18 Ekim 2011 Salı

İNSAN-I KAMİL

            İnsan vücudu, kalbin süslü ve değerli bir örtüsüdür. İnsan kalbi, Allah-ü Teala Hazretlerinin sevgisinin yeri ve marifetullah hazinesinin merkezidir. Böyle olunca bu, cihanın özü hatta, özünün özüdür. Rabbini bilen, marifetullah, muhabbetullah deryasına dalan o insanın kalbi, Allah'ın(cc) beyti olmuştur.
            Çünkü böyle bir insan, ''Kainatı sizin için, sizi de Bana kulluk edesiniz diye yarattım'' ayetinin sırrına ermiş, kainatı kendisine hizmet edici bilmiş, bulmuş ve görmüştür. O görülmemiş ve bulunmayan çok değerli elbise olarak, şeriat ve takva elbisesini bir daha çıkarmamak üzere ve bu elbiseyi lekelememek, kirletmemek, hatta toz dahi kondurmamak üzere giymiş, bu hususta çok dikkatli ve temkinli olup, engin bir saygıyla sadakat etmiştir. Allah'ın(cc) sevgisini gönlüne oturtmuş, bilgi tacını da başına takarak ulu sultan olmuştur. İşte bu ulu, mutlu ve aziz sultanda şeriat, tarikat, hakikat en olgun ve üstün şeklini almış ve kemal bulmuştur. İnsan-ı kamilin sözleri güzel, işleri güzel ve ahlakı güzeldir. Çünkü o insan, 'Şeriat benim sözlerim, tarikat benim işlerim, hakikatte hal ve durumumdur,' hadisi şerifine uymuştur. Bundan anlaşılıyor ki, bu saydığımız üç alamet kimde bulunursa o mümin ve kamil insan sınıfındandır. Bu kamil insan Alemlerin Rabbine sarsılmaz bir sevgi ile bağlıdır. İmanı tam, itikatı kavi, tevekkül ehlidir. Allah'ın(cc) her cilvesini göğüsler. Allah'a(cc) tam teslimiyetle teslim olmuş ve emr-i ilahi karşısında boynu büküktür. Daima bir huzur, güven ve şükür içindedir. Kamil insanın nazarında altın ile toprak birdir. O herşeyden soyunmuştur. Rütbe, mal, makam, yükselme, zenginlik gibi hasletlerden yana fakirdir. O bunlardan herhangi birisine nail olsa bir nimet-i ilahi telakki edip, şükrünü artırmış ve bunlara asla gönlünü kaydırmayıp, bir amaç değil, bir araç olarak görür. Yani Rabbinin rızasını kazanmaya vesile, vasıta olarak görüp, değerlendirip,  Hak'tan geleni halka dağıtır. Bu olgun kişi dünyadaki tüm olayları ibretle temaşa edip, edebini takınır. Kötü gördüğü hadiseler karşısında dahi susar. Rabbinin tecellileri ve takdirinin hikmetli olduğu inancıyla susar. En güzel teslimiyetle, edeple, saygıyla işlerin sonunu bekler.
            Kamil insanın duaları, yalvarışları daima kabule şayandır. Fakat bu mübarek zatın edep ve terbiyesi son derece yüksek olduğu için, yalvarış ve duaya fazla yer vermez. Çünkü o kainatı ve kainatın bütün zerrelerini Allah'ın(cc) yed-i kudretinde gördüğünden, Allah'ın(cc) takdirini de en güzel ve yerli yerinde görür. Derin bir hikmet olduğu inancıyla kahrı da lütfu da bir görüp, duaya fazla yer vermez. Tevfizi umur eder. Tam bir tevekkül ve teslimiyet izhar eder. Kamil insan Allah(cc) katında çok değerli, hatırı sayılır ve mübarek bir insandır. Diğer insanlar da bilerek veya bilmeyerek bu mübarek insana saygı gösterir ve severler. Kendisine gösterilen sevgi ve saygıdan etkilenmez. O insanların kabul ile red, zemm ile meth etmesine aynı nazarda bakıp, ne meth karşısında sevinir, ne de zemm karşısında üzülür. Onun tek arzusu, talebi Rabbinin rızası olup, Rabbi tarafından sevilmektir. Kamil insan ''Ey Rabbim(sevgili)! Sen benim sırrımsın, ben de Senin sırrınım'', ilhamiyle kendi dertlerinden , keder ve ızdıraplarından kurtulur. İlmel yakinden aynel yakine, aynel yakinden Hakkal yakine ulaşıp, Hakka dost olmuştur. Bundan dolayı adeta gönül sultanlığına ermiş, gönül aleminde öyle bir saltanata sahiptir ki, bütün dünya onun buyruğu altında gibidir. Kamil zat her gördüğü şeyde Rabbinin imzasını müşahede eder, ibretle temaşa edip, sırlı alemdeki tılsımları çözmeye çalışır. Ve derken, kendini hayret deryasına atar. Bu hayreti Rabbine kurbiyete ve muhabbete götürür. Bu hayret sıradan insanların hayretine benzemez. Kamil insan hayret deryasında iken dahi, Allah'ın(cc) zikrinden bir an geri kalmaz. Bütün zerreleri zikir halinde olup, bakışı tefekküre, tefekkür sırlı tılsımlar karşısında hayrete ve Alemlerin Rabbinin hikmet dolu esrarengiz sanatı ve sonsuz kudreti  karşısında hayret deryalarına götürür ki, bu hal içinde olan o zatın duyduğu haz hiçbir şeyle kıyas olamaz. İşte bu ve benzeri manevi güzellikler ve manevi hazların sırrına vakıf olan zat aşk şarabını içmiş, gayriden geçmiş, nefse ait dünyalık hazları sönmüş, yerini ruhi hazlara terketmiştir. Beyazıd-i Bestami (ks), Cenab-ı Hak bana sekiz keramet ihsanında bulundu, onlar şunlardır der ve sırayla anlatır;
1. Kendimi çok gerilerde, halkı da çok ileride gördüm.
2. İnsanların yerine cehennemde yanmaya razı oldum. Onlara olan merhamet ve şefkatimden dolayı bunu hep arzuladım.
3. Kendimi bildim bileli müminlerin gönlüne sevinç ve ferahlık havası estirmeyi düşündüm ve öyle yaptım.
4. Yarın için aç ve sefil kalırım endişesiyle hiçbirşey alıkoymadım.
5. Allah'ın(cc) rahmetini kendimden ziyade insanlar için daha çok arzu ettim.
6. Gayretimi, müminlerin gönlüne ahiret aleminin sevinç verici havasını estirmeye ve onların kalbindeki gam ve kederi gidermeye sarfettim.
7. Kendilerine olan şefkatimden dolayı, rastladığım her mümine önce ben selam verdim.
8. Kendi kendime dedim ki, 'eğer kıyamet günü Allah beni affeder, mağfiretine eriştirirse, bana şefaatte bulunmam için izin verirse, önce şu dünyada bana eziyet eden, beni üzen ve yeren kimselere şefaat ederim. Sonra da bana iyilikte bulunan ve beni sevenlere şefaatçi olurum.'
            Dikkat edilirse bu zat, saydığı hasletlerden Mevla'nın ikramı olan kerametler olarak bahsediyor ki, nefsine bir pay çıkarmayıp, bir ilahi ihsan olduğunun şuurunda . Hak dostlarının bazılarını Yüce Allah irşad göreviyle görevlendirmiştir ki, bunlara mürşid denir. İrşad edici anlamına gelen mürşidler, veraset-i enbiyadırlar. Umumi manada mürşid, irşadla ilgili bütün esasları ruhunda toplamış bir hakikat tellalıdır. bir mana kahramanı ve gönüllere Hak nefhasını duyuran bir peygamber varisidir. Her insanı kamil, mürşid olamaz. Mürşid-i kamillerin özellikleri ve hususiyetleri vardır ki, bu hususiyetler her kamil insanda bulunmaz. Tavzif, salahiyet, Hakka kurbet ve ilm-i ledünne açık olma gibi imtiyazları olan bir mürşid, düz bir vaiz, zahiri alim ve nasihatçıdan çok farklıdır. Sıradan bir irşad eri anlatıp, duyuracağı hakikatleri kendi gönül ve idrak ufkuna göre duyar, hissseder ve başkalarına da bu çerçevede duyurur. Hakkın matmah-ı nazarı ve bir kutup yıldızı gibi herkese yol gösteren bir kutup ve kamil mürşid ise anlatıp, duyuracağı hususları temel kaynakların renk ve desenlerine göre yorumlar , seslendirir ve başkalarına sunacağı herşeyi kalb  ve ruhunun şivesiyle sunar.
            Mürşid her zaman Kur'an ve kainat kitabına karşı ince, hassas, ayarlı, iyi bir mütalaacı, varlığın esrarına aşina, mütecessis bir dimağdır. Gözü sürekli mahsusat üzerinde, ağzı ve kulağı Kur'an'ın tilavetinde, herşeyi basirete bağlı görmeye çalışan bir gönül eri, o insanlara Allah'ın(cc) muradını iletirken ve  ruhunun ilhamlarını muhtaç gönüllere duyururken sadece ve sadece O'nun(cc) hoşnutluğunu düşünür. Mürşid irşad vazifesini ifa ederken, herhangi bir beklentiye girmeden tam bir adanmışlık ruh haleti ile ve ölesiye bir gayretle say eder. Ulaşanla ulaşılacak olan arasında bir köprü insanıdır. O ücretlere, mükafatlara, ödüllere karşı her zaman kapalı kalmanın yanında, talepsiz gelen bir kısım maddi ve manevi ihsanları da çevresindeki bir kısım halis kimselerin samimiyeti, gayreti ve saffetine bağlayarak, hep onları nazara verir. Bütün mevhibeleri gönlünde onlarla paylaşır ve mensubu konumunda bulunanları Hak teveccühünün bir vesilesi sayar. Hiçbir hareket ve faaliyetini Allah'ın(cc) rızasının dışında, dünyevi ve uhrevi herhangi bir neticeye bağlamaz. Takdir beklemez. O Hak karşısında daima dümdüz durur. İstikameti kollar. Zira o peygamberlerin yolunda yürüdüğünü, bu ulvi vazifenin peygamber mirası olduğunun şuurunda olup, bu mirasın ve bu kudsi yolun bir takım adap ve erkanının bulunduğunu, bunların başında da irşadın Hak hoşnutluğuna bağlanması lazım geldiğini bilir . Mürşid, muhataplarını bütün hususiyetleri ile bilen ve onları her zaman şefkatle kucaklayan, sevinçlerine, kederlerine iştirak eden, başarılarını tebrik edip, olumsuz yanlarını görmezden gelen bir sevgi ve müsamaha kahramanıdır. O çevresindeki aç gönülleri doyurmak ve karanlık ruhları aydınlatmak için, bir mum gibi etrafını aydınlatma pahasına kendi içten içe erir. Her çileye her güçlüğe katlanıp, göğüs gerer, hiçbir fedakarlıktan geri kalmaz. Adeta o diriltmek için ölür, güldürmek için ağlar, o insanların kurtuluşu, selameti için var gücüyle çalışır, yorulmak nedir bilmez. İltifata önem vermez. Tenkid ve tepkilere de aldırmayıp, eyvallah deyip geçer. Yoluna devam eder.
            Mürşid, bir hal insanı ve yaşadıklarını seslendiren bir sadakat kahramanıdır. Zaten davranışları itibariyle inandırıcı olmayan bir kimsenin, başkalarına da birşey kabul ettirmesi mümkün değildir. Anlatılan gerçeklerin vicdanlarda makes bulmasının birtek yolu vardır. O da gönülden inanmak ve inandıklarını yaşayıp, anlatmak. Şu tenbih bu hususu tenvire yeter zannediyorum, Cenab-ı Hak, ''Ey Meryem oğlu! Önce kendi nefsine nasihat et, o bu nasihati tuttuktan sonra başkalarına hayırhah olmaya çalış, yoksa Benden utan'' buyurmuştur. Asrımızın mürşid-i kamil bir Hak dostunun Hakka vuslatı ile o Hak dostunu en yakinen bilen diğer bir hak dostunun nurlu kaleminden şu satırlar tecelli etmiştir;
Gerçekten de o ibadette en güzel bir kuldu,
Muamelatta en güzel bir kuldu,
Hakkın tevziinde de ne güzel bir kuldu,
 Haktan ötürü mahlukata muhabbet ve şefkatte ne güzel bir kuldu.
Çile ve ızdıraplara merhametiyle şifa olmaya çalışan ne güzel bir kuldu.
Kainattaki kudret akışlarını hayran hayran seyreden ne güzel bir kuldu.
İncelik, zerafet ve rikkati kalbiyesi bu gök kubbede hoş bir sada bırakan ne güzel bir kuldu.
         Evet bu Hak dostları bütün güzellikleri özünde toplamış, özlerindeki güzellikler sözlerine ve fiiliyatlarına yansımış,  Hakka inanmış, gönül vermiş ve inandıkları gibi yaşamış varisi enbiyadırlar ki, her hal ve hareketleri  Nebi-i zişanın yaşantısına ve sünnet-i seniyyelerine uygun olup, o yüce önderi rehber etmiş, kendilerini o modele uydurmaya say etmişlerdir. Kur'an bu zümreyi şöyle tarif ediyor, ''Allah onları sever, onlarda Allah'ı severler.'' Maide Suresi(54)
            ''Bir kimsenin imanı, Allah'ı ve Resulü'nü ehlinden, malından ve bütün mahlukattan fazla sevmedikçe kamil olamaz.'' Hadis-i şerif   Muhabbet o derece galip olacak ki, gönülde dünya muhabbetinden eser kalmayacak.  Allah(cc) dostluğu bütün makamların üstünde bir makamdır. Kulun kemalatının en son noktası, Hak dostluğunun gönlünde hakim ve galip olması ve dostundan başka herşeyden alakasını kesmesidir. Marifet tohumları vücud toprağında hazır beklemektedir. Bunların filizlenmesi için zikre ve fikre devam etmek gerekir. Rabbe ancak kalb-i selim ile ulaşılır. O halde ittika ehli kalbini masivadan korumaya gayret etmeli ve Allah'ın(cc) hiçbir mahlukunu incitmemelidir. Bu husus seyr-ü sülukun birinci merhalesidir. İkinci merhalede kalb, Rabbine muhabbetle dolup taşmalıdır. Güneş ışığında bütün ışıkların hayatiyetini kaybettiği gibi, mümin gönüller de nur-u ilahi ile masivayı yok etmelidir. Üçüncü safhada ise gaye, 'emrolunduğun gibi dosdoğru ol' emr-i ilahisini yaşayabilmektir ki, bu da herşeyde rıza-i ilahiye göre istikametlenmektir. Bir mümin gönül aleminde bu üç sıfata haiz duruma geldiğinde artık Cenab-ı Hakk'ın Darüsselamına yani Cennet-i Alasına hak kazanmış demektir. Böyle kullar Allah'ın(cc) davetine 'Allah kendisinden razı, kendisi de Allah'tan razı olarak' icabet edecek duruma gelmiş bahtiyarlardır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder