19 Mart 2013 Salı

İMANI KORUMA

En büyük dert imanı koruma derdidir. İmanımızı nasıl koruyacağız? Sürekli dua halinde olacağız. Duamızın başında imanımızın muhafazasını Cenâb-ı Mevlâ'dan niyaz edeceğiz. Efendimiz(sav) dualarında ''Allahım! Aklımı, imanımı, iffetimi koru'' niyazlarını dillerinden düşürmezlermiş. 

İmanın korunmasında takvanın rolü de büyüktür. Bir Hak dostu ''Her günahta küfre giden bir yol vardır,'' demiştir. Onun içindir ki, takva imanın muhafazası mahiyetindedir. 

Zikir bir telkindir ve muhabbet simgesidir. İnsan neyi çok severse ondan sıkça bahseder. Çocuğunu sever, mesleğini sever, vs onlardan sıkça bahseder. Allah'ı(cc) seven, Efendimiz'i(sav) seven de Allah(cc) ve Peygamberimiz'den(sav) çok bahseder. Her an 'Yarabbi' der, 'Allah' der, 'Elhamdülillah' der, salavat-ı şerife getirir ve çok çeşitli zikreder. 

Müslüman olmanın şükrü Cenâb-ı Hakka hakiki kul olabilmek, Cenâb-ı Allah'a kul olmanın ispatı da haramlardan uzak olmak ve ibadet-i taate devam etmektir. İhlâsın merkezi tefekkürdür. Her gördüğün şeyde Allah'ı(cc) görebilmek, yani zerreden kürreye her şeyde Rabbül Âlemin'in    azâmetini, nimetini görebilmek. Tefekkürün meyvesi ise, yakınî iman ve azâmet-i ilâhi karşısında aczinin, fakrının ve hiçliğinin şuuruna ermektir. Dolayısıyla cüz-i iradesini külli iradeye râm etmektir denebilir. 

Allah'ı(cc) sevdiğimizi iddia ediyorsak, imanı aşkla yaşamamız lâzım. İbadeti aşkla yaşamanın yolu tefekkürdür. Tefekkür imana, dolayısıyla ibadet-i taate güç, kuvvet verir. Takva hususunda da tefekkürün gücü büyüktür. 

Mümin tefekkür yoluyla takva hususunda da güçlü olur. Mukarrebin, ebrâr zümresinden olur. Velhâsıl, tefekkür kulluk şuurudur. Kulun kulluğunu idrakte adeta bir enerji kaynağıdır. Ve zâkirinden, şâkirinden, sâbirinden, sâlihinden, sâdıkından olmasında büyük katkı sağlar. 

İnsanla diğer mahlûkâtı ayıran melekenin başında, insanın tefekkür edebilme yeteneğine sahip olması gelir. Fakat şu var ki, bu yeteneğini yalnız maddi yönde, nefsi, hevâsı, dünyası için kullanır da; esas, asli yurdu, ahireti için o yönlü kullanmazsa diğer mahlukâttan farkı kalmaz. 

Çünkü diğer mahlukâtta yaşam mücadelesi veriyor ve geleceği için tedbir alıyor. Karıncaya bakılırsa; yuvasına depo yapıyor, hiç durmadan çalışıyor. Benzeri her bir mahlûk yaşamlarını devam ettirme hususunda gereken tedbiri alıyorlar. Şu var ki, onların ahiret kaygıları olmadığından, yalnız dünyayla sınırlı olan yaşamları için mücadele ediyorlar. 

İnsan ise ahiret için yaratılmış bir varlıktır. Esas oraya yüz akıyla gidebilme ve Rabbü'l Âlemin'in rızasını kazanmış olarak cennet yurtlarına nâil olabilmenin mücadelesini vermek, insanın asıl vazifesidir. Kur'an-ı Kerim bu gerçeği bildirmekte ve kula sorumluluğunu beyân etmektedir. 

Tefekkür ve zikir iç içedir. Tefekkür zikre, zikir ihsan şuuruna yüceltir. İhsan şuuru ise mümini takvada hassaslaştırarak ittikâya ve oradan ebrâr zümresine nailiyâta sebep olur. (Ebrâr, takvada ileri gidenlere denir.)

Bu hususta Efendimiz(sav) ''Benim dostlarım takva ehli olanlardır,'' buyurur. Hatta Selmân-ı Fârisi'nin takvada ileri saflarda oluşundan dolayı ensar 'Selmân bizden' demişler, muhacir 'Selmân bizden' demişler. Peygamberimiz(sav) de ''Selmân benden, ehl-i beytimden'' demiştir. 

Görülen o ki, Selmân'ın Peygamberimiz'le(sav) bir akrabalık bağı olmadığı halde; takvası, güzel ahlâkı O'nu mânen ehl-i beytten olma şerefine nâil eylemiştir.

Bu durum da gösteriyor ki, mânen ehl-i beyt olma kapıları ümmet-i Muhammed'e açık ve yine o Yüce Resûl'e(sav) dost olma yolu da açıktır. Yeter ki mümin o Yüce Nebi'ye ümmet oluşunun değerini bilsin, o Yüce Resulûllah'ın(sav) önderliğinde Kur'an-ı Azimüşşan'ın terbiye metodlarıyla terbiye olsun, takvayı yaşasın.
Kur'an-ı Kerim ikiyüz küsür ayet-i kerimede takvayı vurgulamakta ve cennet ehlinin ancak takvalı kullar olduğu beyân edilmektedir. Her müminin takvası ölçüsünde değer kazanacağı bir gerçektir. Takvada ileri olana, çok ciddi olana ittika ehli denmiştir. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder