18 Nisan 2012 Çarşamba

HAVF VE RECA

Gelecek adına emellerle dopdolu olma ve arzu edilen şeylerin ümidiyle yaşama manalarına gelen reca, tasavvufi görüşte; gönülden istenen birşeyin tahakkuk etmesi inancıyla meydana geleceğini ümit etme şeklinde tarif edilmiştir.

Bu itibarla; hasenat adına bir iş işleyip, kabulünü ümit etmek, keza masiyetten tövbe edip, hüsn-ü kabul göreceği mülahazasıyla ümitlenmek birer recadır.

Hata, günah ve seyyiatın şahsa yüklenmesi, hasenatın ise Allah'ın(cc) rahmetine atfedilmesi esasına dayanan reca; salikin bir takım yanlışlıkların, kötülüklerin ve yakışıksız şeylerin ağına düşmemesi, iyilik ve güzelliklerle de şımarıp bencilliğe düşmemesi için, istiğfar ve dualarla sürekli Seyr-i Alâllah ufkunda seyahatle şerlerden kaçıp hayırlara sığınması, inabe ve tazarru ile devamlı Seyr-i Maallah ikliminde Hak kapısının tokmağına dokunmasından ibaret sayılmıştır.

İnsan böyle bir denge kurabildiği takdirde ne havfta inkıta ve ye's, ne de recada gevşeklik ve şatahat olur.
Günahlardan kaçınıp Allah'tan(cc) inayet beklemek, yarışırcasına hayrat ve hasenat yolunda koşup, sonra da Allah(cc) rahmetinin enginliği mülahazası ile Hak kapısına yönelmek, sadık bir reca ve sadıkların recasıdır.

Aksine amelsiz hasenat beklemek veya ömrünü günah vadilerinde geçirdiği halde kendi hesapları ile cennetlerden dem vurmak, haşa Allah'ı(cc) icbar ediyor gibi böyle bir tavır ve düşünce, Allah'a(cc) karşı bir saygısızlıktır. 

Reca bir temenni değildir. Temenni, kuru kuruya vukuu mümkün olmayacak hayali tasavvurlardır. Örneğin; mektep, medrese görmemiş bir cahilin alim olma veyahut bir makam sahibi olma gibi veya kısa boylu olanın uzun olma, esmer tenlinin beyaz tenli olma gibi. 

Reca; matluba ulaştıracak bütün vesileleri değerlendirip, rahmeti ihtizaza getirme yolunda peygamberane bir basiret ve şuurla bütün iltica kapılarını zorlamanın adıdır. Bir hadis-i kutside 'ilâhi rahmetin her zaman gazabın önünde olduğunun ve rahmetin herşeyi aştığının ifade edilmesi' insanda reca hislerini coşturmaktadır.

Reca; Kerim ve Vedud'un cömertliği etrafında pervaz ederek, O'na(cc) sığınma yollarını araştırmaktır. Bu şuura ermiş bir salik hiç tükenmeyen bir hazine bulmuştur ve cömert, kerim olan Rabbinin ikramlarına nailiyat yollarını araştırır. Vesileler arar ve her vesileyi değerlendirir.

Ve yine Rabbini el-Vedud olarak tanıyan bir salik, sevilme yollarını kollar. O Vedud'u seven, sevgiyi yaratan Rabbinin sevdiği, değer verdiği şeyleri sevip, değer verir ki; böylece sevgisine, rızasına, hoşnutluğuna erme konusunda reca içerisinde olur.

Bazı mahrumiyetlere uğramış, pekçok şeyi kaybetmiş, çeşitli musibetler ve ibtidalarla sarılmış, bu durumda adeta yıkıldığı hengâmda veyahutta hayra muvaffak olamamanın, şerden kurtulamamanın ızdırap ve inkisarını vicdanında duyduğu yani tutunduğu sebeplerin bir nevi sükût ettiği, her yolun Müsebbib'ül Esbab'a döndüğü esnada reca bir berk olur, onun yollarını aydınlatır ve onu ulaşması insan gücünü aşan ulaşılmazlara ulaştırır ve adeta der; ''Allah'ın rahmetinden ümidini kesen ancak kafirlerdir,'' işte bu ayet-i celile ile recası kuvvet bulur.

Bir Hak dostu bu hususta şöyle der; 

Kalbim kasvet bağlayıp, yollarda sarpasarınca 
Ümidimi affına merdiven yaptım,
Günahlarım gözümde büyüdükçe büyüdü,
Ama onu alıp affının yanına koyunca,
Affını tasavvurlar üstü büyük buldum.
Hasılı; reca, saliki sürekli Allah'ın(cc) rahmet, merhamet, af ve gufranına, kerem ve ihsanına nailiyata götüren bir kamçıdır. Hayırlara kavuşma ümidiyle vesileleri değerlendirir ve Rabbi Rahim'in merhameti  ve rahmetinden ümitvar olur.

Havf ve reca Allah'ın(cc) kullarına verdiği en büyük bir ihsan-ı ilâhidir. Bu iki his ve duygu insanda ne nispette kuvvet bulursa, o şahıs o nispette hayra yakın, şerre uzak olur. Evet, reca hissi insana pekçok yönlü hayırlar işlemeye vesile olduğu gibi, en acılı sıkıntılı anlarında dahi bir kurtuluş simidi gibi hiçbir beşerin veremeyeceği şeyi sunar.

İman, tevekkül derecesine göre insanın reca hisleri kuvvetlidir. Hep gelecekten güzel şeyler ümit eder. Üzücü olayların altında pekçok hayırlar yattığı ümidiyle değerlendirir. Hadiseleri bu idrak ve anlayışla değerlendirmesi kendisi için pekçok hayırlara vesile olur.

Recasını yitiren mazallah iflah etmez. Hem dünyası hem ukbası perişan olmuş demektir. Bu hususla ilgili pekçok ayet-i kerime ve hadis vardır ki,  müminde ümit hislerini kuvvetlendirir ve Rabbi Rahimine karşı hüsnüzan sahibi kılar.

'Ey ömrünü israf etmiş kullarım! Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin' 'Tövbe eder, halinizi ıslah ederseniz Allah Gafûrdur, Rahimdir' gibi.

Bir diğer yönden meseleye baktığımızda, 'Zerre kadar da olsa yapılan bir iyiliğin karşılığı verilecektir,' 'Yaptığınız güzel işlere karşılık cennetlere varis olacaksınız,' gibi benzeri pekçok ayetler recaya ışık tutuyor. Evet sebeplere tevessül ettikten sonra ümit reca yerinde bir ameldir.

Son olarak diyebiliriz ki, havf-u reca insan gönlünde Allah'ın(cc) en büyük armağanıdır. Bundan daha büyük bir armağan varsa o da, bu iki duygu arasında muvazeneye riayet ederek, onları Allah'a(cc) ulaşmakta, Allah(cc) rızasına nailiyatta, korktuklarından emin, arzu edip umduklarına nailiyatta birer kanat gibi kullanmaktır.

Evet; hakiki mümin için, bir Hak yolcusu salih için havf duygusu sahibini; günaha götürücü çirkinliklerden haramlardan nefsin hevasından korur. Reca ise; salihin hayırlarda koşmasını, zamanını en güzel şekilde değerlendirmesini sağlar.

Gam ve kederli anlarında dahi Rabb-i Rahim'in engin rahmeti ve hikmetini düşünür, teselli olur ve Rabbinin ''Sizin şer zannettiğiniz şeyler aslında sizin için hayırdır'' ferman-ı sübhaniyesi ile reca duygularını gelecekteki güzelliklere, hayırlara hasreder. Ondandır ki, havf ve reca adeta iki kanat misali salikin terakki edip, insan-ı kâmil ufkuna ulaşmasını sağlayan faktörlerdendir. 

Şurası unutulmamalı; sebeplere tevessül etmeden kuru kuruya bir reca ve havf düşüncesi, tarlaya tohum ekmeden mahsul beklemeye benzer. Böylesi bir anlayış ise bir aldanıştır, bir ahmaklıktır. Dileriz Mevlâ'dan ferasetimizi güçlendirsin. Amin.

Denebilir ki; insan hayatı, havf ve reca yani, korku ve ümitlerin çalkantısı içinde seyreder. Bir mümin gönlünde, havf ve recanın karşılıklı bir ahenk ve denge içinde yaşayabilmesi zaruridir. Zira korkunun ifratından yani; aşırı korkudan, yeis tefritinden yani; aşırı korkusuzluktan da emniyet ve teminat hissi hasıl olur. Bu itibarla Allah'ın(cc) azabından emin olmak veya zıddı olan rahmetinden ümitsizliğe düşmek men edilmiştir. Kâmil bir mümin bu ikisini dengeli bir şekilde devam ettiren kimsedir.

Allah(cc) ayet-i kerimede şöyle buyurur; ''O muttaki kimseler geceleri namaz kılmak ve istiğfar etmek için yanlarını tatlı yataklarından kaldırırlar. Rablerine azabından korkarak ve rahmetini umarak dua ederler. Kendilerine verdiğimiz rızıklardan da hayır yollarına infak ederler.'' Secde Sûresi(16) 

Bu ayet-i kerime ümit ve korkunun ne demek olduğuna ve bu iki duygunun da insan üzerindeki etkisine işaret eder. Evet bu iki duygu kulu, Rabbin rahmetinden ümitvar olarak kulluğa ve yine azab-ı ilahinin zuhurundan istiğfara götüren en kuvvetli bir güç kaynağıdır. Dileriz Mevlâ hakikâtin sırrına erdirsin. Amin.  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder