22 Eylül 2012 Cumartesi

EF'ÂL-İ İZTIRARİYYE

Ef'âl-i iztırariyye(zarûri fiiller); Bunlar kendi arzu ve isteğimiz dışında cereyan eden, gerçekleşen fiillerdir ki tamamen kader ve kazanın tecellisinden ibarettir. Bunun aksine hareket asla mümkün değildir. 

Doğmak, ölmek, dirilmek, uyumak, uyanmak, acıkmak, cesedi yapımız, ömür süremiz ve benzeri durumlar hep kaderin bu kısmına dahildir. Bunlara kader-i mutlak denir. İnsanoğlu zarûretten tâbi olduğu bu fiillerden mesul değildir. 

Zira Allah(cc) buyurur; ''Allah'ın emri, mutlaka yerine gelecek yazılmış bir kaderdir.'' Ahzab Sûresi(38) 

Ancak kader denilince meydana gelen afet, vs anlaşılmamalıdır. Kader bir manada kâinattaki dengeyi ifade eder. Allah-ü Tealâ buyurur; ''Biz her şeyi bir kadere göre yarattık.'' Onun için kaderin hükmünü tenkit bir cehâlettir. Zira onun hükmü yerli yerincedir. 

Mesela içinde yaşadığımız dünyamızı aydınlatan güneş hakkında, onun keyfine göre davranıp da dünyadan uzaklaşacağı ya da yakınlaşacağı hakkında mümin yada kafirin bir tedirginliği yoktur. Herkes inanır ki, güneş bir an dahi şaşmayan belirli bir nizam içinde her gün doğar ve batar. 

Bunun gibi müspet, menfi meydana gelen her hadisenin de hikmeti bilindiği takdirde bilâistisna söylenecek yegâne söz, daima bu ilâhi programı tasdik olacaktır. 

Diğer taraftan malûmdur ki, kader ve kaza bir meçhuldür. Bu da hakikâtte fâni bir varlık olan insan için bir lütuftur. Zira bir kimse başına gelecek menfi, müspet herşeyi bilse, artık o yaşayamaz bir hale gelir. Yemeden, içmeden, çalışmadan, vs her şeyden el çeker.

Şerrin de Allahtan olması meselesine gelince, hiçbir şer O'nun(cc) muradı ile değildir. Ancak imtihan icabı olarak O(cc) şerre de izin ve müsaade vermiştir. Üstelik şerrin zuhûruna Cenâb-ı Hakkın izin ve müsaade gibi tabiri caizse bir vize koyması, O'nun(cc) kullarına olan engin merhametindendir.

Zira bu vize şerre izin vermemekte ve farkında olsakta olmasakta bizi maddi ve manevi nice felâketlerden muhafaza etmektedir. Çünkü insanoğlu bilerek veya bilmeyerek hayra olduğu kadar şerre de taliptir. Bu gerçeği Hak Tealâ Kur'an-ı Kerim'de şöyle beyan eder; ''İnsan hayrı istediği kadar şerri de ister. İnsan pek acelecidir.'' İsra Sûresi(11)

''Eğer Allah insanlara, hayrı çarçabuk istedikleri gibi şerri de acele verseydi, elbette onların ecelleri bitirilmiş olurdu.'' Yunus Sûresi(11)

İnsanoğlu kendini ne denli murakabe ederse, bu ayetin izahına o derece vâkıf olur. Mesela bir yalancı, sahtekâr muhatabını inandırmak için (iki gözüm kör olsun ki doğru söylüyorum) derken, gözleri kör olmamakta ve kendine verilen imtihan mühleti yine normal şartlarda devam etmektedir.

Yine pek çok kimse çoğu zaman; şöyle yaparsam ellerim kırılsın, şunu işlersem kafam kopsun veya ölümü gör, bir daha oraya gidersem ayağım kırılsın gibi o an için samimi bir niyetle gayet ciddi hüküm içeren ifadeler sarf ederler. Böyle olmasına rağmen ne gözleri kör olmuş, ne elleri kırılmış, ne de ölmüşlerdir. Buna benzer nice misaller vardır. İşte Cenâb-ı Hak bu durumlarda merhameti muktezası beşer taleplerine adeta vize koymakta, onları gerçekleştirmemektedir. Yukarıdaki ayet-i kerime bu nükteyi ifade eder.

''Ey Resûlüm! Deki; Allah'ın bizim için yazdığından başkası bize asla erişmez. O bizim Mevlâmızdır. O halde müminler yalnız Allah'a tevekkül etsinler.'' Tevbe Sûresi(51)

''Eğer Allah sana bir zarar dokundurursa, onu yine O'ndan başka giderecek yoktur. Eğer sana bir hayır dilerse, O'nun keremini geri çevirecek de yoktur. O hayrını kullarından dilediğine eriştirir ve O bağışlayandır, esirgeyendir.'' Yunus Sûresi(107)

Hasılı, kalbin safası kadere rızada gizlenmiştir. Bunun aksi hiçbir hareket fayda vermez.

Hz.Mevlâna(ks) bu hususta şöyle buyurur; ''Sen Allah'ın verdiklerine razı olmadıkça rahat etmek ve kurtulmak ümidiyle nereye kaçarsan kaç orada karşına bir afet çıkar, gelecek olan bela gelir ve yine sana isabet eder. Bilesin ki bu fani cihanın hiçbir köşesi tuzaksız değildir. Hakkı gönlünde bularak ve O'na sığınarak O'nun manevi huzurunda yaşamadıkça huzur ve rahat bulamazsın. Bak bu fani âlemde en emin yerlerde yaşayanlar da, en güçlü zannedilenler de nihayet ölüm tuzağına düşmüyorlar mı? Sen fani tuzaklardan emin olmaya değil, Hakka sığınmaya bak. O dilerse senin için zehri şifa yapar. Dilerse suyu zehir haline getirir. Velhasıl kaderden kaçamazsın, gel gönlünle teslim ol, tevekkül kıl, kurtul.''

Arif-i billah gönül ehilleri müspet ve menfi her tecelli karşısında şöyle buyurmuşlardır;
Hoştur bana Senden gelen
Ya gonca gül, yahut diken
Ya hil'at-ü yahut kefen
Kahrın da hoş, lütfun da hoş
Celâlinden gelse cefa,
Cemâlinden gelse sefa
Hepsi de gönle sefa
Senden gelen herşey hoş, hoş...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder