16 Ocak 2013 Çarşamba

ALLAH'IN(CC) HOŞNUTLUĞUNU KAZANMAK

Peki bunlar Allah'ın(cc) hoşnutluğunu kazanmaya yeterli midir?

Bazı insanlar şekli ve sûri ibadet yapmayı Allah'ın(cc) muhabbetini kazanmaya, rızasına ermeye, cennetine girmeye ve ebediyete mazhar olmaya yeterli görüyorlar.

Hatta ibadet niyetiyle yaptıkları, ama çoğu zaman gereken ciddiyet ve hassasiyeti gösteremedikleri bu ibadet ve amellerini, imanda sâbit kadem olma yolunda bir garanti vesilesi gibi addediyorlar. 

Nice âbid ve zâhid kulların, yolun bir dönemecinde tepetaklak yuvarlanıp gittiklerini ya da yarı yolda kaldıklarını unutuyorlar. Cenâb-ı Hakka teveccüh etmeye dua ve niyâza pek kıymet vermiyorlar. 

Oysa yolda kalmamanın, düşüp kaymamanın ve sâhil-i selâmete ulaşmanın en önemli dinamiği, Cenâb-ı Allah'a teveccüh ve duadır. Bizler âciz, zayıf ve muhtaç birer kuluz. O(cc) ise herşeye hükmeden mutlak bir hâkimdir. 

Bu itibarladır ki, biz hemen her zaman acz ve küçüklüğümüzün şuurunda ve O'nun(cc) büyüklüğünü takdir hisleriyle hep iki büklüm yaşamalıyız ve isteyeceğimiz her şeyi fiili, kavli, hâli(yani amelimizle, lisanımızla, kalbimizle) yalnız O'ndan(cc) istemeliyiz. 

Bir yandan O'nun(cc) rahmetinin genişliğini, bize çok yakın olduğunu ve dualarımıza icabet edeceğini düşünürken, diğer taraftan da ululuk ve azâmetini hatırdan çıkarmamalıyız.Hazır ve nâzır birinin huzurunda bulunduğumuz mülâhazalarıyla zevk ve temkini, ümit ve korkuyu beraber götürmeliyiz. 

Bu esaslara riâyetle yapılan dua, Cenâb-ı Hakka karşı hâlisâne bir kulluk tavrıdır. Dua; sebepler üstü bir talebin, Cenâb-ı Hakkın gizli açık her şeye nigâhban bulunduğu inancının da ilânıdır. Bu itibarla biz sebepler dairesinde esbâba riayet etmekle beraber, ellerimizi O'na(cc) açar, içimizi O'na(cc) döker, nâçar kaldığımız yerde ''çare'' der inler, dertlerimizin dermânını da yine O'ndan(cc) bekleriz. 

Evet dua, sebepler üstü Hakka yaklaşmanın ifadesidir. Sebepler üstü cennet talebinin ilânıdır. Sebepler üstü dinde sabit kalma dileğinin ünvânıdır. Bundan dolayıdır ki, biz kendi kudret ve irademizle elde edemeyeceğimiz bu neticeler, sebepler üstü bir kudret ve inayete sığınarak, Müsebbibül Esbab'dan dileriz.

Resûl-ü Ekrem Efendimiz'den(sav) öğrendiğimiz şu dua; kendi aklımıza, mantığımıza, gücümüze, kuvvetimize, irâde ve ihtiyârımıza güvenmemiz gerektiğini ve Cenâb-ı Allah'ın himâyesini talep etmemiz gerektiğinin lüzûmunu ne güzel ifade eder; 

''YA HAYYU YA KAYYUM! Bİ RAHMETİKE ESTEĞİSÜ ESLİHLİ ŞE'Nİ KÜLLEHÜ VE LÂTEKİLNİ İLÂ NEFSİ TARFETE AYNİN'' 

''EY HERŞEYİ VAR EDEN HAYAT SAHİBİ HAYY VE EY HER ŞEYİN VARLIK VE BEKÂSINI KUDRET ELİNDE TUTAN KAYYUM, RAHMETİNİ VÜS'ATİNE İTİMAD EDEREK SEN'DEN MERHAMET DİLENİYORUM. BÜTÜN AHVALİMİ ISLAH EYLE, HER TÜRLÜ TAVIR VE HAREKETİMİ KULLUK ŞUURUYLA BEZE VE GÖZ AÇIP KAPAYINCAYA KADAR OLSUN BENİ NEFSİMLE BAŞBAŞA BIRAKMA.'' 

İşte bizler de bu mülâhazalar içinde yaşamalıyız. Ellerimizi kaldırıp Cenâb-ı Hakka tazarru ve niyâzda bulunmalıyız. Amellerimize, konumumuza güvenme yerine, Cenâb-ı Mevlâ'ya teveccüh ederek O'nun(cc) himayesine girmeye çalışmalıyız.  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder