21 Ocak 2013 Pazartesi

CENÂB-I HAKKA TEVECCÜH

Hem dünün, hem bugünün Bel'am ibn Bauraları, Bersisaları, Karunları önümüzde birer ibret tabloları olarak durmaktadır.

Allah'ın(cc) dinini öğrenen, ilim ve irfan sahibi olan, duası mutlaka kabul olan ve ism-i âzâmı da bilen Bel'am ibn Baura küçük bir inhirafla açıldığı isyan deryasından bir daha dönememiş, o gün için mazhar olduğu nimetlere güvenip onları birer şımarıklık sebebi gibi algılayınca, başaşağı yuvarlanıp gitmiştir. 

Eski devirlerde yaşayan ustûrevi(efsanevi) bir ibadet kahramanı olan Bersisa bir zamanlar abid ve zahid bir kul olmasına rağmen, Cenâb-ı Hakka teveccüh etmeyip, hayır ve hasenâtına itimat edince, şeytana aldanmış ve bir anlık irade zaafı neticesinde elde ettiği her şeyi kaybederek, bir şâki olarak vefat etmiştir.

Bugünde yeryüzünde yüzlerce Bel'am ve Bersisalar mevcuttur. Bunlar senelerce koşup dururlar, kıbleyi tayin edemediklerinden, nereye koştuklarını bilemediklerinden, bir şeyler yaptıklarını sanır, yaptıklarıyla övünür, gururlanır ve kazandıklarını sanırlar.

Evet; bir müminin en önemli yanı, sürekli Cenâb-ı Hakka tazarru ve niyazda bulunması, O'nun(cc) himayesine ve inayetine sığınmasıdır. Peygamber Efendimiz(sav); ''ALLAHÜMME YA MUKALLİBEL KULUB SEBBİT KALBİ ALA DİNİKE'' ''EY KALPLERİ EVİRİP ÇEVİREN RABBİM KALPLERİMİZİ İBADET Ü TAATİNE YÖNLENDİR'' demiştir ve böylesi niyaz ve yakarışları hiç dilinden düşürmemiştir. 

Halbuki Cenâb-ı Hak o Habîb-i Edibinin kalbine îmanı, ihlâsı, takvayı perçinlemiştir. Hâşa, endişe var mıdır? Fakat muhtemel ki, Peygamber Efendimiz'in(sav) temkinine bağlayabiliriz. Esas itibariyle her konuda olduğu gibi kalp, iman konusunda ki; en mühim olan bu hususta ümmetine ders veriyor olmasıdır. O'nun(sav) bu tavrı, ''Bu hususta kusur etmeyin, Allah'ın korumasına sığının, sürekli O'na teveccüh edip, dua dua yalvarın'' manasına gelmektedir. 

Dolayısıyla Allah'ın(cc) rızasına nâiliyat meselesi de ibadet-ü taatın yanında, sürekli Cenâb-ı Haktan istemeye vâbestedir. Şayet O'nun(cc) hoşnutluğunu kazanmak, rızasına vâsıl olmak, sevgisine mazhar olmak istiyorsak, manevi, rûhani yolda bizi muhabbete ve rızaya götürecek yol ne ise o yolda yürümeliyiz. 

Bu yürüyüşte de yapıp ettiklerimizi yeterli görmemeli, gece gündüz sürekli tazarru ve niyazla Cenâb-ı Hakka sığınmalı, O'na(cc) teveccüh edip, içimizi O'na(cc) dökmeli ve yana yakıla O'ndan(cc) rızasını istemeliyiz. 

Bu açıdan ''ALLAHÜMME VEFFİKNA İLA MA TÜHUBBU VE TERDA'' ''ALLAHIM BİZİ NEFSİN HOŞUNA GİDEN DEĞİL, SENİN RAZI OLACAĞIN RIZA VE HOŞNUTLUĞUNU KAZANDIRACAK İŞLERE MUVAFFAK EYLE''  demeliyiz.Peygamber Efendimiz(sav) bu duayı çok edermiş. 

Şu dua da çok mânidardır ''ALLAHÜMME İLA MA TUHİBBU VE TERDA'' ''BENİM İSTEDİĞİM AFFIN, AFİYETİN VE RIZAN ALLAHIM! SEVİP HOŞNUT OLDUĞUN ŞEYLERE BENİ HİDAYET BUYUR'' 

Böyle bir dua; nefsimizin istekleri peşinde koşma yerine, O'nun(cc) muradını talep etme manasına gelir ve nefsimize rağmen yapılmış bir duadır.

Zaten bir mümin Allah'ın(cc) hoşnut olacağı ve seveceği şeyleri istemelidir. Çünkü herşeyden önemli olan, O'nun(cc) hoşnutluğu ve rızasıdır. Eğer Cenâb-ı Hak bir kulun bu mevzudaki duasına icabet buyurur ve rızasını ona yâr ederse, artık onun için alacak verecek birşey kalmamış sayılır. Çünkü o alınacak en kıymetli sermayeyi almıştır. Zira Allah-ü Tealâ'nın rızasına ve muhabbetine mazhariyet en büyük bahtiyarlıktır. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder