24 Mayıs 2012 Perşembe

KÖTÜ AHLÂKTA İRADENİN ROLÜ

Ahlâk-ı seyyie denilen kötü ahlâkta iradenin rolü var mıdır?

Nasıl ki güzel ahlâkla ahlâklanmada iradenin rolü çok ciddi ise, aynen kötü ahlâk ve mezmum sıfatlarla sıfatlanmada da iradenin rolü büyüktür. 

Bilindiği üzere ve buraya kadar anlatılanlardan anladığımız kadarıyla, insanın fıtratı hayra da şerre de meyyaldir. İrade ise her iki tarafta da rol almaya müsaittir ve sahibinin hayırda da şerde de muvaffakiyetine ve her iki tarafta da yönlenmesine büyük etkinliği olan bir kuvvettir. 

Bu kuvvet yani irade, göz ve kulak yoluyla hakikatlerden ders almazsa, başıboş kalırsa mazallah dengesiz, istikrarsız ve müspet olmayan kararlar alır ve yanlışların, şerlerin, zararların peşine düşürür kişiyi. Bazen olur irade batıla şerre meyleder, sahibini o yola sürükler; bazen olur irade adeta felç olur, vücutta hakimiyetini kaybeder. 

Bu ve benzeri durumlarda insanın ahlâkı; batılda yer alması, akıl-izan dışı davranışları, hayasızlık, karaktersizlik gibi süfliyatlarla belli olur. Bu durumda olanlar iradenin yanlışı seçmesi veya iradenin zaafiyeti sonucu, nefs-i emmarenin kurbanı olmuş zavallılardır. 

Kur'an; ''O nefsini ilâh edinenleri gördün mü?'' ''Onları dinliyor, aklediyorlar mı sanıyorsun?'' ''Onlar beham(davarlar) gibidirler, hatta daha sapıktırlar,'' diye bu durumda olan, iradesinin hakkına tecavüz eden, behemi his ve arzuları ile yaşam sürenlere işaret etmiş oluyor. 

Kötü ahlâk, mezmun sıfat; irade zaafiyetinden neş'et ettiği gibi, irade zayıflığı da gaflet ve cehaletten, iman zayıflığından meydana geldiği bir gerçektir. Çünkü Kur'an Furkan'dır. Yani eğriyi doğruyu, hakkı batılı, güzeli çirkini ayırt edip bildiren, haber veren demektir. 

Başlarda denildiği üzere insan göz ve kulak yolu ile bu mesajlardan haberdar olacak ve yine aynı zamanda kâinat kitabını mütalaya çalışacaktır. Olaylar ve hadiseler, bunca ibret dolu varlıklar  ve vukuatlardan dersler çıkararak, hakla batılı ayırt etmeye gayret edecek ve o nispette umulur ki insanın iradesi kuvvetlenecektir. 

Güçlü irade hem ne yapması gerektiğini seçme konusunda, hem de yaşama geçirme konusunda güç kaynağı olur. Yine Kur'an'ın ifadesiyle (Sümmün, bükmün, umyun fehüm lâ yerciun) diye,  'görmezler, duymazlar, anlamazlar ve dönmezler' diye ifade edilenler, hep Hak kelâma kulağını kapatanlar, kâinat kitabına gözünü ve gönlünü kapatanlar (yürceun) ifadesi kullanılarak izhar edilmiştir. 

Böylelerinin iradesi de elbette batılda öncü ve destek olacaktır. Bunlar muhtemel bütün kötü vasıfları içine alır ki; kısaca nankörlük, isyan, gazaplı olup gazabını yenememe, kin fesat çıkarma, haset, kibir, riya, sum'a, fahr, ucb, gıybet ehli olma, kin, duyarsızlık, dünya muhabbeti, mal sevgisi, makam, mansıp, şöhret düşkünlüğü, sabırsızlık, şükürsüzlük, hayasızlık, sahtekârlık, hilekârlık, adaletsizlik, buhul, nefisperestlik gibi daha pek çok mezmum sıfatlar ve kötü karakterler, zemmedilmiş, yerilmiş ahlâklar hepsi iradenin yanlış seçiminden veyahut iradenin felç oluşundan ileri gelmektedir. 

Elbette hemen hemen her şeyin bir varoluş gayesi var, bir de o şeyin hayatiyetinin devamına, güç ve kuvvetlenmesine vesile olan enerjiye ihtiyaçları vardır. Nasıl ki şu bedenin hayatiyetinin devamı için baştan hava, su, güneş, gıda vs ihtiyacı varsa, aynen öyle de insanın ruhunun ve ruh dünyasının ve ruh dünyasına ait malzemelerinde hayatiyetinin devamı, güçlenmesi için de enerjiye, gıdaya ihtiyacı olduğu kesindir. İşte her hususta olduğu gibi konumuz olan iradenin de güçlenmesi, varlığını idame etmesi için enerjiye muhtaçtır ki, bu enerji vahiydir. 

Kur'an ''Gören göz, işiten kulak, anlayacak da akıl verdik ve size yollarımızı gösterdik,'' diyerek önce mesajları algılayacak cihazlara işaret ediyor. İşte bu cihazların hakkına riayet, vahye açıp bol bol mesajlar algılayabilmekle irade güçlenir ve beden ülkesini yönlendirmede isabetli seçimler yapar, kararlar alır, süfliyatları ve seyyiatları da bertaraf etmede ciddiyetini takınır. 

Umulur ki; böylece vahyin nuru, Resulullah'ın(sav) sünnet-i seniyyeleri ve sergilediği güzel ahlâkın nurlarıyla bütün seyyiatı, kötü çirkin sıfatları ve ahlâk-ı seyyieyi tespit ederek, bunları def etmeye ciddi karar alır ve gayret eder. 

Bu cüz-i iradenin destekçisi Rabbül Âlemin'dir. Külli irade tecelli eder. Böylelikle umulur ki insan süfliyattan, ulviyata doğru yön değiştirir. İnşallah bu tür bir gayret Rabbül Âlemin indinde de muteber olup, hafif bir rüzgarla ağaçtaki çürük meyvelerin döküldüğü gibi müminde olan bütün kötü mezmum vasıf ve ahlâk anlayışı, bütün kötü tabiatlar dökülür, sağlamları kalır. 

Böylelikle o sağlamlar daha bir sağlıklı, kuvvetli olma yeteneğine sahip kılınmış, kemâle ermesi terakki etmesi için ciddi manilerden kurtulmuş olur. İnsanın iradesi böyle yön değiştirmiş, vahyin ışığı ile yolunu bulmuş ve gıdasını alarak kendi iktidarınca güçlenmiş olur. 

Hatta sahibine hem bir rehber, hem âdeta hükümdar konumunda vazifesini sürdürür denebilir. Bir de bakarsın ki, kibrin yerini tevâzu, riyanın yerini ihlâs, nankörlüğün yerini şükür, cehlin yerini ilim, gazabın yerini hilm, kin ve husûmetin yerini af ve müsamaha, buhlun yerini  seha, sahtekârlığın yerini adalet, hasedin yerini Hak Tealâ'nın taksimine yani kadere rıza ve gönül zenginliği, zulmün yerini iyilik yapma, dünya muhabbetinin yerini Hak Tealâ'nın muhabbeti alır ki, her bir cürmün, seyyiatın karşısında bir veya birçok hasene vardır ve bunlar güzel ahlâk, güzel vasıflar olarak zikredilmiştir. 

İşte bu güzel ahlâka kavuşmanın yolu, her bir kötü ahlâkı, mezmun sıfatı terk etmekle ele geçecektir. Bu hususta iradenin rolü elbette büyüktür. Bu hususta Kur'an; irade dışı şeylerden mesul olunmadığını, insanın mesul olduğu şeylerin iradesi ile yaptığı şeyler olduğunu haber veriyor. 

Örneğin; irade dışı kalbine duhul eden şeylerden işlemedikçe sorumlu olmadığını ve oruçlunun unutarak irade dışı yiyip içmesinin orucuna zarar vermeyeceğini, bunun aksine bir oruçlu iradesiyle cüz'i de olsa bir şey yiyip içse, orucunun geçersiz olduğu hatta kefaret gerektiği bildirilir. Bu örnekler iradenin sorumluluğuna açıklık getirir. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder