5 Mart 2012 Pazartesi

İRŞATTA SAMİMİYET

İrşat insanı ne kadar samimi ise, söz ve davranışlarında o kadar müessir olur. Samimiyet olmazsa, anlatımdaki debdebe ve ihtişam hiçbir netice vermez. Allah(cc) buyurur; ''Sen istediğini hidayete erdiremezsin. Fakat Allah istediğine hidayet verir.'' Kasas Sûresi(56)

Gizli-açık bütün hazinelerin anahtarı O'nun(cc) elindedir, O'nun(cc) nezdindedir. Hidayet ise en büyük bir hazinedir. Öyleyse elbette bu hazinenin anahtarı da O'nun(cc) elindedir. Tebliğ insanına düşen odur ki, bütün samimiyetiyle, ihlasla bu vazifeyi ifa ederken, hak ve hakikati anlatırken, bir yandan da sırtını herşeyin anahtarı ve dizgini yed-i kudretinde olan Rabbine dayanıp, güvenmesi, hidayeti O'ndan(cc) beklemesidir.

Nice konferanslar veren, nutuk çeken, dilleri bülbül gibi şakıyıp, güzel laf edenler vardır ki, nifaklarında ve sözlerinde samimi olmadığından ve söylediklerini yaşamadığından dolayı hiçbir netice elde edilememiştir. Bu durum, bu ulvi vazifede nifak sükût derekelerinin en korkuncu ve iğrenci sayılmıştır. 

Samimi olan bir tebliğci, elli defa Allah'ın(cc) huzurunda baş koymalı ve muhtemel nifaktan hep O'na(cc) sığınmalı ve O'ndan(cc) ihlas ve samimiyet dilemelidir. Evet, hidayet Allah'ın(cc) elindedir. İnsana beden gücü veren O(cc) olduğu gibi, kalbe samimiyet bahşeden de O'dur(cc). Öyleyse tebliğ insanı bunlara sahip çıkarak 'ben yaptım, ettim' dememelidir. 

Bu yolda rehberimiz, önderimiz Efendimiz'dir(sav). Allah Resûlü(sav) söylediğinin birkaç mislini yaşayan bir kuldu. Kullukta O'nun(sav) üstüne yoktu. O'na(sav) peygamberlik verilmişti. Bu paye hiçbir paye ile kıyası mümkün olmayan bir kıymete hâizdir. Ancak O(sav) yücelere pervaz edip, kulluğu ile yükselmişti. Yani O'nun(sav) kulluğu adeta nübüvvetin önüne geçmişti. 

Zaten Kur'an'da Rabbimiz O'nun(sav) böyle davranmasını emrediyordu. ''Yakîn gelinceye kadar Rabbine kulluğa devam et, ibadette bulun.'' Hicr Sûresi(99) O(sav) da ömrü boyunca bu emr-i ilahiyeye uydu, bir an olsun kulluktan dur olmadı. Onun içindir ki, O'nun(sav) söylediği her söz vicdanlarda mâkes buldu. O(sav) yaşadığını söylüyordu. 

Pekçok misallerden birisini Hz.Aişe(ra) anlatıyor; ''Birgün Allah Resûlü bana ''Ya Aişe! Müsaade eder misin bu gece Bana Rabbimle beraber olayım?'' dedi. Ben de ''Ey Allah'ın Resûlü! Seninle olmak hoşuma gider, fakat Senin hoşuna giden herşey daha çok hoşuma gider,'' dedim. Bunun üzerine kalktı, abdest aldı ve namaza durdu. O gün sabaha kadar gözyaşı döktü ve namaz kıldı.''

O(sav) bir peygamberdi. Şüphesiz bir nebi, bir hatip ve bir mürşitti. Ve O'nun(sav) en derin yanı da kulluğundaki ulaşılmaz derinlikti. O(sav) hayatının en acılı günlerinde, hastalıklı, ızdıraplı son günlerinde bile, önceden başlayıp o güne kadar devam ettirdiği ibadetleri devam ettirmek istiyordu. Halbuki çok zor oturup, kalkabiliyordu. Hayatı boyunca çok ızdırap çekmişti. Zaten O'ndan(sav) başkası O'nun(sav) çektiği ızdıraba bir gün bile dayanamazdı. 

İşte herşeye rağmen O(sav) başlattığı nafile ibadetleri bile terk etmeye yanaşmıyordu. Bu namazlar öyle namazlardı ki, bir rekâti bile saatler alıyordu. Ayağa kalkmaya dermanı olmadığı için oturarak kılıyor ama yine de terk etmiyordu. Bu hususta bir sahabesine nasihat ediyor ve şöyle diyordu; ''Sakın ola ki, sen falan gibi olma, o daha evvel yapmakta olduğu virdini (yani nafile ibadetini) sonra bıraktı.'' 

Allah'a(cc) yakın olmayı irşat ile en iyi birleştiren Efendimiz'dir(sav). O(sav) irşat vazifesinde ne kadar ciddi, kusursuz, samimi ise Allah'a(cc) kurbiyetinde de o derece derin ve kusursuz idi. Çok defa namaza durduğunda onu öyle eda ederdi ki, arkasındakiler neredeyse namazın hiç bitmeyeceğini sanırlardı. Dua ve niyazda da böyleydi. 

Bir defasında da İbn-i Mesud(ra) O'nun(sav) kıldığı nafile namazlardan birine denk gelmiş, Allah Resûlü'nün(sav) kıldığı namazın bereketinden istifade etmek için, hemen o da namaza durmuş. İbn-i Mesud(ra) bu hadiseyi şöyle anlatıyor; ''Namaza durdum, bütünü iki rekat namazdı. Fakat Allah Resûlü okudukça okuyordu. Bakara Sûresini bitirdi. Ben artık rükûya varır dedim. Fakat O Âl-i İmran Sûresi'ni okumaya başladı. Onu da bitirdi. Yine rükûya varır sandım. Nisa Sûresini okumaya başladı, onu da bitirdi. Mâide Sûresini okumaya başladı. Onu da bitirdi. İlk rekâtte bu dört sûrenin hepsini okudu. Hatta bir ara namazdan çıkmayı düşündüm. Çünkü dayanılacak gibi değildi,'' diyor. Görülüyor ki, insanlara kulluktan bahseden Efendimiz(sav), evvela bu kulluğu herkesten ileri bir seviyede kendisi yaşıyordu.

Yine bir gece sabaha kadar uyumamış, inleyip durmuştu. Hz.Aişe(ra) sabah olunca; ''Ya Resûlallah! Bu gece rahatsız mıydınız?'' dedi. Onun bu sözüne Efendimiz(sav); ''Odada bir hurma buldum ağzıma attım, sonra onun bir sadaka hurması olabileceği aklıma geldi. Izdırabımın sebebi bu idi,'' demişti. O'nun(sav) bu hassasiyetini anlatan misal, kamil bir mümin ve irşat insanında olması gereken vasıflar açısından çarpıcı bir misaldir.

Allah Resûlü(sav) mütevazi yaşantıyı anlatırken, bizzat bu hususta en güzel örnek olmuştu. Evet, O(sav) her mevzuda ashabıyla beraber olmuş, onların dert ve ızdırapları kendi dert ve ızdırabı olmuştur. İrşat insanına yakışan o ki, o da insanların ferah ve sıkıntı anlarında onların yanında olmalıdır.

O(sav) insanları dünyaya karşı zühde çağırırken, bu mevzuda kendisi herkesten ileri olmaya çalışırdı. Bazen O'nun(sav) evinde aylar geçerdi de ocak yanmaz, duman tütmezdi. Bir defasında Hz.Aişe(ra) yeğeni Abdullah'a şöyle der; ''Ya Abdullah, öyle zaman olurdu ki bir hilal doğar, batar. Yine bir hilal doğar, batardı. Yani üç ayda Peygamber hanesinde ne bir ocak yanar, ne duman tüterdi.'' Abdullah'ın(ra) ''ne yer, ne içerdiniz?'' demesi üzerine, ''hurma yer, su içerdik,'' demişti.

Bir defasında Allah Resûlü(sav) bir hasır üzerine yatmış, hasırın izi veclerine çıkmıştı. Durumu gören Hz.Ömer(ra) ağlayarak, ''Ey Allah'ın Resûlü! Müsaade buyurun da bir şilte yapalım, onun üzerinde istirahat buyurun. Kisranın saraylarında küffar ihtişam içinde yaşarken, Sen 'Âlemlerin Sultanı'sın, Senin bu vaziyette yaşamana gönlümüz razı olmuyor,''demesi üzerine Yüce Nebi(sav) şöyle diyor, ''Ya Ömer, istemez misin dünya onların, ukba bizim olsun. Benim durumum yoluna devam edip giderken, bir ağacın dibine oturup biraz istirahat eden ve yine yoluna devam eden bir yolcunun haline benzer. Değer mi Ya Ömer?'' buyurarak zühdünü ilân etmiştir. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder