26 Eylül 2012 Çarşamba

KELİME-İ TEVHİD

Şahadeti sadece lafızlardan ibaret zannedip, onun derûnunda bulunan esas manâdan bîhaber olmak büyük bir gaflettir. Onun hakikatinin büyüklüğünü hisseden kâmil gönüller ömürlerini hissettikleri yüceliğe lâyık olma yolunda îfa ederler. Bir an dâhi Hak'tan gafil olmama gayreti içerisinde nûra bürünürler. Fakat yine de mahviyet, hiçlik ikliminden sıyrılmayıp daima terakki halinde olurlar.


Böyle zirvelerde makam ve mekân edinen has kulların ilk safında bulunanlardan Muhammed Esad Erbili Hazretleri'nin şu ifadesi derin manâlar ifâde  eder; ''Halâ imanın aslını ikmâle çalışıyorum. Kelime-i tevhidi doğru dürüst söylemeye çalışıyorum. Çünkü Cenâb-ı Allah'ın dışında bir matlub, sûfi lisanıyla bir put kalpte mevcut bulundukça Lâ İlâhe İllallah demek zordur. Manen kabule şayan ve vuslata vesile olacağı da şüphelidir.'' 

Efendimiz(sav) bir hadislerinde; ''Dili ile Allah'ı zikrederken fiiliyatı ile isyan edenlere yazıklar olsun!'' buyurmuştur. Bu itibarla gerçek manâda kelime-i tevhidi telâffuz için onun esrarına vâkıf olmak ve mucibince amel eylemek zarureti vardır. Gafilâne terennüm edilen kelime-i tevhid faydadan uzak değilse de, kulu asıl olan maksada nâil eylemez. Ancak uyanık, diri bir gönülle getirilen şahadetler, gönlü idrâklerin ötesinde yüce ve ebedi mükâfatlara müyesser kılar.

Bir gün Resûlullah(sav) hutbe irad eylediler ve ''Bir kimse lâ ilâhe illallah'ı içten ve samimi olarak söyler de içine karmakarışık bir şeyler katmazsa, cennet ona vâcip olur,'' buyurdular. Hz.Ali(ra) sordu; ''Ya Resûlullah içine karmakarışık şeyler katmak ne demektir?'' Allah Resûlü(sav) buyurdu; ''Dünya sevgisidir. Onun peşine takılıp gitmektir.'' Yine buyurdu; ''Hiçbir kul yoktur ki, samimi olarak lâ ilâhe illallah desin de gök kapıları ona açılmasın. Büyük günahlardan sakındığı müddetçe onun zikrettiği bu kelime-i tevhid arşa ulaşır.''

Bunun için günahlardan sakınma zarûreti vardır. Günahlardan sakınılmadan mâsiyet içerisinde bir kalple yapılan zikir, kelime-i tevhid ruhsuz kalıp misalidir. 

Efendimiz(sav) buyurur; ''Kul bir günah işlerse, kalbinde siyah bir leke oluşur. Eğer samimi tövbe ederse o siyah leke kaybolur. Aksi halde oraya iyice yerleşir. Sonra bir başka günah işleyince yine bir başka leke belirir. Sonunda kalp kapkara bir hale gelir. Böyle kimselerin kalplerine hak söz kelime-i tevhid tesir etmez.'' 

O halde insanın kalbini mahveden şu dört şeyden kaçınmak lâzımdır. Bunlar; ahmaklarla münakaşa etmek, günahların çok olması, namahremlerle kadın erkek bir arada bulunup onlarla senli benli olmak, kalben ölü kimselerle beraber olmak. 

Şeytanın en büyük arzusu kalbe musallat olmaktır. Eğer kalp zikirle meşgulse şeytan ona yaklaşamaz. Ancak bunun aksi zikirden uzaklaşırsa, şeytan ona kolaylıkla musallat olur. Bu itibarla ayet-i kerimede buyurulur; ''İman edenlerin Allah'ı zikretme ve O'ndan inen Kur'an sebebiyle kalplerinin (yumuşama) ürperme zamanı daha gelmedi mi?'' Hadid Sûresi(16) 

Zikirden uzak, nefsine mağlup olmuş bir insan çamura batmış mücevher gibidir. Nefis mücadelesi kulun kendisini bu toz, toprak kabili menfiliklerden arındırarak, özündeki cevheri ortaya çıkarmasıdır. Bu tezkiyeye nâil olan kalpler ilâhi nazarlara mâkes olurlar. Allah-ü Tealâ buyurur; ''Nefsini tezkiye eden kurtuluşa erer.'' Şüphesiz ki bu tezkiye de kelime-i tevhid ile başlar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder