4 Şubat 2014 Salı

MEVLÂNA HÂLİD ZİYÂÜDDİN BAĞDÂDİ(KS)

İlmi, irfanı ile meşhur bu Hak Dostu hac farizasını edâ maksadıyla yola çıkar ve Şam'a uğrar. Bir Kadîri şeyhinden Kadîri dersi alır. Aynı zamanda icazet de verilir. Haccı edâ ettikten sonra dönüşte Süleymaniye'ye gelir. Muhammed Derviş Azimâbâdi Hazretleri ile görüşür. O da Hindistan'da Abdullah Dehlevi Hazretleri'yle görüşmesini ve O'nun hizmetinde, sohbetinde bulunmasını ısrarla tavsiye eder.

Bu isim Beytullah civarında bir meczup tarafından da tavsiye edilmişti. Bu tavsiyeler üzerine Hz.Hâlid yaya olarak Hindistan'a gitmek için yola düşer. Bir senede oraya varır ve Şeyh Abdullah Dehlevi'yi bulur. Nazla niyazla kabul olunur. Orada gece gündüz 5 ay hizmette bulunur.

Bu durum şöyle hülâsa edilir: Mevlâna Hâlid bu kadar çok ilimlere hâmil olmasına rağmen ve pek çok talebe okutmasına rağmen tatmin olmuyor, bunalıyordu. İlla bir kâmil mürşid arıyordu. Ona muhakkak bir ledünni ilim lâzımdı ki bu zahiri ilimleri halisâne tatbik mevkiine koysun.

İşte bu gayret ve arama hengâmında tavsiyeler oldu ve böylece Hindistan'da Şah Abdullah Dehlevi yolu tutuldu. Bir senelik yolculuktan sonra Şah Abdullah Dehlevi'nin hanigâhına vâsıl oldu. Müracaat ettiler ve kendilerini tanıtıp şöyle dediler: Süleymaniye, Bağdat ve Şam alimlerinden El Hac Mevlâna Hâlid Ziyâüddin refikleri ile Hazreti ziyarete geldiler.

Abdullah Dehlevi Hazretleri durumu manen bilmekle beraber avludakilere haber gönderdi: Hâlid kalsın, refikleri eşyalarıyla beraber memleketlerine dönsünler. Emir yerine getirildi.

İkinci emir: Hâlid hanigâhın abdesthanelerini temizlemek hizmetine başlasın. Başlar. İtiraz yok. Elde süpürge ve su kovası yüzünde tatlı bir tebessüm hizmet devam eder. Günler  geçer, aylar geçer. Fakat Abdullah Dehlevi'nin yüzünü göremez. Yani Hazret yüzünü göstermez ve aynı hâl gece gündüz devam eder.

Derken bir gün yorgunken nefis zayıf bulur ve Hâlid'e yüklenir. Nefis içten içten yıkmaya çalışır ve ''Ey Bağdat ve Şam diyarlarının büyük âlimi Mevlâna Halid!  Deli mi veli mi belirsiz kişinin sözüyle kalktın dağlar, beldeler, diyarlar aştın, geldin. Aradığını bulamadın. Hani mürşid-i kâmil? Sana devamlı pislik temizletiyorlar. Bunun ledünni ilimle ne alâkası var?''

Nefsin bu haykırışları karşısında birden Hâlid'in mayasındaki ihlâsın sıdk şimşeği çakar. ''Ey nefis! Uzatma, gerekirse vallahi sakalımla süpürürüm pislikleri'' der ve işine aynı ihlâsla devam eder.

Şah Abdullah Hz pencereden onu izliyor, bakıyor ki Hâlid'in elindeki süpürge ve kovayı melekler taşıyor. Şah Abdullah Hz Hâlid'i çağırır, 'Gel!' Pür edeb gelir.

Mürşid: ''Oğlum Hâlid ilmin cihanı tutmuş, bilgin dünyaya kâfi, tek noksanın bunlardan mütevellid nefsinin gurur ve kibri idi. Onu ayaklar altına aldın. İşini melekler görür oldu. Mensup olduğumuz (sadad) şeriat, tarikat, marifetle hakikate erenlerdir. Bu zamanda sen onların son noktasısın. Şimdi git bütün iklimleri irşad et'' der ve atına bindirir, arkasından gözyaşlarıyla uğurlar.

1. Görülen o ki, kişi her ne kadar ilim sahibi de olsa bir mürşid-i kâmile ihtiyacı vardır.
2. Mürşidden istifade etmek için teslim olmak zaruridir.
3. Bu hususta çok dikkatli olup, nefsin ve şeytanın oyununa gelmemeye özen göstermek gerekir.
4. Kibir hastalığı veya mikrobu işlenen bütün güzel amelleri geçersiz kılar, o amel ve bilgilerden semere beklemek şöyle dursun, cezaya müstehak olmaya sebep olur. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder