17 Kasım 2012 Cumartesi

NAMAZ

İnsan hayatı Kâinatın Yaratıcısı'na ulaşmak üzere bir hakikat arayışının tezahürü ile doludur. Bu tezahürler insan yaratılışında mevcut ve değişmez bir keyfiyet olup, iman ve ibadet etme temayülünün tabi bir tecellisidir.

Öyle ki, Hak ve hakikatten mahrum kalanların bu fıtrî temâyülü teskin yolunda, âciz bir mahlûka tapmaya varacak kadar akıl ve mantık dışı nice garip ve abes mecralara sürüklendikleri dünden bugüne müşahede edile gelen bir gerçektir. 

Nitekim bugün dahi milyonlarca insanın öküz ve benzeri mahlûklara kutsiyet izafe ettiği malûmdur. Bu da gösteriyor ki, ''İnsanları ve cinleri ancak Bana kulluk etsinler diye yarattım,'' Zariyat Sûresi(56) ifadesinin bir tecellisi olduğu için, kul olabilme ve kulluğu yaşayabilme sırrına daima vazgeçilmez bir ihtiyaç halindedir. 

Dolayısıyla fıtrî temâyülü insanlık şeref ve haysiyetine lâyık bir şekilde yönlendirildiği ölçüde saadet ve selâmete ulaşır. Çünkü insan kudret-i ilâhiyenin binbir nakışı ile müzeyyen olan bu âlemde, ilâhi sanatın zirvesini teşkil etsin diye yaratılmış ve yaratılışın vicdani bir neticesi olarak Rabbini takrim ve ibadetle mükellef kılınmıştır. 

O derece ki, insana verilen bütün üstün hususiyet ve mertebeler bu mükellefiyetini yerine getirmesine bağlanmıştır. Ayet-i kerimede; ''De ki; kulluk ve yalvarmanız olmasa Rabbim size ne diye değer versin!'' Furkan Sûresi(77) buyurulmuştur. 

İşte bu cümleden olarak Cenâb-ı Hak pekçok ayet-i kerimede insanın ebedi hüsrandan kurtuluşu için imandan sonra amel-i salih sahibi olmasının zarûretini beyan buyurur. Bu itibarla Rabbin yüce huzuruna kalbiselim ile çıkabilmeyi gaye edinen müminler, amel-i salih denilen ibadetlerin ulvi pınarlarına gönüllerini teslim eder ve vuslat deryasına doğru yol alırlar. 

Kulu bu şekilde Mevlâ'nın vuslat deryasına götüren ibadet pınarlarının en büyüğü ve en ehemmmiyetlisi de hiç şüphesiz namaz ibadetidir. Zira namaz şümûl, muhteva ve rütbe bakımından bütün ibadetlerin zirvesi ve özü durumundadır.

Kâinatta bütün varlık, güneş, çayır, çimen, ağaçlar zikir halindedir. Saf halinde uçan kuşlar, dağlar, taşlar bizce keyfiyeti meçhul bir tesbihat ile Hakka kulluk ederler. Nebâtatın ibadeti kıyam halinde, hayvanatınki rükû halinde, cansız maddelerinki de yere kapanmış vaziyette yani secde halindedir. 

Sema ehlinin durumu da böyledir. Melâikenin bir kısmı kıyamda, bir kısmı rükûda, bir kısmı secdede, bir kısmı da tespih halindedir. Ancak Cenâb-ı Hakkın müminlere bir miraç olarak ikram ettiği namaz ibadeti ise bütün bu ibadetleri cami bir muhtevadadır. Dolayısıyla gerçek namaz kılanlar, yerde ve gökte bütün varlıkların yapmış olduğu ibadetlerin cümlesine şâmil bir ibadet yapmış olarak, hesapsız mükâfat ve derûni tecellilere mazhar olurlar.

Hadis-i şerifte buyurulur; ''Namaz; yüce, büyük olan Allah'ın rızasını kazandırır. Meleklerin sevgisine nail eder. Peygamberlerin yoludur. Marifet nurudur. İmanın aslıdır. Duanın icabetine sebeptir. Amelleri makbul kılar. Rızka bereket getirir. Vücuda rahatlık verir. Düşmanlar üzerinde silahtır. Şeytanı uzaklaştırır. Ölüm meleği ile musalla arasında şefaatçidir. Kabirde kandildir ve orada bir yaygıdır. Münker ve nekir meleklerine cevaptır. Kıyamete kadar kabirde can yoldaşıdır. Kıyamet günü olduğunda namaz kılanların üstünde bir gölgeliktir. Başında taçtır. Önünde giden nurdur. Rableri huzurunda müminlerin hüccetidir. Mizanda ağırlıktır. Sırattan geçiştir. Cennette anahtardır. Çünkü namaz tespihtir, hamddir, tazimdir, kıraattir ve duadır. Hasılı faziletli amellerin tümü, vaktinde kılınan namazdadır.'' Tenbühül Gafilin (293)

Bunun içindir ki, namaz Allah'a(cc) kavuşma noktasıdır ve ümmete küçük bir miraç olarak ikram edilmiştir. Kur'an-ı Kerim'de ''Secde et, yaklaş'' buyurulduğu vecih ile Rabbin huzuruna çıkabilme nimeti de namazla elde edilir. 

Gerçek namazda bütün mâsiva aradan çıkar. Dünyevi herşey silinir. Kul ile mabud buluşma meclisinde beraber olur. Çünkü namaz; miraçla buluşmanın ardından Hz.Peygamber'e(sav) Cebrailsiz(as) bir şekilde farz kılınmıştır. Böylece araya hiçbir şekilde vasıta koymadan, sırf Allah(cc) ile halvet olabilmeye hasredilmiştir. 

Bu halvette daima Miraç'taki Kabe-i kavseyn ve müşahede-i ilâhi halini yaşayan Efendimiz(sav) ''Namaz gözümün nurudur,'' buyurmuştur. 

Namazla kazanılacak kemalât, huzur, sükûn, itminan ve kurbiyet hiçbir ibadetle kazanılamaz. Efendimiz'in(sav) ifadesiyle ''Namaz dinin direği, iman ve kalbin nuru, saadetin anahtarı, müminlerin miracıdır.'' Hadis-i kudside buyurulur; ''Namazı Benim ve kulum arasında ikiye böldüm. Yarısı Benim, yarısı onundur.'' 

Dolayısıyla namaz Allah(cc) ile kul arasında bir dua, bir yakarış, bir zikirdir. Cenâb-ı Hak buyurur; ''Beni zikir için namaz kıl.'' Taha Sûresi(14) Yine Cenâb-ı Hak buyurur; ''Beni zikrediniz, tâ ki Ben de sizi zikredeyim.'' 

Bu ayetin sırrı diğer ibadetlerden ziyade, namazla gerçekleşir. Böylece namaz zikri esnasında ''Ben Beni zikredenle beraberim'' kutsi hadisi tahakkuk eder. Ancak kulun bu beraberlikten layığı ile istifade edebilmesi için, ihlas halinde bulunması zarûridir. Allah Resûlü(sav) buyurur; ''İhlas Allah'ı görüyormuş gibi ibadet etmendir. Sen O'nu görmesen de, O seni görüyor ya!'' İşte bu şekilde kılınan namaz gözün nuru olur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder