3 Nisan 2013 Çarşamba

ZİKİR

Zikir cehrî ve hafî olarak iki ana kaynakta mütalâa edilir.İman konusunda da bu iki şart elzemdir. Yani dil ile ikrar, kalp ile tastik. Kalp ile tastik, dil ile ikrardan öncelik arzeder. 

Bazı özel durumlarda insan diliyle ikrar edemese, fakat kalbiyle tastik etse imanı geçerlidir. Fakat diliyle ikrar ettiği halde, kalbiyle tastik etmese o kişinin imanı geçersizdir. Bunun örnekleri Kur'an-ı Kerim'de çoktur. Bunların münâfıklar olduğu beyân olunmaktadır. Fakat herhangi bir tehlike anında kalpte iman tastik olmak şartıyla, dil ile imanını ikrar eylememesi durumunda o iman geçerlidir. Ammar'ın(ra) başından geçen hâdisede olduğu gibi.

Kalbî zikri de iki ana kaynağa ayırarak mütalâa etmiş büyükler;

1. Birisi zikirlerin en yükseğidir ki, Allah-ü Zül Celâl'in azâmet ve celâlini, ceberût ve melekût âyatlarını tefekkürdür. Yine dünyamızda arz ve semada cereyan eden hadiseleri ibretle temaşa ederek, azâmet-i ilâhi karşısında insanın aczini, fakrını, hiçliğini idrak etmesidir.

Seller, kasırgalar, depremler, yanardağlar, korkunç mahlûklar, aşırı sıcak, aşırı soğuk, vs; diğer açıdan bunca nimetler, lütûflar, kâinat kitabını okuma denilen kâinattaki bunca yaratıklar, hikmetler, maslahatlar ibretle temaşa edilip, kulluğun şuuruna yaklaşabilme ile pek çok türlü kalbî zikir yapılabilir.

Aslında zikir Cenâb-ı Hakkı anma, hatırlamadır ki, bunun da yolları yaratıkların sayısı kadardır dense isabet edilmiş olur sanırım. Çünkü görünen, görünmeyen ve hayale gelen, zerreden kürreye aklımızın, idrâkimizin ulaştığı herşey bize Rabbimizi hatırlatmaktadır ve Rabbimizin şahitleridir.

Gökten inen bir kar, bir yağmur tanesi ve yerden gelen en ufak bir böcek, bir karınca, bir kum zerresi lisân-ı hâliyle Cenâb-ı Hakkı hatırlatıyor. Herşey O'nun(cc) eseri ve şahitleridirler. Bir Hak dostunun dediği gibi, ''Bütün kâinat, cümle mevcudat kudret-i sonsuz yüce sanatkârın sanat eserinden ibarettir''. Mühim olan o kalp gözüyle âleme bakabilme, sanatta sanatkârı, nakışta nakkaşı, nimette Mün'im-i Hakiki'yi görebilme ki, bu tür kalbi zikir zikirlerin en üstünü olarak değerlendirilmiştir.

Aslında buna tefekkür adı verilir. Aynı zamanda da kalbî zikrin bir yönüdür. Güzel niyetler, Allah'ın(cc) rızasını amaçlayan talepler, arzu ve istekler birer kalp zikridir.

Bir de bilindiği üzere tasavvuf eğitiminde bilhassa tatbik edilen zikir konusu vardır ki, dil kıpırdamadan kalp ve diğer letâiflerle zikretme. Bu husus tasavvufun temel kaidelerindendir. Bilindiği üzere kalbin yeri ve kalbin durumu çok önemlidir. İmanın merkezi kalptir.

Bu hususta pek çok ayet ve hadis vardır. ''Allah kalplerde olanı bilir'' ayeti de Cenâb-ı Hakkın kalplere nazar ettiğini beyân etmektedir. Efendimiz(sav) buyurmuştur; ''Ameller ancak niyetlere göre değerlenir. Herkesin ancak niyetine göre amelinin karşılığı verilir.''

Niyet bir kalp amelidir. Velhasıl; imanın, ihlâsın, takvanın, muhabbetin vs merkezi olmakla beraber, zıt olan şeylerin de merkezi olması hasebiyle, kalbin yeri çok büyük önem arzeder. İman da küfür de o merkezden zuhûr eder. Onun içindir ki, tasavvufta kalp tasfiyesi ve nefis tezkiyesi esas alınır. Bunun yollarının başında da zikir gelir.

Kul zikre devam ede ede Cenâb-ı Hakkı sürekli hatırlamada ünsiyet eder. Sürekli kalben Rabbini zikreden, hatırlayan kişinin de umulur ki olumsuz arzu, istek ve kötü vasıfları hayatiyetini kaybeder. Yerini esma-i ilâhiyenin tecellileri alır. Nefis de böylece tezkiye olur.

Zikir kalbî olsun, cehrî olsun veyahut hem kalp hem dilin birleşmesiyle olsun, zâkirin yani zikredenin ciddiyeti, cehdi, gayreti nispetinde kalpte ve muamelâtında tesir icra eder. Değilse gafilâne yapılan zikir netice vermez.

Bu hususta Efendimiz(sav) şöyle buyurur; ''Kalbiyle zikrettiği halde, diliyle isyan edenlere yazıklar olsun!'' ve yine benzeri bir hadislerinde ''Ey diliyle zikrettiği halde ameli(davranışları) ile isyan edenlere de yazıklar olsun!''

İşte bu hadislerden anlaşılan o ki hem zikir ehli zâkirin, hem günah ehli isyankârın her günahı Allah'a(cc) karşı bir isyandır. Böylesi bir durum karşısında yazıklar olsun diyerek, zâkir bir kulun böylesi durumunun ne kadar yanlış bir davranış olduğunu vurguluyor Efendimiz(sav).

Nasıl ki namaz hakkında Kur'an ''Namaz fuhşiyattan ve mehniyattan alıkoyar'' buyurur. O açıdan değerlendirilen zikir konusunun da aynen öyle bir netice vermesi amaçlanır. Kişinin namazı, ilmi, zikri ve diğer ibadet-i taatı onu Allah'a(cc) isyan olacak mehniyat yani men edilen, yasaklanan günahlardan, kötü ahlâktan uzaklaştırmıyorsa asıl maksad tahakkuk etmemiş demektir.

Onun için zâkir, zikrin ciddiyetinde olursa inşallah bereketini, semeresini görür. Bu semere ise muamelâtında, ahlâkında, saygı ve edebinde görülür. İmandan ihsana yükseltir. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder