1 Mart 2012 Perşembe

İLİM-TEBLİĞ MÜNASEBETİ

Emr-i bil maruf, nehy-i anil münker yapacak insanların ilimle mücehhez olmaları esastır. Zira ilim ile tebliğ aynı hakikatin iki yüzü gibidir. Onun için tebliğ insanı müntesibi olduğu dini, o dinin ihtiva ettiği gerçekleri başkalarına anlatmadan önce kendisini, tebliğ edeceği din adına iyice yetiştirmek zorundadır.

Aksi halde hem de din uğruna birçok falsolar, yanlışlıklar yaşanabilir ve muhatabı olan kimseleri kendinden de dinden de ürkütüp, kaçırabilir. Mazallah böyle bir sonuç bir bakıma hem kendisinin hem de başkalarının dünyevi ve uhrevi hukukuna tecavüzdür. 

İlim nedir? İlim; nefsini bilme adesesiyle, Rabbini bilme keyfiyetidir. İnsanın kendini rasat ederek Rabbini görmesi, duygularında keşfettikleriyle 'sıfat' ve 'esma'yı müşahede etmesi ve böylece Rabbini anlamaya, bilmeye çalışması ki, işte gerçek ilim budur. Haşir Sûre-i Celilesinde Allah(cc) buyurur; ''Onlar gibi olmayın ki onlar Allah'ı unuttu, Allah da onlara kendilerini unutturdu.'' 

İlmin bir gayesi vardır. O da marifet-i ilahiyi ve muhabbet-i ilahiyi netice vermesidir. Gönülde Allah(cc) sevgisini tutuşturmayan ve cennet nimetlerinin teminatçısı olan ruhani zevki alevlendirmeyen bir ilim, gayesine ulaşmış sayılmaz. Oysa ki, gayesine ulaşmış bir ilim letaifimizin hayat kaynağı ve duygularımızın da can damarıdır. 

Onsuz olmak, onsuz kalmak manevi bir ölümdür. Zaten Kur'an ve hadislerin tebcil ettiği ve teşvikte bulunduğu ilim de başka değil, bu ilimdir. Peygamber Efendimiz(sav) buyurur; ''Alimin abide üstünlüğü, Benim sizden makamca en aşağıda olanınıza karşı üstünlüğüm gibidir.'' 

Rabbimiz, Bakara Sûresi(146)'da ''Onlardan bir grup vardır ki, bildikleri halde hakkı gizlerler,'' diye buyurmaktadır. Evet, biliyorlar fakat yapmıyorlar. Adeta fezadaki kara delikler gibi etrafa hiçbir ışık sızdırmıyorlar veya hiç kimse onlardaki ışığın potansiyelinden istifade edemiyor. Daha doğrusu güneş gibi olamıyorlar. 

Bu hususta Efendimiz(sav) buyuruyor; ''Kim ilim öğrenir, sonra da onu gizlerse ahirette onun ağzına ateşten gem vurulur.'' Bu kutlu sözün de manası açıktır. Kim ilimden birşey öğrenir ve sonra onu etrafa neşretmezse, yani dolduktan sonra boşalmazsa, söz ve davranışları ile güzel örnek olmaz, halkı aydınlatmazsa, onun cezası ahirette ağzına ateşten gem vurulmasıdır. 

İlim ve tebliğ aynı hakikatin iki ayrı yüzüdür. Amel ise her ikisinin de vazgeçilmez şartı. Bu üçünü birbirinden tefrik edip, ayırmak mümkün değildir. Bildiği ile amel etme; bildiği şeylere, bilgiye saygının ifadesidir. Rabbini bilen bir insanın O'na(cc) kulluk yapmaması bir saygısızlık, bir körlük ve sağırlıktır. 

Böylelerine Kur'an 'summun, bukmun, umyun' diyerek işaret buyuruyor. Gördükleri halde görmeyen, duydukları halde duymayan anlamına gelen ayette Hakkı görmezden, duymazdan gelen fasıklara işaret edilmiştir. Hele hele imana hizmet vazifesini yüklenen kimselerin kullukta gösterdikleri aksaklıklar, İslam'a dış cephenin vereceği zarardan daha korkunçtur. İster batılıların, ister irşada muhtaç kimselerin bu insanlardaki eksik ve kusurlar karşısında takındıkları tavrın ne olacağı herkesçe malumdur.

İlim bir yerde İslam'ı anlamaktır. İslam; imanla, ameli bütünleştiren ilâhi bir sistemdir. Onun bir tarafında inanma, diğer tarafında inandığını yapıp aksiyon haline getirme vardır. 

Başkalarına ait amel ve ibadetleri anlatma bir bakıma güzeldir. Fakat anlatmakla veya dinlemekle iktifa etme, tatbik etmeme müslümanın, hassaten bir tebliğcinin başkaları üzerindeki müessiriyetini olumsuz yönde etkileyecektir. İslam, ne yalnız evliya menkıbelerini anlatmak, ne de dinlemekten ibarettir. O, onlara ait anlatılan hayatı bizzat yaşamak ve fiiliyata dökmektir. 

İslam iman ve amel demektir. Onu bu şekilde kabullenmeyenlerin İslami hizmetten bahsetmeleri tesirsiz birer laf-ı güzahtır. Hem kendisinin hem de dinleyenlerin en azından vaktini öldürmekten ibarettir. Tesir icra etmeyen her söz vakti katletmekten öteye geçmez, belki aksi sonuçlar vereceği de muhtemeldir.

Velhasıl tebliğcinin sorumluluğu gayet ciddidir. Onun durumu sıradan bir kulun sorumluluğu gibi değildir. Çünkü diğer insanların ona bakarak hayatlarına bir yön vermesi söz konusudur. Tebliğcinin yaptığı herhangi bir hata ve noksan diğer pekçok kimsenin o hatayı rahatça yapmasına vesile olur. Evet tebliğci her haliyle örnek olacak şahıs demektir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder