fani ömürde bakiyi, rıza-i ilahiyi, cennet ve cemalullahı kazanacaktır ki, çok dikkatli olmak gerekir. Dünyayı ve dünya nimetlerini çok iyi değerlendirip, bunları bir amaç değil, asli vatanı ve Mevla'nın rızasını kazanmaya bir araç olarak değerlendirirse, dünya sevmeye değer. Mevlana misali. Dünya dönmüş, O da dönmüş. Dünyanın çeşit çeşit cefası sefası ile, acısı tatlısı ile hep dönmüş. Fakat ayağını merkezden hiç kaydırmamış. Hep rıza yörüngeli dönmüş, o bütün dönmelerinde hep Hak demiş, Allah demiş, Rab demiş, Hu demiş, o Yüce Mevla'nın rızasını gaye-i asli bilmiş. Ve hep dünya ile beraber dönmüş, ama bir defa olsun ayağını rıza noktasından kaydırmamış. İşte Mevlana'nın dönmelerinin sırlarından bazıları, ferasetli müminin dünya görüşünden bir nebzecik şuleler. Rabbül Alemin'den niyazımız, bizden talep ettiği dünya anlayışını bize nasip etsin, amin.
Gelin gibi süslüsün her tarafın tel duvak
Duvaklar arasında kurmuşsun gizli tuzak
Bir anlık gaflet ile oluruz sana tutsak
Sevgili Peygamberim sana kıymet vermedi
Herşey O'na layıkken o ipekler giymedi
O yüksek yüce ruha senin sevgin girmedi
İsteseydi Rabbinden dağlar altın olurdu
Değil çileli hayat, günü gülşen olurdu
Senin saltanatının O'nda değeri yoktu
Dimdik duran dağların toz gibi savrulacak
O koskoca denizler çatır çatır yanacak
Bütün ihtişamının bir gün sonu olacak
Dünyanın hasad yeri olduğunu bilelim
Ebedi saadetin yolu burdan diyelim
Seveceksek dünyayı bunun için sevelim
Nebiler ve resuller bu dünyaya geldiler
Burda kulluk ektiler, orda rıza biçtiler
Bu dünyaya gelişin esrarını bildiler
Arkasından gidenler bu dünyayı sevdiler
Çünkü cennetin yolu burdan gider bildiler
Sevmenin sevilmenin sırlarına erdiler
Allah'ın esmasının sırlarına erdiler
Bu sırlı alemlere hayranlıkla daldılar
Manevi nimetlerle kalben ruhen doldular
Bildiler ki ticaret bu dünyada olacak
Bu öyle bir ticaret ki Mevla değer verecek
Bire binler katarak karşılıklar sunacak
Dünyanın fenasına aldanmayan bahtiyar
Ukbanın bekasına gönül veren bahtınur
Nurlara gönül vermiş
Hak rızasına ermiş
Dünyaya geliş hikmetini bilmiş
Bu dünyaya gelmeden olunmuyor ne nebi ne veli
Bu dünyada olacak ancak insan kemali
Bu dünya kimileri çıkarır alayı illiyyine
Kimilerini düşürür esfeli safiline
Gaye Hakkı bilmektir, Hakka gönül vermektir
Bu dünyaya gelişin sırrına ermektir
Tılsımları çözerek deryalara dalmaktır.
            İnsan yaratılış yönü ile en güzeldir, bu güzellik sadece cisim yönüyle olmayıp asıl ruhu itibarıyle onu diğer varlıklardan değerli kılmaktadır. Allah(cc) insana öyle değer veriyor ki, Kendisine muhatap kabul ediyor. ''Cümle kainatı sizin için yarattım'' diyor. ''Bunca varlıklar benim için yaratılmış, öyle ise ben ne için yaratıldım ve sorumluluklarım nedir?'' diyen insana da ''seni de Bana kulluk edesin diye yarattım'' buyuruyor. Ruhun gıdası olan Allah'a(cc) kulluk ibadeti taatle, itaatle olacaktır. Faniyi bakiye tercih etmiş, dünyaya gönül vermiş, nereden gelip nereye gideceğini hiç hesaba katmamışlar da, bu dünyadan ebedi ahiret yurduna göç etmek mecburiyetindedirler. Fakat gaflet perdesi gören gözlerini kör etmiş, Kur'an'ın ifadesiyle manen sağır, kör; akıllı oldukları halde Hakkı anlamayan birer Mecnun olmuş, gittikleri sapık yoldan dönmemişlerdir. Demekki dünya kötü değil, ama insanların yanlış davranış ve tutumları felakete sebep oluyor. Aynı dünyada yaşayan insanların kimi melekvari, kimileri şeytanvari, kimileri huzur sükun sağlamaya çalışır, kimileri fitne fesat çıkarmaya, kimileri Hak ve hakikatı tebliğe, insanları cehaletten gafletten kurtarıp, iki alemde de huzurlu olmaya ve esas, ebedi yurdunu kazanıp, günahlardan uzak tertemiz kul olmasına say eder, kimileri tam tersine kendi yaşamadığı gibi yaşayıp, yaşatma yolunda olanlara engel olur, fesad çıkarır. İşte bu dünya kimilerini darüsselamlara ehil hale getirmeye sebep teşkil ederken, kimilerini de cehennemin gayyalarına yolcu etmeye namzettir.
            İnsan malında, mevkisinde, içinde bulunduğu hadiselerde, konuşmasında, aile hayatında ne durumda olursa olsun, bu durum ve nimetler onun günah işlemesine sebep oluyorsa işte zemmedilen dünya budur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder