15 Mayıs 2012 Salı

İRADE-İ CÜZ'İYYE

İrade-i ilahiye; Allah'ın(cc) emri ve isteği, irade-i külliye; külli irade, Allah'ın(cc) herşeye şamil emri ve dileğidir. Lügat manası ile böyle tarif edilmiştir. 

İrade-i cüz'iyye yani insana verilen cüz'i irade ise, lügat manasıyla şöyle tarif edilmiştir; arzu, dilemek, emir, ferman. Birşeyi yapmak veya yapmamak için iktidar, güç iki şeyden birini tercih etme yeteneği de denir. Cenab-ı Hak irade sıfatı ile kendi hikmeti ile birer veche tahsis buyurur ve O'nun(cc) irade buyurduğu mutlak olur. 

Adetullah üzerine irade-i külliye-i ilahiye, abdin irade-i cüz'iyesine bakar. Yani kulun bir fiile taallukundan sonra o taalluk eder. Öyle ise cebir yoktur. İnsanın muamelatına dair hususlarda cebir yoktur. 

İrade-i cüz'iyye Allah(cc) tarafından insanın kendi salahiyetine bıraktığı istek, arzu ve insanın herhangi bir tarafa meyletme kuvveti ve isteğidir. Buraya kadar verilen bilgi lügat anlamıdır. 

Külli irade Allah'a(cc) aittir. Bu sebeple kul için mutlak hürriyet imkansızdır. Doğmak, ölmek, ömür süresi, cinsiyet, milliyet, kabiliyet gibi insanın müdahale edemediği hususlar, kader-i mutlak muhtevasına dahildir. İnsanoğlu zarureten tabi olduğu bu fiillerden mes'ul değildir. 

Cenâb-ı Hak kuluna verdiği imkânlar nispetinde mes'ul kılar. Bundan dolayı insanın iradesi dışında meydana gelen fiillerde ne mükâfat, ne  de mücazat vardır. Nitekim oruçlu bir kimsenin iradesi dışında unutarak yiyip, içmesi orucu bozmaz ve bu sebeple herhangi bir ceza tahakkuk etmez. 

Allah-ü Tealâ imtihana tabi ve mes'ul bir varlık olması sebebiyle insan nefsine fısk ve takva esaslarını koymuş. İradesini her iki tarafta da serbest kullanabilmesi hususunda kendisine tercih hakkı tanımıştır. 

Cenâb-ı Hak ayet-i kerimede ''Allah her şahsı ancak gücünün yettiği ölçüde mükellef kılar,'' Bakara Sûresi(286) buyurduğu vechiyle insanoğluna takâtinden fazlasını yüklememiştir. Lâkin her insanı takâti kadarından mes'ul kılmıştır. Takâti olduğu halde icabını yerine getirmeyip, suçu kadere yüklemek kişinin gaflet ve cehaletinin eseridir. 

Cenâb-ı Hakkın her oluşta iradesi bulunmakla beraber, rızası sadece hayırdadır. Örneğin, bir hocanın gaye ve arzusu talebesinin başarılı olup, sınıf geçmesidir. Talebe çalışmaz ise hocanın yapacağı birşey yoktur. Bu durumda olan bir talebe elbette mahrum olacak ve zayıf alacaktır. Bir doktorun vazifesi ve arzusu hastasını sağlığına kavuşturmaktır. Fakat hasta verilen reçeteyi tatbik etmezse, gelişen menfi neticeden kendisi mes'ul olur. Doktora herhangi bir cürüm isnat etmesi ahmaklıktır ve böyle birşey düşünmek dahi bir nevi cinnettir.

İnsanın dünyaya geliş hikmeti Kur'an-ı Kerim'de bildirildiği üzere imtihan olmak ki, murad-ı ilahi öyle tahakkuk etmiştir. Bir kimsenin kötü bir yola düşüp de 'ne yapayım kaderim böyleymiş,' demesi ancak gafletinin muktezasıdır. 

Namaz kılmak isteyen bir kimseye Cenâb-ı Hak kılma sebeplerini ihsan eder. Kılmak istemeyenlere de mani sebepler vererek, kıldırmama tecellisinde bulunur. Dolayısıyla kadere bühtân ederek, kendisini mâruz göstermek istemesi hak ve hakikate karşı işlenen bir haksızlıktır. 

Ayet-i kerimede Cenâb-ı Hak şöyle buyurur; ''Şüphe yok ki Allah zerre kadar haksızlık yapmaz.'' 

İnsan sûresi(2-3)'de Allah-ü Tealâ buyurur; ''Biz insanı karışık bir nutfeden yarattık. Onu imtihan ederiz, bu yüzden onu işitir ve görür kıldık. Şüphesiz ona yolu gösterdik, buna kimi şükreder kimide nankörlük eder.'' 

Bu ayetler ve pekçok benzeri ayetler insanın dünyaya geliş, yaratılış hikmetini açıklamıştır. İnsan hayır ve şer yapabilecek cihazlarla donatılmıştır. Fıtratı her iki durumu tatbik edebilecek istidatla yaratılmıştır ve karşısına da menfi ve müspet şeyler çıkarılmış, yani insanın iç dünyası, kalbi sırrı, harifi ve ahvası, taleple arzuları vs menfi ve müspet hislerle donatılmıştır.

Cüz'i irade bütün bu durumlarla irtibatlıdır. İnsana düşen iç dünyasını ıslah etmesidir. Bu hususta irade-i cüz'iyyenin rolü ve mes'uliyeti çok ciddidir. İnsan nasıl ki midesinin hakkını hiç ihmal etmiyorsa, bir imtihan vesilesi olan, pek çok mesuliyet altında olan iradenin hakkına riayet en elzemdir. 

Ayette 'sizi imtihan ederiz, bu yüzden onu işitir ve görür kıldık' diyor. İnsanın işitir ve görür olması ayrı bir sorumluluk taşımaktadır ki, göz ve kulak yolu ile elde edilen bilgiler iradeyi besleyen en etkili iksirdir. İrade-i cüziyye denilen şey, insana bahşedilmiş bu kuvvet Hak Tealâ'nın bir lütf-u keremidir. Yeter ki her hususta olduğu gibi bu hususta da insan uyanık olsun, mes'uliyetini bilsin, en güzel şekilde değerlendirsin. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder