3 Ocak 2012 Salı

GAFLETE DÜŞMEDEN CANLI VE ZİNDE KALABİLMEK

Cenab-ı Allah'ın külli iradesinin bitki ve hayvanlardaki bir tür tecellisi olan tabii inkiyaslara mukabil, ademoğluna cüz-i irade verilmiştir. Onun yönelişleri hep iradi olmalıdır. İnsanın dini hayat adına canlı ve zinde kalması, şevk ve heyecanını yitirmemesi, herşeyden önce kendi iradesine bağlıdır.


Yani kulun iradesini kullanarak; 'şu kadar evrâd-ü ezkâr okumalıyım, ilmimi artırmalı, irfana doğru ilerlemeliyim' gibi mülahazalarla dolu dolu olması elzemdir. İnsanın dini vecibelerini şuurluca eda edebilmesi, kendi ısrarına, kendi gayretine bağlıdır. İbadet-i taat tabiatının bir yanı haline gelince, insan biraz rahatlar. Ama yine de dini hayat adına solmama, zinde kalma irade ister. Ciddi niyet ve azim ister. İnsan, hem kendi nefsi adına kurtuluş ve selâmette olmayı temenni ederken, bir diğer taraftan da Allah'ın(cc) kullarına İslam'ın hayat bahşeden mesajlarını anlatma gayreti içinde olmalıdır. 'Ne yapsam da şu insanlara Rabbimi, Hak ve hakikati duyursam!' duygusunda, düşüncesinde olmalıdır. Böylesi bir derdi olmayan müminin pörsüyüp, solması mukadderdir.

 Başlarda da denildiği üzere dini şevk ve heyecanımızın devamı için, evrâd-ü ezkâr(virdler,zikirler) çok önemlidir. ''Ey bizim kerim Rabbimiz! Bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi kaydırma'' şeklindeki Kur'an-ı Kerim'den, Peygamber Efendimiz'den(sav) ve Selef-i Salihin'den öğrendiğimiz duaları devamlı tekrar etme ayaklarımızın kaymaması hususunda önemli bir faktördür. Efendimiz(sav) dualarında 'Ya Rabbi! Beni bir an, bir nefes, bir göz açıp kapayıncaya kadar dahi nefsimle başbaşa bırakma' diyor. Görülen o ki, insan her an kaymaya, sürçmeye, pörsümeye namzet bir varlıktır. Kalbin istikameti için kavli, fiili ve hali ciddi bir gayret içinde olmamız lâzımdır. İnhiraflara, sürçüp düşmelere karşı daima temkin ve teyakkuzda bulunmak gerekir. Nasıl ki, bir göz bir saç telini kaldıramaz, büyük zarar görür, rahatsızlık duyar. İnsanın manevi, dini durumu da benzeridir. Bir lokma, bir kelime, bir dane, bir işaret, bir öpmek insanın mânen batmasına sebep olabilir.

Nasıl, bir damla zehir insanın hayatına mal oluyorsa, nasıl  vücuda giren bir mikrop büyük hasara sebep oluyorsa, dini yönden de küçük görünen bazı söz, fiil ve yanlış itikatlar manevi tahribata sebep olurlar da, insan farkına bile varmaz.

Meşru dairedeki lezzetler keyfe, ihtiyaca kâfi iken ve gayr-ı meşru dairede olan bir zevk içinde binlerce elem bulunuyorken, bu hakikâti görmezden gelmek, kalbi ölüme sürükler. Bazen şahsın kalbinden gelmeyen riyakârca bir kelime kalbi öldürür. Riyakârca ağlama, riyakârca gülme, görsünler düşüncesiyle bir davranışta bulunma kalp ve ruhu felâkete sürükler. Haram bir lokma, o lokmayı yiyenin gönül dünyasını mahveder, adeta bir zehir oluverir. Hatta hakkı olmayan bir yerde namaz kılma veya izinsiz birinin seccadesinde namaz kılma dahi, kalp binasının bir tuğlasını düşürebilir. Pörsümekten, solmaktan korkanların bunlara çok dikkat etmesi gerekir.

Bu kadar dikkatli yaşamayan bir insan şevk ve heyecanını kaybetmişse, İslam adına sadece nefsini levmetmeli veya levmetmekle kalmayıp, sebeplerini araştırmalı, bir an evvel düştüğü yerleri tespit edip, çıkmaya gayret etmelidir. Ne acı gerçek ki, terakki edeceği yerde kişinin tedenni(gerileme) etmesi heyecanını, ciddiyetini kaybetmesi. Şeytan bile Kur'an'ın ifadesiyle şöyle diyor,'Beni ayıplamayın, kendi nefsinizi kınayın.' Yani herşeyi bana atfederek beni suçlayacağınıza, kendi nefsinizi kınayın. Benim istediklerimi size yaptıracak bir gücüm yoktu, ben sizi sadece çağırdım, siz de hemen çağrıma icabet ettiniz, siz kendinizi ayıplayın, diyor. Görülen o ki, şeytanın çağrısına icabet etmemek de sağlam bir iradeyi gerektirir.

Kur'an'da beyan olunan 'Hayır, gerçek şu ki yapageldikleri kötü işler onların kalplerini paslandırmıştır,' ayeti, açık bir beyanla, yapılan kötü işlerin kalpleri paslandıracağını, mazallah kalplerin bu suretle mühürlenme tehlikesiyle karşı karşıya gelebileceğini işaret etmektedir.

Müslüman olmamız hasebiyle belki bizim pek çok mazhariyetimiz vardır. Bu mazhariyet şükür ister. Ne kadar ganimete mazharsak, o ganimet kadar da sorumluluğumuz vardır. İman ganimeti hiçbir şeyle mukayese edilmeyecek derecede büyüktür. Sorumluluğu da o nispette büyük olacaktır. Peşinen verilen bu ganimet korunmadığı takdirde, yüksek bir kuleden dipsiz bir kuyuya düşmek gibidir. Her müminin kendisine has bir konumu vardır. Mümin konumunu koruma ve müslümanca yaşama gayreti içinde olmalıdır.

Cenab-ı Hak 'Bana verdiğiniz sözü tutun ki, Ben de size karşı ahdimi yerine getireyim,' buyuruyor. Cenab-ı Hak bizimle mukaddes bir anlaşma yapmıştır. Ne talihliliktir ki, bizi anlaşmaya, sözleşmeye muhatap kılmıştır. İman o anlaşmada zımni bir imzadır. Allah'la(cc) aramızdaki mukaveleye evet demektir. Yüce Allah(cc) bu muahedeyi asla bozmaz. Sözünde durmama tek yanlıdır. Ve, biz kullara aittir. Biz verdiğimiz sözde  vefalı olduğumuz müddetçe, O(cc) bizi yalnız bırakacak değildir. Biz verdiğimiz sözde durmuyorsak, bu durum matlaşma, pörsüme ve heyecanını kaybetmenin bir nişanıdır.

Sözde durmanın alâmetleri vardır. Nefsine ilişildiğinde heyecanlanan, gazaplanan kimse, din ile alâkalı durumlarda hiç heyecanlanmayan kimse, vaadini unutmuş demektir. Evlâdının kırık not almasına üzüldüğü kadar, namaz kılmayışına üzülmeyen veya çıkarı için rahatça yalan söylemesine heyecanlanmayan kimse manen pörsümüş, matlaşmış ve yaptığı o mukaddes anlaşmayı hafife almış demektir.

Peygamber Efendimiz(sav) 'Cemaatte rahmet, firkatte azap vardır, benim ümmetim dalâlet üzere ittifak etmez ve Allah'ın eli cemaatledir, cemaatle beraberdir' buyurmuştur. Dinimizde toplumla bütünleşme, cemaat halinde yaşama çok önemlidir. Bütünleşme, aynı yönde hareket etme, insanların acısına, elemine, sevincine ortak olma, başkalarının mutluluğu ile mutlu olma, maddi manevi konularda dayanışma, yardımlaşma, dine hizmet adına, Hakkı yaşama ve yaşatma adına beraberce, gönül gönüle, el ele vererek çalışma gibi daha pekçok yönleriyle, cemaatte feyiz, rahmet, bereket olduğu gerçektir. Cenab-ı Hakkın 'Allah'tan korkun, sadıklarla beraber olun,' emr-i ilahisi de bu gerçeğin önemini beyan etmektedir. Bilhassa muhabbetle, kalbî beraberlik; müminlerin zinde kalmasına, aşk, şevk ve heyecanının pörsümemesine sebep olur.

'Rabbin, halkı dürüst hareket eden, hem kendi nefislerini hem de birbirlerini düzeltmeye  çalışan kimseleri haksız yere asla helâk etmez.' Hûd Sûresi(117)

Cemaat, pekçok yönleriyle hayra vesile, Cenab-ı Hakkın rahmet nazarına mazhariyetin yoludur. Hak üzere olan bir cemaate suizan, gıybet, iftira gibi aleyhte bulunmak ise, o topluluğun hepsine karşı muhalefet sayılıp, kul haklarına sebep olur, o topluluk ve o cemaat hakkında gıybet eden insan, hepsinin gıybetini etmiş durumundadır. Bu büyük vebalden kurtulmak için, hepsi ile helalleşmek gerekir. Yoksa ahirette yakasını kurtaramaz. Affedilmeyen bir günahtır, başlı başına kul hakkıdır. Hak olan cemaatlere karşı saygılı olmak, her mümin için kudsi bir görevdir.

Bazen de, bazıları kendilerini masum göstererek gıybet bataklığına dalarlar. Bir fırsatını bulup, boşalmak isterler. Örnek, 'o insanlara acıdığımdan, çok seviyorum, fakat şu huylarını ona yakıştıramıyorum,' gibi kendini, nefsini tezkiyeyle, masumane bir yaklaşımla, ya fertler ya cemaatler hakkında aleyhte suçlamalarda bulunurlar ki, bu tür davranışlar büyük günahtır. Vebali büyüktür ve kul hakkına girdiği için affı da yoktur.
Tasavvufi açıdan bakıldığında heyecanın kayboluşu, sönmesi, isteksizlik, donukluk hallerine düşenlere ve bu duruma 'kabz hali' denir ki, bu durumun asıl sebebi işlenen günah, bilhassa kul hakkıdır. Çünkü kul hakkı olmayan bir günah umulur ki, tövbe istiğfarla affolunur. Kul hakkının olduğu günahta, helalleşme şartı vardır. Onun için kurtulmak zordur. Velhasıl herbir günah, hakka muhalefet, gerilemeye, solmaya, pörsümeye sebeptir. 'Hesaba çekilmeden evvel, kendinizi hesaba çekiniz,' fetvasınca kula düşen, bilhassa heyecanının zaafa uğradığını, kabz haline düştüğünü hissedince, hemen nefsini muhasebe etmeli, bilinen günahı varsa tövbe etmeli, kul hakkını içeriyorsa helaleşmeli, çok çok tövbe istiğfarla Allah'a(cc) iltica edip yakarmalı ki, tekrar güçlensin şevk ve heyecanı iade edilsin. İsteksiz de olsa ibadetine gayretle devam etmeli, evrad-ü ezkara devam ederse biiznillah manen sağlığına kavuşur. Bu irade işidir.
Kullukta heyecanı aşk ve şevki yakalama veya kaybetmeme adına ceht, azim, kararlılık, sabır, çalışma temel taşı denebilir. Bu vasıflara su ve hava kadar ihtiyaç vardır. Kuldan gayret Mevla'dan himmet(yardım) kanun-u ilâhidir. Nasıl insan vücudu gereken gıdayı almazsa gücünü hatta sağlığını yitiriyor, bu durumda hemen müdahale gerekiyor, manevi durumumuzda böyledir. Mânen güç zaafa uğrayınca, gereken müdahale yapılmalı ki tekrar sağlığına kavuşsun. Esas, manevi sağlığı kaybetmemeye çok dikkat etmelidir. Çünkü manevi çöküş, maddi çöküşe benzemez. Evet, maddi çöküşün, pörsümenin bir sonu vardır. Ölümle son bulur. Fakat mazallah, manevi çöküşün sonu yoktur ,ebedi mahrumiyet ve kahr-ı ilâhiyeye düçar olma gibi felaketlere sebebiyet verme söz konusudur.

Nasıl ki kuruyan ağaç yakılır, insanoğlu da manen hayatiyetini kaybederse o da, cehennem yakıtı haline gelir. Cenab-ı Hak buyuruyor, 'yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem.'

İnsanın heyecanını kaybetmesi, gaflete düçar olması kalp hastalığının nişanları sayılır. Herşeyin bir yaratılış sebebi vardır. Örneğin, meyve vermesi gereken ağaç meyve vermezse kesilir, bal vermesi gerken arı bal yapmaz, çalışmazsa kovanı talan edilir. Süt vermesi beklenen koyun, inek,vs süt vermez ve yavrulamazsa onların da hayatlarına son verilir. Benzeri her bir nesnenin var oluş sebebi olduğu şüphesiz. Ya insanın yaratılış sebebi! Kur'an haber veriyor, Cenabı Hak şöyle buyuruyor, 'Ben insanları ve cinleri Bana kulluk etsinler diye yarattım.' İnsanın kulluk mesuliyetini yerine getirebilmesi için ruhen, manen sağlıklı, güçlü olması gerekir. Bu güç, kuvvet, şevk ve heyecanın devamı ve zinde olmanın yollarını tespit edip, o yollarla Hakka kul, Resulullah'a(sav) hakiki ümmet olma yolunda şevkle ilerlemesi elzemdir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder