7 Mart 2012 Çarşamba

TEBLİĞ VE DUA

Efendimiz'in(sav) bir de dua yönü vardır. O(sav); ''Duanız olmasa ne ehemmiyetiniz var!'' Furkan Sûresi(77) mealindeki ayetle ashabını, dolayısıyla ümmetini ikaz ediyordu.

Her konuda olduğu gibi bu konuda da kalen, fiilen yaşayarak en güzel numûne oluyordu. Yatarken, kalkarken, birşey yiyip içerken, elbisesini giyerken, helaya girip-çıkarken, abdest alırken o kadar çok dua okurdu ki, dünyada bu kadar dua ile bütünleşen bir başka şahıs daha gösterilmesi mümkün değildir.

Allah Resûlü'nün(sav) hayat-ı seniyyelerinde emniyet şeridinin her karesi Cenâb-ı Hak'la irtibatlıdır. Çünkü O'nun(sav) her davranışı ibadet-i taatten, yiyip içmeye, ondan yatıp kalkmaya kadar Allah(cc) ile irtibat içinde geçmiştir. Böyle olduğu içindir ki, bütün söyledikleri ve bütün davranışları sahabe arasında makes bulmuştur. 

''Ey iman edenler! Allah'tan hakkıyla ittika edin ve korkun!'' meâlindeki âyet nâzil olunca, sahabe yemeden içmeden kesildi. Azâmetine uygun olarak Allah'tan(cc) korkma nasıl mümkün olabilirdi ki, ve hemen ayetin devamında ''Siz ancak Müslüman olarak ölün!'' deniyordu. 

Allah'tan(cc) böyle korkulmazsa, Müslüman olarak ölmenin çok zor olacağına dikkat çekiliyordu. Hiç kimse çarşıya pazara çıkmıyor, evlerine kapanıp ibadet ediyorlar, yalnız namaz vakitlerinde camiye gitmek için dışarı çıkıyorlardı. Öyle ki, yemeden içmeden kesilmiş adeta ölecek hale gelmişlerdi. Korkudan tir tir titriyor, ızdırap içinde kıvranıyor, fakat bu hususta Resulullah'a(sav) itaatsizlik olur diye birşey söylemiyorlardı ki, şu ayet-i kerime nâzil oldu; ''Allahtan gücünüz yettiği kadar korkun!'' Bu ayetin nuzûlünden sonra sahabe biraz nefes almış ve rahatlamışlardı. İşte sahabe Allah'tan(cc) gelen vahiy karşısında bu kadar hassastı. Onlarla içiçe yaşıyordu. İşte Resulullah'taki(sav) derûni his, heyecan, hassasiyet ve mesuliyet şuuru sahabesine yansımış, âdeta zâhiri ve bâtıni yönlü akis yoluyla Resulullah'taki(sav) halet-i ruhaniye sahabede tecelli etmiştir.

Şurası katiyen bilinmelidir ki, en küçük teferruatına kadar yaşanmış ve hayata mal olmuş İslâm'ı anlama ve yaşama tarzı sahabe hassasiyeti içinde ele alınmazsa, tebliğ vazifesi hakkıyla yerine getirilmiş sayılmaz. 

Bu konuda diğer bir misal ise şöyledir; Hz.Aişe(ra) bir gün ağlıyordu. Allah Resûlü(sav) niçin ağladığını sorunca; ''Cehennemi hatırladım, onun için ağladım'' cevabını verdi. Çünkü O(ra), Allah Resûlü'nü(sav) öyle görmüş, öyle tanımıştı. Evet Allah Resûlü(sav), O'nu(ra) öyle amel-i tebliğle yoğurmuş ve terbiye etmiştir.

Mevzu sadece namazı tebliğ etme hususunda değildir. Onlar namaza gösterdikleri hassasiyeti sâir erkan-ı diniye ve imaniye içinde gösteriyorlardı. Çünkü onlar Resulullah(sav) gibi tebliğ insanları idiler. Öyleyse dini hayat O'nun(sav) gibi ve onlar gibi hassas duyarlı yaşanmalı ki, tebliğde tesirli olabilsin. 

Bu konuya ışık tutan Resulullah(sav) buyurur; ''Miraç gecesi bir cemaate rastladım. Onların dudaklarının ateşten makaslarla kesildiğini gördüm. Onlara kim olduklarını sordum. Bana şu cevabı verdiler; Biz dünyada iken marufu emreder, fakat yapmazdık; münkeri de nehyeder, ama yapardık.'' Tablo ortada. İrşat ediyorum derken, kendini unutan insanların durumu budur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder