5 Mart 2013 Salı

TEVÂZU

''Mümin günahını üzerine  düşmesinden korktuğu büyük bir kaya parçası gibi görür. Münafık da günahı burnuna konan bir sinek gibi algılayandır.'' Hz.Muhammed(sav)

Günaha girme endişesi yaşayan müslüman teyakkuzda olur. Günahtan uzak ve emniyette olduğunu düşünen, nefsine güvenen ise çok çabuk aldanır ve şeytanın maskarası olur. Şeytan bu görüşte olanları çok çabuk kandırır. 

O kişi artık her yaptığının doğru olduğu inancında olur ki, ucb çukuruna düşer, enaniyet öne çıkar. Oysa zavallı, ene duvarını yıkmadan 'hüve'ye yani Cenâb-ı Mevlâ'ya yol olmayacağının farkında değil. 

Böylesi bir bast hali; yani iyi yaptığını zannederek yanlışların, günahların farkına varamama ve telâfisine çalışmama en büyük tehlikelerden sayılır. Onun için belki bazı alimler kabz halini bast halinden üstün tutmuşlar. Kabz halinde; yani korku, endişe halinde olan firavunun sihirbazları ''ayaklarımızı sabit kıl, üzerimize sabır yağdır'' diye Rabbül Âlemine iltica etmişler. 

''Mümin muvaffak olduğu hayırlı bir nâiliyatı Rabbinden bilir. Fâcir ise güzel bir muvaffakiyeti nefsinden bilir.'' Hz.Muhammed(sav)

Müslümanların nefsâni duygulara kapılmamaları hususunda Kur'an bir çok ayet-i kerimede uyarır. İslâm'ın küfre karşı büyük bir darbesi olan Bedir zaferinden sonra, müminlerin kalbine enâniyet duygusu gelmemesi için Cenâb-ı Hak şöyle buyurmuştur;

''Ey Resûlüm! (O gün) onları siz öldürmediniz, fakat Allah öldürdü. Attığın zaman da sen atmadın, fakat Allah attı. Ve bunu müminleri güzel bir imtihanla denemek için yaptı. Şüphesiz Allah işitendir, bilendir.'' Enfal Sûresi (17)

Mekke şehrine girerken, Mekke fethedilirken, o büyük zafer anında Efendimiz(sav) muzaffer bir kumandan olduğu halde, tevâzu içerisinde âdeta devesinin üzerinde secde vaziyetinde ''esas hayat ahiret hayatı'' diyor, ashabına da nefsâni bir iftihara meyletmemelerini öneriyordu. 

Nitekim Nasr sûresi nazil oldu. Bu sûrede Cenâb-ı Hak şöyle diyordu; ''Allah'ın nusreti(yardımı) ve fetih geldiğinde ve insanları Allah'ın dinine ferc ferc girerlerken gördüğünde Rabbine hamd ile tespihte bulun ve mağfiretini dile muhakkak ki O  'Tevvab'dır.'' 

Bu ayet-i kerimede de Cenâb-ı Hak peygamberi şahsında ümmete bir ders vermektedir. Böylesi zaferler, hayırlı muvaffakiyetler sonucu Mevlayı Müteal'i tespih etme ve hamd etme gibi kulun asli vazifesini beyanla, Cenâb-ı Hak'tan mağfiret dilemesini hatırlatıyor olması da ayrı bir lütuftur. 

Muhtemelen hayırlı işlere muvaffakiyet sonucu insan nefsine pay çıkarabilir ve enaniyet devreye girmiş olabilir. Rabbimiz bütün bunlar ve ihlâsı zedeleyecek ihtimallere karşı da mağfiret dilenmesini ferman ediyor ve 'Ben Tevvabım, affediciyim' diyor. Rabbimizin engin rahmetiyle kuluna inayetini beyan ediyor olması karşısında kulun da kerem sahibi Rabbine karşı saygıda, itaat ve teslimiyette ciddi olması bir kulluk vazifesidir, vefa borcudur.

Görüldüğü gibi Cenâb-ı Hak kendisi için yapılan amellere asla ortak kabul etmiyor. Ne nefsi, ne bir başkasını. Onun içindir ki kullarını bu hususta sık sık uyarıyor. 

''Rablerinin çağrısına icabet edenlere en güzel mükâfat cennet vardır. Verdikleri sözde duranlar misakı bozmayanlar işte onlardır.''

''Rableri tarafından sana gönderilenin hak ve gerçek olduğunu bilip, Allah'ın gözetilmesini emrettiği şeyleri gözetirler.''

''Rableri olan Allah'tan çekinirler ve pek çetin bir azaptan endişe ederler.''

''Onlar sırf Rablerinin rızasını kazanmak için sabrederler. Namazı tam gerektiği şekilde kılarlar, kendilerine ihsan ettiğimiz rızıklardan gerek gizli gerek açık bir tarzda bağışta bulunurlar ve kötülüğe iyilikle mukabele ederler. 

''İşte onlardır dünya diyarının güzel âkıbetini kazananlar. O güzel âkıbet Adn cennetleri olup, onlar babalarından, eşlerinden ve nesillerinden iyi olanlarla beraber o cennete girerler.''

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder